11 Haziran 2007
SEÇİM startını Adana’dan veren MHP lideri Devlet Bahçeli, İstasyon Meydanı’nı tıka basa dolduran bir kalabalığa seslendi. Gençlerin ve kadınların çoğunluğu oluşturduğu meydanın tümünü dalgalandıran en etkili sözler şehitler üzerine olanlardı.
Bahçeli’nin, "Mehmetçik sınırda duanızı bekliyor; gönderecek misiniz?" sorusuna meydan, uzun süre "Vatan bölünmez, şehitler ölmez" sloganı ile karşılık verirken, kadınların katılımı çok dikkat çekiciydi.
Terörün geldiği noktada tek sorumlu gördüğü Erdoğan’a ağır sözlerle yüklenen Bahçeli, defalarca atıf yapmasına rağmen sadece bir kez "Sayın Başbakan" dedi.
Erdoğan’a, "Sen", "Sana" diye seslenmeyi yeğleyen Bahçeli, Başbakan’dan hesap sormayı en önemli seçim vaadi olarak veriyor.
TERÖR BİRİNCİ ÖNCELİK
Adana’dan dönüş yolunda molalarda Bahçeli ile sohbet olanağı buldum.
Bu sohbetler de gösterdi ki MHP’nin meydanlardaki önceliği terör olacak.
Aksaray’da verdiğimiz ikinci molada Yarbay Melih Gülova, Binbaşı Ramazan Armutçuoğlu ve er Hasan Güreşen’in şehitlik haberi geldiğinde yüzünde oluşan ifade de Bahçeli’nin hassasiyetini bir kez daha ortaya koydu.
Bahçeli, şehitlerin adları ve doğum yerlerini miting meydanında tek tek okumuştu, bunun nedenini sorduğumda şu ilginç yanıtı verdi:
"Başbakan dilekçe bekliyor. Ortalıkta yok. Oysa her gün şehit veriyoruz. Bu mücadele millete mal olmalı. Duyarsızlıklar nedeniyle, son şehitlerin bir günde verilmediğini anlatmak, hükümetin büyük kayıtsızlık eğrisini ortaya koymak için o yola başvurdum."
Bahçeli, Adana’da terörün ardından AKP’yi 3Y ile vuracağını da gösterdi.
2002’de "Yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar" diye AKP’nin kozu olan 3Y bugün, "Yolsuzluk, yoksulluk, yozlaşma" sıralamasıyla MHP kozuna dönüşmüş.
Bahçeli, yolsuzluk derken, "Ali Dibo düzenini" anımsatmayı da unutmuyor.
Başbakan’dan hesap sorma konusunu da açıp, "Hesap sorma sadece yolsuzluk kaynaklı olmayacak gibi bir izlenim bırakıyorsunuz" dedim.
"Tabii, sadece o değil. Her değeri tahrip etti; o nedenle hesap soracağız" yanıtı aldığım Bahçeli, meydanlara Erdoğan’dan sonra gitmeyi hedefliyor.
Bunu, "Birinin Başbakan’ın yanlışlarını düzeltmesi lazım" diye açıklayan Bahçeli, Başbakan’a, "Ensende olacağım" mesajı veriyor.
SİYASETTE SOĞUK SAVAŞ BİTTİ
MHP lideri, rakip parti olsa da DP’deki gelişmelerden mutlu olmamış.
Konuyu, "Sayın Erkan Mumcu beni ziyaret ettiğinde de bütünleşme yararlı olur, demiştim. Farklılıkları yok. Bir arada olsalardı iyi olurdu. Bize etkisi ne olacak, henüz bilmiyorum; ama 1983’te giden var, geri dönmesi lazım" diye değerlendiren Bahçeli, bazı sağcıların CHP’den, bazı solcuların da AKP’den aday olmasına ise şöyle bakıyor:
"Siyasette de soğuk savaş bitti. O nedenle bu tür geçişler olabilir."
DEĞİŞMEK ÜZERİNE
Bir İHL’li çıktı, "Diğer okullarda fuhuş, uyuşturucu var, İHL’lerde yok" dedi. Bu ağır sözler İHL’ler için söylenmiş olsaydı, Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül ne tepki verirdi? Hadi onlar sessiz kaldı. AKP’nin, Ertuğrul Günay, Zafer Çağlayan gibi yenileri ne tepki koydu?
