9 Temmuz 2007
AKP, Muş’ta aday sıralaması nedeniyle sıkıntı yaşıyor.<br><br>Bu durumu gören Başbakan Tayyip Erdoğan, toparlama görevini Muşlu olduğu için, partisinin yeni ismi Zafer Çağlayan’a verdi. Birlikte Muş’a yaptığımız gezide Çağlayan’ı, AKP’ye iyice ısınmış; ama içinden geldiği çevrenin kendisine yüklediği sorumluluğun da farkında gördük.
Kendisine "vernel" görevi yüklendiğinin bilincinde olan Çağlayan, AKP’nin bir dönem daha iktidara geleceğinden emin, şu tespiti yapıyor:
"Göreceksiniz, ikinci dönem daha farklı olacak. Türkiye asıl kalkınmayı, asıl itibarı bu dönemde kazanacak. Kurumlar arası çatışma olmayacak."
AKP’ye yönelik bazı eleştirileri "önyargılı" bulan Çağlayan, AKP’nin, "Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" sloganını çok önemsiyor.
SANKİ GÖREV TETİKÇİLİK
Çağlayan, ortaya çıkan "önyargılarda" AKP’nin payı konusunda, en azından görüntü olarak, ciddi bir sorgulama içinde görünmüyor.
Ancak, Erdoğan’ın, anlatılması halinde olaylara farklı yaklaşabileceğine inandığından, oldukça rahat.
AKP’nin yeni isimlerinin de "anlatma" görevini iyi yapacağına inanıyor.
Çağlayan’la sohbette, muhalefete karşı oldukça dikkatli üslup kullandığını gördüm; eleştiri yerine partisinin görüşlerini savunmayı önde tutuyor.
Özellikle Deniz Baykal’a karşı saygılı bir dil kullanıyor.
Bunda işadamı ve yeni siyasetçi olması etkili görülebilir; ama Çağlayan’ı dinlerken sağdan sola gidenlerle soldan sağa gidenlerin farkını düşündüm.
İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar, Edip Safder Gaydalı, Yaşar Okuyan gibi siyasi yaşamları sağda şekillenmiş isimler CHP’ye gittiler.
Bu isimlerin bir tekinin, eski partileri veya liderleri konusunda, bırakın sert eleştirileri, olumsuz tek bir ifadesine tanık olduk mu?
Ama, bir de dönün Ertuğrul Günay başta olmak üzere Haluk Özdalga’nın, Zafer Üskül’ün eski partileri ve liderleriyle ilgili açıklamalarına bakın.
Görevleri eski partilerine karşı tetikçilik yapmak, görüntüsü veriyorlar.
Her gün, çoğu hükümete yakın bir gazetede boy gösteriyorlar; CHP’nin ne faşistliği, ne aşırı milliyetçiliği, ne gericiliği kalıyor!
Baykal ise başbakanlık için darbelerden medet uman bir lider!
Son olarak Günay, Başbakan Erdoğan’ı TV’lerde tartışmaya çağıran Baykal’a, "Başbakan çok meşgul, gel benimle tartış" "nezaketini" de gösterdi.
YA GERİDE KALANLAR
Çağlayan’ın bazı arkadaşları da bizimle birlikte Muş’a geldiler.
Bazılarının AKP ile bir yakınlığı yok; Çağlayan’ın tercihini onaylamış değiller; ama iki taraf da aynı saygı içinde bağlarını koruyor.
Kesici, Kayalar, Gaydalı ve Okuyan için de geçerli olan bu tablo, soldan sağa geçenler için geçerli diyebilir miyiz?
Bence, hayır; Günay, onları unutmuş olabilir; ama eski arkadaşları bugün hálá siyasi çizgilerine olan samimi inançla yola devam ediyorlar.
Hiç değilse o arkadaşlar hatırına daha dikkatli bir dil kullanılamaz mı?
Belki de bir bakanlık her şeye değerdir de biz yanlış düşünüyoruz. Sağdan sola gidenler ile soldan sağa gidenler arasındaki bu fark neden?