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2007
TAYYİP Erdoğan, yasaklı durumu ve AKP yeni bir parti olduğu için 2002’deki milletvekili aday listesine tek başına hákim olamamıştı. AKP’nin diğer güçlü isimleri de adamlarını listeye koymuştu.
Bu seçimde ise AKP listesine tek başına Erdoğan damga vurdu.
O nedenle Abdüllatif Şener’in dediği gibi, bu liste Erdoğan’ın listesi.
Görüntüye bakıldığında liste, Milli Görüş’ten ciddi ölçüde arındırılmış.
Buradan hareketle "AKP, bu kez merkeze gelecek galiba" denilebilir. Ancak Şener’in, "Partiye kimlik veren liderdir" sözünü unutmamak şart.
DOLMABAHÇE MUTABAKATI
Ankara kulislerinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la yaptığı baş başa görüşmeden hareketle Erdoğan’ın listeyi "Dolmabahçe mutabakatına" göre düzenlediğini ileri sürenler var.
Erdoğan’ın son MYK toplantılarından birinde, "Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız" demesi de buna kanıt gösteriliyor.
Buna inanırsak, Erdoğan Milli Görüş tırpanını zoraki attı.
Ancak, bunu bir komplo teorisi ve Erdoğan’a haksızlık olarak görmeli.
Teorinin sahipleri daha çok, "Erdoğan, 27 Nisan muhtırasına karşı dik durdu" diyenler olduğu için acaba "Dik duruş yok muydu?" sorusu da akla gelir.
Ayrıca iddiayı doğru kabul ettiğimiz takdirde, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı adaylığı için "Güme gitti" dememiz mi gerekecek?
Hangisi doğru, tabii zaman gösterecek; ama şu ya da bu etki ile AKP grubunda yeni dönemde önemli değişiklikler göreceğiz.
Erdoğan da liderlik kariyerini asıl yeni dönemde ortaya koyacak; çünkü yeni kadro daha teknik, kariyerli, kendine güvenen isimlerden oluşuyor.
Ayrıca bu isimler üzerinde ağır bir baskısı da var.
İşte, sol kökenli, AKP’nin ilk genel sekreteri, Gül kabinesinin Başbakan Yardımcısı, bugünün liste dışı ismi Ertuğrul Yalçınbayır’ın sözleri:
"Her sözü parti programına göre söyledim, demokratik değerleri öne çıkardım. Şimdi, bütün o sözlerimi adaşım Ertuğrul Günay’a emanet ediyorum."
YÖNETİME YANSIYACAK MI
"Sadakat ve ümmet" çizgisinden uzak yeni isimlerin bu emanetlerin gereğini yapabilmesi için Erdoğan’ın onlara zemin hazırlaması gerekir.
Bunun için de birkaç şeyin yapılması gerekir.
Birinci konu, her parti için geçerli; grup toplantıları miting alanı olmaktan çıkarılıp, iç denetim ve özeleştiri zemini haline getirilmeli.
İkincisi, yeni isimler parti ve grup yönetimleriyle AKP’nin yeniden iktidar olması halinde hükümete de yansımalı.
AKP yönetiminin büyük bölümü, TBMM Başkanı, Başbakan ve üç yardımcısı, beş grup başkanvekili yine Milli Görüş çizgisinden gelecekse değişim olmaz.
Değişim umudunu korumak gerekli; o nedenle Erdoğan’ın yenileşmeye ne asker, ne de ABD zoru ile gittiğini düşünmemek gerekir.
Öyle olsaydı ne Hüsrev Kutlu gibi askeri eleştiren bir isim listede kalırdı, ne de 1 Mart tezkeresinin faturası gaza gelen vekillere çıkardı.
1 Mart’ta gazı veren Arınç orada durduğu için bunu söylüyorum.
Eğer, Arınç’ın kolu kanadı kesildi deniyorsa, o zaman da Gül’ün cumhurbaşkanlığı gibi Arınç’ın TBMM başkanlığı da gitti diyeceğiz.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2007
ABDÜLLATİF Şener’in AKP’den aday olmaması, bireysel ve sıradan bir dinlenme kararı değil; doğrudan Başbakan Tayyip Erdoğan’dan ayrışma mesajıdır. Şener, bunu AKP tabanını rahatsız etmeyecek, onlarda olumsuz bir imaj yaratmayacak zariflikte ve "İstemeyerek bu kavgaya girdim" diyerek yapıyor. Peki Şener, bakanlık görevinden neden ayrılmıyor?
Bu da Şener’in, artık rehabilite edileceğine inanmadığını söyleyebileceğimiz, Başbakan’ın anlayış ve tavrından kaynaklanıyor.
Bütün bakanların birer istifa mektubu Başbakan’ın cebinde.
Şener, bir sabah, habersizce özelleştirmeyi kendisinden alıp Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a bağlayan Erdoğan’a, "Şimdi de inisiyatif sizde" diyor.
Bakalım Erdoğan, "Kurumlar ve bazı toplum kesimleriyle kavga etmenizle mutabık değilim" gerekçesiyle kendisiyle ayrışan Şener’i kabinede ne kadar tutacak?
YENİLERİN HAVASINI BASTI
Erdoğan’ın, Şener’i kabinesinde bir gün bile tutmak istemeyeceğini varsaymak hiç abartı görülemez.
Başta Abdullah Gül olmak üzere -ki bir cumhurbaşkanı adayının, iyi niyetle de olsa, işi Şener’in iradesi dışında ve sahte imza skandalına neden olacak biçimde, adaylık başvurusuna kadar götürmesinin saygınlığını etkilediğini düşünmek gerek- pek çok AKP’li, Şener’in kararından dönmesi için büyük baskı yaparken, Erdoğan’ın sessizliği de bunun işareti. Sessizliği, Şener’in tavrının kendisine karşı olduğunu bilmesinden.
Bu da ayrışmanın kategorik olduğunun bir başka göstergesidir.
Şener’in, Erdoğan’dan kopuşunda yolsuzluğa bakış tarzı da etkili oldu.
Yolsuzluğa karşı duruşları nedeniyle AKP’den kopan Turhan Çömez, Fuat Geçen, Mehmet Eraslan gibi isimlerle yakın bağ kurması da bunun bir işaretidir.
Dönüşü olmayan bir yola giren Şener, "Aday olmayacağım" diyerek saygınlık kazanmakla kalmadı, "Uzlaşma için buradayız" diyen AKP’nin yeni vitrinine de darbe vurdu; onların üzerindeki yükü daha fazla artırdı.
KESKİN’İN NEFRETİ
Şener gibi aday olmayacağını açıklayarak itibar kazanan iki isim de solda.
Son dönemde Deniz Baykal’a en sert eleştiriler yönelten eski CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin’e aday olmama kararını sordum.
CHP’nin diğer eski Genel Sekreteri Ertuğrul Günay’ın, AKP’den adaylığı üzerine moralinin çok bozulduğunu söyleyen Keskin, bakın ne dedi:
"Nefret ettim. Her şey bu değil. Birinin çıkıp benim gibi davranması gerekirdi. Bana da diğer partilerden teklif geldi. Hiçbirini etik bulmadım. İki yıldır da bağımsız adaylık için çalışıyordum. Ama sosyal demokrat tabana moral olsun diye vazgeçtim. İlkeler, kişilikler bu kadar ucuz değil."
SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın da aynı nedenle sol tabanda saygı toplarken merkez sağ tabandaki moralsizliği ifade edecek sözcük yok.
Bu tabanın arzusunu ezip geçenler, ne derlerse desinler, sorunun liste kavgası olduğu izlenimini silemeyecekleri için ağır sorumluluk altındadırlar.
Çünkü, merkez sağın yeniden TBMM dışı kalmasına kimse haklı bir gerekçe bulamaz.
Yazının Devamını Oku 31 Mayıs 2007
MERKEZ partisi iddiasıyla vitrin düzenlemesi yapan AKP’nin yeni isimleri, kendilerini bağlayıcı önemli sözler söylüyorlar. Ertuğrul Günay, Başbakan Erdoğan’ın önerisini, "Bugüne kadar inandıklarıma, aynı inanç ve KARARLILIKLA bağlı kalarak" kabul ettiğini açıkladı.