Sol neden iktidar olamıyor, diyen solcular biraz da bu konuyu düşünmeli.
Yazının Devamını Oku 5 Temmuz 2007
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la Sivas ve Malatya mitinglerine gittik. Daha havaalanında İlhan Kesici ile sohbetinden, halkın karşısına nasıl çıkacağına verdiği önemi anlıyoruz.
Mitinglere, uzun kollu gömlek giyerek çıkmanın tişörte oranla daha iyi bir görüntü oluşturduğunu söylüyor.
Konuşma öncesi performansının etkilenmemesi için dikkatli davranıyor; uçakta ikramı bu nedenle reddediyor.
Meydanlardaki gündemden ise memnun; biraz da kendisinin belirlediğini düşünüyor.
TEK DERTLERİ MEDYA
İma ettiği gündemin terör olduğunu hemen anlıyoruz.
"Milletin gündeminin birinci maddesi terör. Başbakan bundan rahatsız, bu nedenle gündemi değiştirmek için çamur atmaya bile yelteniyor" diyor.
Tek dertlerinin ise medya olduğunu söylüyor.
"Bize yer vermemeleri hadi neyse; ama o yetmiyor, iktidarı uçurmak için her yol deneniyor. Millet bunu görecek" diyor.
Aslında bu yakınmayı, konuştuğum bütün CHP’lilerden duyuyorum.
Örneğin, medyatik kimliği olan İlhan Kesici bile şunları söylüyor:
"Bize yer verilmediği kesin, onu geçtik de; bir de kanalları dolaşıyorsunuz; kim var AKP savunucusu, CHP aleyhinde olan eski solcu, liberal, YDH’li, ikinci cumhuriyetçi hepsi kanal kanal dolaşıyor, varsa yoksa CHP. Bakıyorum bir profesör CHP’ye sıfır veriyor. O da solcu geçiniyor."
Baykal’a dönecek olursak, mitingleri önemsiyor; ama halka mesajlarını TV’lerde daha iyi verebildiğini düşünüyor.
Çünkü orada kendisinin daha sakin dinlendiğini, derdini orada daha iyi anlattığını varsayıyor.
Miting kalabalığından daha fazlasına ekrandan ulaştığını söylüyor.
O nedenle mümkün olduğunca TV kanallarına çıkmayı önemsiyor.
Kendi çıktığı programlardan alınan reklam miktarlarına bakıyor, buradan dinlenilirlik oranını çıkarıyor.
"Orada bir vurup geçiyoruz, o vurup geçtiğimizi en az birkaç yüz bin kişi duyuyor" diyor.
ERDOĞAN TEŞEKKÜR ETMELİYDİ
Anketlerin taraflı olduğunu belirtirken bir soru üzerine internet anketleri için şunları söylüyor:
"Onların temsili değeri yok; ama geçen seçimde oradan bize yüzde 8-10 oy gelirken bu kez yüzde 30’lara çıkıyor."
Uçaktaki sohbet Baykal’ın, Sosyalist Enternasyonal toplantısında Barzani ve Talabani ile tartışmasına geliyor.
Uluslararası bir platformda terör konusunu gündeme getirerek, Türkiye adına önemli bir görev yaptığını söyleyen Baykal, bir rahatsızlığını dile getiriyor:
"Ama Türkiye’de bu konumdan rahatsız olan çevrelerin varlığı görülüyor. AKP çevreleri bunun başında. Bu, çok üzüntü verici bir olay. Benim anlayışıma göre iktidarda olsaydım, böyle davranan bir muhalefet liderine telefon açar, kutlarım; bundan sonra ne gibi çalışmalar yapılır konuşurum. Bu Türkiye’nin tezi; ama Başbakan bundan memnun değil. Bu hükümetin çelişkisi değil mi?"
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2007
AKP’nin Ankara adayları Adalet eski Bakanı Cemil Çiçek, Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, Zeynep Dağı ve Nazlı Ergün büromuzu ziyaret ettiler. Sohbetimiz sırasında Kapusuz, barajı iki partinin geçeceğini, bu nedenle AKP’nin 367’yi aşabileceğini söyledi.