Günay, kendi değerleri ile AKP’ye geldiğini söylemek istedi.
Tabii, bu değerler sosyal demokrat değerler mi, yoksa ne olduğu henüz bilinmeyen Müslüman sol değerler mi bilemiyoruz; ama Günay, önemli, diyor.
Bildiğim kadarıyla Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan da katılım töreninde Günay gibi konuşacağından bu durumun üzerinde durmak gerekiyor
HAYAL KIRIKLIĞI OLMASIN
AKP’nin yeni vitrinleri, içlerindeki burukluğu, düne kadarki yoldaşlarına, "Merak etmeyin, AKP’yi merkeze çekeceğiz" sözü vererek aşmak istiyorlar.
Erdoğan da yeni isimleri grubuna tanıtırken, "Aman zordayız, bu insanlara ihtiyacımız var; onlara yer açın" havasında olduğunu gizleyemedi.
Erdoğan’ın bu havası, iddiaları için yenilere yardımcı olabilir.
Zaten, bunu başarılması Türkiye için de kazanım, demektir.
Peki ama iki taraf açısından da samimi bir durum söz konusu mu?
Bence Günay, daha çok AKP’ye hoş gelecek sözler ederek bunu tam veremedi.
Örneğin, sosyal demokratların çok önemsediği, "demokrasi, laiklik olmadan yaşayamaz" anlayışına hiç vurgu yapmazken AKP’yi, demokrasinin neredeyse tek güvencesi gibi göstererek eski yoldaşlarına ciddi bir haksızlık yaptı.
Gelinen noktada bunun da üzerinde durmayabilir, Günay’la Çağlayan’ın neler yapacağını görmeyi bekleyebiliriz.
Ama, bu süreçte yenilerin, AKP kurulurken kendi değerleri ile ön saflarda yer alan ve o gün için ihtiyaç duyulanların, sonradan aradığını bulamayıp ayrıldıklarında yaşadıkları hayal kırıklığını hep anımsamaları şart.
Ayrılanları es geçseler bile, hálá AKP’de kalan merkezdeki isimlerin içinde bulundukları durumu gözden ırak tutmamalılar.
Onların deneyimleriyle, ki o isimlerin bazılarının yeni dönemde yeni bir tutum içinde olacaklarını düşünüyorum, AKP içindeki saflarını genişletebilir; Milli Görüş’e karşı önemli bir odak oluşturabilirler.
DEMOKRATLIK ÖLÇÜSÜ
Bütün bunlar bir kenara; ama ben kocaman bir "ancak" açıyorum.
Yeni isimlerin başarısı ancak Erdoğan üzerindeki etkilerine bağlı.
AKP tüzüğündeki en demokratik maddeleri iktidarın ertesi günü değiştiren; öğlen uzlaşmacı olduğunu söyleyip akşam demokraside güçler ayrılığı ilkesini unutan, hoşuna gitmeyen karar alan yargı ile kavga eden; kendilerine dayatma yapıldığını söylerken yüzde 34 oyla uzlaşmaksızın her kurumu ele geçirmek isteyen; sabah laiklikten, öğlen din ulemasından görüş almaktan söz eden Erdoğan’ı ikna edebilecekler mi?
Günay, AKP grubuna Erdoğan’la yan yana geldi, ayrı çıktı.
Hep böyle olur; katılan salona liderle girer, ayrı çıkar.
Dilerim hem Günay’ın yan yanalığı ilk günle sınırlı kalmaz, hem de AKP grubunda sözlerini bitirirken dediği gibi, Allah onu utandırmaz.
Bunun için de Allah’tan önce kendisine Erdoğan yardımcı olabilir.
NOT: Eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, mütevazılığı ile bağdaştırılmadığını yazdığım kamu araç tahsisi konusunun yönetmeliklerin, "taleplerine bakılmaksızın" hükmü gereği olduğunu bildirdi.