Bunun üzerine, bütün veriler bir partinin 367’yi aşmasına şans tanımadığı halde, Başbakan Erdoğan da her meydanda aynı şeyi söylediği için Kapusuz’a, "367’yi geçmeyi gerçekten istiyor musunuz?" diye sordum.
Kapusuz, sorumu biraz da garipseyerek, "Tabii ki" yanıtı verdi.
Bu kez, "Hangi parti olursa olsun fark etmez, tek partinin 367’yi aştığı bir ülke demokratik kalabilir mi" sorusunu yöneltip, "Bir vatandaş olarak böyle bir sonucu dilemem" dedim.
Sözlerim üzerine, Çiçek devreye girdi, "Seni anlıyorum; ama işin şöyle bir boyutu var" diyerek kendi bakışını ortaya koydu.
DİYETLİ DEMOKRASİ
Türkiye’nin her bölgesine, her iline giden tek partinin AKP olduğunu söyleyerek söze başlayan Çiçek, bu noktada haksız da sayılmaz.
Diğer partilerin seçimin ertesi günü kepenk kapattığını aktaran Çiçek, "Göreceksiniz 23 Temmuz sabahı da aynı şey olacak" iddiasında bulundu.
"Türkiye’de siyaset sahnesindeki temel eksiklik bu" diye devam etti.
Kendilerinin her gün 2 veya 3 ilde miting yaparken, muhalefetin bölgesel mitinglerle yetindiğini belirten Çiçek, sözlerini şöyle bitirdi:
"Bakın, son 4.5 yılda kaç lider, Güneydoğu’ya kaç kez gitti? Oraya gitmek yerine Ankara’da oturup, korku siyaseti yapıyorsun. Yap, ama o zaman ne oluyor? Korkudan beslenen bir demokrasi oluyor. Korkudan beslenen demokrasinin de meyvesi acı oluyor. Diyetli demokrasi oluyor. Sorunun nedenini burada aramalı."
Çiçek, muhalefet için düşündürücü bulunması gereken bu değerlendirmesiyle, "Kabahat bizde değil" demeye getirdi; ama böylesi bir sonucun demokrasi için risk içerebileceğini onayladığını da ima etti.
Çünkü, uzlaşma yerine sayısal üstünlükle bir partinin anayasada istediği gibi düzenleme yapmasının ne kadar demokratik olacağı herkesçe düşünülmeli.
Bu gücün, siyasi geleneğinde demokratik öğeleri zayıf kalmış; ama bugün demokrasiyi baş tacı ettiğini savunan bir kadro tarafından kullanılması da soruyu ortadan kaldırmaz.
Aksine, istenen gerçekten demokrasi mi, sorusunu da gündeme getirir.
KÜRSÜDEKİ "TARAFSIZ" BAŞKAN
Anayasa’nın 94’ücü maddesi açık; bunu en iyi bilenlerden biri de TBMM Başkanı Bülent Arınç’tır.
Arınç, o maddedeki, "TBMM başkanları, üyesi bulundukları siyasi partinin Meclis içi veya DIŞI faaliyetlerine katılamaz" ibaresini bildiğine göre acaba görevinden istifa etti de kimsenin haberi mi yok?
AKP’nin Kayseri mitinginde mahcup bir şekilde kürsüye çıkan Arınç, "tarafsız" başkanlığı konusunda bir ilki daha gerçekleştirmiş oldu.
Arınç, o kürsüye kendi iradesiyle de çıkmış olsa, Başbakan’ın veya Abdullah Gül’ün daveti üzerine de çıkmış olsa sonuç değişmez.
Ortada Anayasa’ya açık aykırı bir tutum ve pervasızlık var.
Sadece bu örnek dahi 367’nin tek partide olması halinde, Anayasa’ya veya demokratik değerlere sadakatin nereye varabileceğinin göstergesi olabilir.