Yazının Devamını Oku 28 Mayıs 2007
DÜNKÜ manşetimizde, evine 5 kez hırsız giren Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, "Polisten neler duydum neler" diyordu. Bir süredir uzak kaldığım Başbakanlığa yeniden yakından bakınca ben de Berkan gibi oldum; "neler duydum, neler".
Malum, Müsteşar Ömer Dinçer, AKP’den milletvekili aday adayı oldu. Öyle anlaşılıyor ki Dinçer’in istifası ile koridorlar rahatlamış.
Müsteşar Vekili Emin Zararsız da önceliği terör koordinatörleriyle atışmaya verince koridorlara gelen özgürlük havası, ortalığı haberlere boğmuş.
Önce, terör koordinatörü Edip Başer’in yardımcısı Yaşar Karagöz’ün açıklamaları ile gündeme oturan "Çaycı Ali" vakasının bir yenisini açıklayayım.
Bu çaycı, sadece çaycılık yapmıyor, adı da Ali değil; ama öyle diyeyim.
EMANETE İHANET
67343066 emekli sicil numaralı "II. Çaycı Ali", sahte diploması ile gündeme gelen önemli bir Başbakanlık görevlisinin önerisiyle, Başbakanlığa adım attığı günden itibaren Dinçer’le çalışmaya başlamış, güvenini kazanmış.
"II. Çaycı Ali"nin, Dinçer’in lojmanının yanındaki bir lojmana taşınmasına kadar giden bu güven ilişkisi 13 Nisan 2006’ya kadar devam etmiş.
Bendeki belgeye göre, "II. Çaycı Ali", o gün, 20 yıldır çalıştığı Başbakanlık’tan "görevden çekilme" kararı ile ayrılıyor.
Ben, "II Çaycı Ali"nin, Başbakanlık’taki helal sütten de öte anlamı olan bir emanete ihanet ettiği için görevden el çektirildiğini duymuştum.
Ama doğru değilmiş; ihanet o emanete değil, Dinçer’in özel emanetineymiş.
Küçük bir emanet olduğu için Dinçer, "Çoluğuna, çocuğuna bağışladım" diyerek, olayı polisiye vaka yapmadan kapatma yoluna gitmiş.
Dinçer cephesinden, bu anlatımla doğruladığım olayı, ulaşamadığım için "II. Çaycı Ali"ye soramadım; ama köşemi kendisine açıyorum.
Bana ulaşarak, bu küçük ihaneti söylendiği gibi alışkanlığından mı kaynaklanıyor, yoksa ortada bir başka şey mi var, açıklayabilir. Başbakanlık koridorlarında bu konu birinci; ama başkaları da var.
Örneğin, küçük şahsi emanetine ihanet edeni kapı önüne koyan Dinçer’in, kazandığı siyasi kimliğe rağmen, Başbakanlıkça kiralanan bir aracı kullanmaya devam etmesi, mütevazılığı ile pek de bağdaştırılmıyor.
Sonra, vekil Zararsız’ın 4.5 yıl duymadığı lojman ihtiyacının, şubat başında birden kabarması üzerine anahtarı alıp cebine koyması konuşuluyor.
Hakkında, "Telekom Denetim Kurulu üyeliğinden çok para kazanıyor olmalı ki, hem evinde oturdu hem de lojman kirası ödedi. Sonra ne olduysa oldu, 10 Mayıs’ta anahtarı iade etti" denilen Zararsız’ın bu davranışının nedenini çözmeye çalışan Başbakanlık koridoru meraklısı çok.
CHP DELEGESİNİN ÖNEMLİ MESAJI
Geçen pazartesi, CHP’nin kadın adaylarla ilgili tutumunun önemli olduğuna değinip özellikle Batı illeri Aydın ve Muğla’daki önseçimlerin, meydanlardaki kadın mesajının göstergesi olacağını yazmıştım.
Aydın’da CHP delegesi, sanırım Türk siyasetinde bir ilki başardı.
İlk kez bir kadın aday önseçimde birinci oldu.
Bu, bir yandan milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun başarısı; ama öte yandan CHP delegesinin meydanların mesajını aldığının göstergesi.
CHP yönetimi de diğer partiler de bu sonucu ciddiye almak durumundadır.
Yazının Devamını Oku 24 Mayıs 2007
ALÇAK saldırının hemen ertesinde siyasi konulara girmenin zorluğu ortada; ama kalleşlere verilecek en iyi yanıt, hayatın akışını sürdürmektir. Lanet saldırının hemen öncesinde DYP Genel Merkezi’ndeydim.
Tüm katları dolaşıp yöneticilerle sohbet edince ilginç izlenim edindim.
Odaların doluluğu, aday adaylarının sayısı konusunda fikir veriyor.
1999’da 900, 2002’de 870 başvurunun yapılmasına karşın bu yıl sayının, Anavatan’a yapılanlar hariç, 2000’i aşması da tabloyu ortaya koyuyor.
Üstelik, geçen seçimde ikinci sıraya dahi itiraz edilirken, bu kez bazı illerde beşinci sıra için bile savaş veriliyor.
Daha önce kimsenin göz dikmediği büyük iller, bugün çok gözde olmuş. Bunlar DYP’yi memnun eden işaretler; ama işin bir de öbür yanı var.
ANKARA’NIN DOĞUSU
"Öbür yana", hafta sonu DYP’nin, DP adını alacağı kongrenin TOBB’un genel kurulu ile iki fuara denk gelmesi nedeniyle delegelere otel bulunamaması sorununu eklemiyorum bile.
Delegeler, konaklatılmadan geri gönderilerek bu sorun çözülecek; ama DYP yönetimi daha büyük sorunların tedirginliği içinde, onlara kafa yoruyor.
DYP yönetimi, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecindeki tutumlarının, Ankara’nın doğusunda bir tahribata neden olduğu gerçeğini kabul ediyor.
Buna karşı söylemler geliştiriliyor, "Anlatınca halk anlıyor" deniyor; ama asıl sıkıntı ve üzüntüleri, AKP kaynaklı olduğuna inandıkları propagandanın, "Dindar cumhurbaşkanını engellediler; bunlar dindar mı?" söylemine dayandırılması.
Batı’da tutmadığına inandıkları bu söylemin siyasetle dinin iç içe girmesi yönünde tehlikeli bir adım olduğunu düşünen DYP yöneticileri, "Dindar olan ve olmayan diye ülkeyi ikiye bölüyorlar. AKP’nin ülkeye bundan daha büyük kötülüğü olamaz" diyorlar.
Dindarlık temelindeki bir siyasi söylemin en çok dine zarar vereceğini, AKP’nin bunu anlamadığı için ülkeyi gerdiğini anlatacaklarını söylüyorlar.
YILMAZ MAĞDURİYETİ
AKP’de düşüşün görülmesi, kendilerinin meydana çıkmasıyla birlikte bu olumsuzlukların aşılacağına inanılan DYP’de, asıl aday listesi önemseniyor.
Bu noktada İlhan Kesici’nin CHP’ye gitmesinin üzüntüsü yaşanıyor.
DYP’de genel başkanlık yarışına girmiş, "Sağın lideri olacağım" iddiasındaki birinin bu tutumunu kızgınlıkla karşılıyor, şık bulmuyorlar.
DP adının DYP ve Anavatan’dan daha etkili olduğunun ortaya çıktığını da söyleyen DYP yönetiminde ilginç bir sıkıntı daha var.
Şu gerekçeyle Mesut Yılmaz’ın mutlaka DP adayı olmasını istiyorlar:
"Yılmaz’ın Karadeniz’deki gücü ortada. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin diğer yerlerinde de az veya çok var. Karadenizli adamını tutar. Yılmaz’ın mağdur edildiğine inanıp, ’Bize bunu bile fazla buldular’ diyerek bize kızacaktır."
Yılmaz’ın "Makam peşinde değil, güç vermek istiyorum" söylemine de çok inanan DYP, Kesici ardından bir de bu sıkıntıyı yaşamak istemiyor.
O nedenle, Yılmaz’ın adaylığı için DYP’den, Anavatan’a baskı yapılması gibi bir ironiyle karşı karşıyayız galiba.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın "çürük yumurta" benzetmesini, AKP’yi destekleyen medya gruplarının da sürekli olumsuz haberlerle küçültmeye çalışmasını, sağ ve soldaki birlikteliklerin iktidarı zorlayacağının başka bir göstergesi olarak görebiliriz. Yoksa, AKP yüzde 50’lere ulaşacağına göre bunca saldırıya gerek var mı!
Oysa AKP çevreleri görüyor ki bu birliktelikler aleyhlerine.
Dördüncü Doğa Sporları Şenlikleri nedeniyle gittiğim Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde, Elazığ ve Erzincan’ın ileri gelenlerinden aldığım hava da bu.
Bir de DP önderleri Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu’nun cumhurbaşkanlığı seçim süreci ile ilgili açıklamaları halka yansıdıkça AKP’nin "mağduriyet" kozu, "beceriksizlik" kanıtına dönerse tablo bambaşka olabilir.
Bu çerçevede ben izlemedim, ama yankılarını Kemaliye’den aldım.
Mumcu’nun perşembe gecesi bir TV kanalında "Erdoğan, önerdiğim dört isimden birini kabul etseydi, bugün bir AKP’li Köşk’teydi" ve "Başbakan, TSK’nın 27 Nisan açıklamasını önceden biliyordu" demesi çok dikkate değer bulunuyor.
O nedenle de DP’nin, meydanlardaki performansı çok önemseniyor.
CHP’DE KADIN ADAY ÖNEMİ
Halk birliktelikleri Erdoğan gibi görmüyor; hem siyasi dağınıklığın giderilmesi hem de güçlü partilerin oluşması bakımından çok önemsiyor.
CHP-DSP ittifakı, iki partinin oy toplamının üstüne çıkacağından herkes hemfikir olduğu için ayrı bir dikkatle izleniyor.
Meydanların CHP-DSP ekseninde itici güç haline geldiği de bir gerçek.
Elbette CHP’nin, o meydanlardaki kadın mesajını iyi okunması şart.
İlaveten, BM UNDP’nin bir anketi, kadın aday konusunun her parti için önemli eşik haline geldiğini gösteriyor; ama aynı araştırma, özellikle Batı illerinde, kadın adaylarla seçmenden daha çok oy alacak parti CHP, diyor.
Pazar günü CHP’de altı ilde önseçim var.
Önseçim yapılacak illerden ikisi Batı’daki Aydın ve Muğla.
Batı’da oldukları için özellikle bu iki ilin CHP delegesinin genel merkeze vereceği kadın aday mesajını çok önemli görüyorum.
Kadın adayları tepelere çıkaran delege meydanlara da destek olacaktır.
YENİLERİNAKP’DEKİMİSYONU
AKP de kadın aday konusunu önemsiyor; ama bunu daha çok vitrin düzenlemesi çerçevesinde öne çıkardığı izlenimi vermekten uzak durmalı.
Kamuoyunda tanınmış, merkezde yer alan isimlerle ilgili tutumunda da AKP aynı izlenimi veriyor; çünkü geride kalan 4.5 yılın ağır izi ortada.
Birkaç yazımda da ifade ettim; AKP seçmeninin çok büyük bölümü Milli Görüş dışındaki seçmendi; ama AKP yönetimi iktidarda onları dikkate almadı.
Onları temsilen AKP içinde yer bulanların bir kısmı partiden dışlandı, kalanlar ise kendilerine verilen "önemli" görevlerin dışına çıkmadılar.
O isimler, Milli Görüşçü AKP’lilerin hiçbir çıkışını eleştiremedi.
Çünkü destekleri güçsüzdü; örgütte de yerel yönetimlerde tabansızlardı.
Erdoğan da onlardan yana tutum almadığı gibi azıcık ses çıkarmaya yeltenen milliyetçi kanadı iki günde darmadağın etti.
Oysa AKP’nin ihtiyacı, üstte tarafsız konuma çıkabilen bir lider, altta ise Milli Görüş’ü az çok dengeleyecek liberal ve milliyetçi kanatlar.
Erdoğan, yeni isimlere bu misyonu verirse çok şey değişir; ama bu olmazsa o isimler de AKP’yi merkeze çekemez, sadece aldatıcı vitrin olurlar.
Yazının Devamını Oku 17 Mayıs 2007
AKP’nin iki numarası Genel Başkanvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın büyük ortağı olduğu Menas şirketi, hayali ihracat yaptığı gerekçesiyle savcılığa verildi. Ukrayna ile yazışmalar nedeniyle hazırlık soruşturması altı aydır süren iddia, Gümrük Başkontrolörü Bayram Çolak’ın raporuyla gündeme geldi. Çolak, 2002 seçimlerinde CHP’den aday adayı olmuş bir başkontrolör.
Ancak, dosya kendi seçimi değil; Ukrayna gümrüğünün başvurusu üzerine Türk Gümrük Müsteşarlığı tarafından görevlendiriliyor.
Hatta, görevi veren AKP dönemi iki bürokrattan biri Fırat’la akrabalık ilişkisi içinde; ama buna rağmen Fırat, Çolak’ın CHP ile ilişkisini "kasıt unsuru" olarak görüyor.
BAŞBAKAN’A ŞİKÁYET MEKTUBU
Görevi alan Çolak, incelemesinde Menas’ın ihracatında, dolaşım belgeleri, faturalar ve konşimentolarda farklılıklar buldu.
Kamu kurumlarının kaşe ve mühürlerinin sahte olduğunu, Ukrayna’dan gelen belgelerin Türkiye’dekilerle illiyetinin kurulamadığını da tespit etti.
İşlemin hayali ihracat olduğu sonucuna varan Çolak, raporunu, savcılık işlemi yapılması talebiyle Gümrük Müsteşarlığı’na gönderdi.
Müsteşarlık, Çolak’ın talebini haklı bulup raporu savcılığa iletti.
Mersin Cumhuriyet Savcılığı da milletvekili olması nedeniyle Fırat’la ilgili işlemleri ayırarak, Menas yöneticileri hakkında soruşturma başlattı.
Gelişmeler üzerine Fırat, Çolak’ı, gümrüklerin bağlı olduğu Devlet Bakanlığı’na şikáyet etti; ancak şikáyet, "Çolak kusurlu değil" diye reddedildi.
Fırat yılmadı, bu kez Başbakan Erdoğan’a bir şikáyet mektubu yazarak, menfaat teminine yönelik bir organizasyonla karşı karşıya bulunduğunu savundu.
Çolak’ın CHP ile ilişkisini bunun göstergelerinden sayan Fırat, mektubunda, "Çolak’ın işe giriş tarihindeki servet beyanı ile son servet beyanının kıyaslanması halinde aradaki farklılık görülecektir" dedi.
Bu ifadeyle gizli kalması gereken mal beyanı bilgilerine sahip olduğunu gösteren Fırat, mektupta, Çolak’ın iş dosyaları hakkında da bilgi veriyor.
DANIŞTAY KARARLARINA RAĞMEN
Erdoğan, Fırat’ın mektubunu 5 Nisan 2007 günlü onayla işleme koyup Başbakanlık Başmüfettişleri Emin Baysa ve Mehmet Gürbüz’ü görevlendirdi.
İki müfettiş de 27/07-30 sayılı bir yazı ile Çolak’tan savunma istedi.
Çolak, savunmasında özetle, "Görevi ben seçmedim, bana verildi. Hayali ihracatı görmese miydim? Raporum da bütün yönleri ile Müsteşarlığımca değerlendirildikten sonra savcılığa intikal ettirildiği için o noktadan itibaren benim değil müsteşarlığındır" dedi.
Burada ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Çünkü Danıştay, pek çok kararında, "Denetim elemanları görüş merciidir, karar mercii değildir; sorumlu tutulamazlar" hükmünü vermiş.
Ayrıca, savcılığa intikal etmiş raporu nedeniyle, denetim elemanı için Başbakanlık soruşturması pek de rastlanılır bir olay değil.
Çolak’ın raporu üzerine, Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Merkez Bankası’nın Menas’ın ihracat kaynaklı teşvik ve primleri faiziyle geri aldığını da anımsatacak olursam, o zaman Başbakan’a, "Bu işleminiz yolsuzlukla mücadeleye destek mi, köstek midir" diye sormak gerekmez mi?
Çolak’ın CHP’den adaylık için yeniden müracaatı da soruyu değiştirmiyor.
Yazının Devamını Oku