Yazının Devamını Oku 28 Haziran 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Milliyet’te, Fikret Bila’ya cumhurbaşkanlığı seçim sürecini değerlendirirken, "Süreci tıkayan anamuhalefet partisidir. Sayın Baykal, AKP’yi yönetmeye kalkıp isim verdi. İsim vermesi partide tepki yarattı. Baykal isim vermese onu da ziyaret ederdik" dedi.
Erdoğan’ın ima ettiği isim Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’di.
Şener, Erdoğan’la birlikte yola çıkmış, AKP kurulurken ilk üçte yer almış, dürüst ve kucaklayıcı kimliğiyle kabul görmüş bir isim.
Erdoğan, bu siyasi arkadaşının cumhurbaşkanlığı için önerilmesini, partisinin bütünlüğü açısından tehlikeli bulduğunu söylemek istiyor.
Başbakan’ın, partisinin bütünlüğüne önem vermesi son derece doğal; ancak Şener adının bu noktada tehlike yaratacağına kaç kişi inanır, bilinmez.
Üstelik; Şener adını parti içi cumhurbaşkanlığı anketine katan da kendisi.
Erdoğan, Bülent Arınç ve Abdullah Gül adlarının olmadığı bu ankette, en çok oyu Şener’in aldığı da basında yer buldu.
O zaman, Baykal’ın bu ismi telaffuz etmesi, süreci neden tıkamış olsun ki?
YERSEN DENDİ
Şener gibi, üstelik eşi de türbanlı bir AKP’li üzerinde uzlaşma sağlanması Türkiye için çok önemli bir çıkış yolu da olabilirdi.
Bila’ya söyledikleri gösteriyor ki bu çözümü istemeyen Erdoğan.
Yoksa, "Cumhura başkan seçeceğimize göre, en geniş uzlaşmayla sonuca varalım" diye düşünseydi bugün Çankaya Köşkü’nde, bir AKP’li oturuyor olurdu.
Buna rağmen meydanlarda, "Cumhurbaşkanını seçtirmediler" söylemi almış başını gidiyor ve öyle görünüyor ki AKP, bu söylemle seçimi kazanabilir de.
O nedenle, Erdoğan’ın istediği, cumhurbaşkanı seçmek değildi, genel seçimi kotaracak bir argümana sahip olmaktı, diye düşünebiliriz.
Böyle olmasa, kendisine Başbakanlık yolunu açan Baykal’ın isim önermesinden, minnet yerine, niye bu kadar rahatsızlık duyulsun ki?
Hakkı teslim edelim; Erdoğan’a Başbakanlık yolu açılırken ülkede büyük bir uzlaşma vardı; Sabih Kanadoğlu’nun karşı tezine rağmen, "derin devlet" devreye girmeden(!), doğru olan yapıldı, itirazsız Başbakan’a yol açıldı.
Ama, aynı Erdoğan, cumhurbaşkanı seçerken böylesi bir uzlaşı ortamı aramadı.
İşte o zaman Kanadoğlu’nun tezi, "derin devlet" önderliğinde hayata geçirildi, Gül’ün seçimi engellendi! TSK 27 Nisan bildirisi yayınlanınca, "derin devlet"in kanıtı da bulundu.
"Yersen" diye sahaya çıkıldı ve bugün itibarıyla yedirildiği görülüyor.
DERİN DEVLETTE AKP HAKLI
Şu da bir gerçek; Şener, bu süreçte "İsterim" havası da hiç yaratmadı.
Ama, elinden tutulup Köşk’e oturtulacak uslu adam görüntüsü de vermedi.
Aksine, devleti yönetim tarzında farklı üsluba sahip olduğunu gösterdi.
Hem böyle bir ismin Köşk’e çıkışı önlendi; hem de seçim kozu bulundu.
İşsizlik, AB, Irak, terör, asayiş, yolsuzluklar... Unutuldu.
AKP açısından son derece başarılı görülecek bir seçim atmosferi doğdu.
"Derin devlet" hep AKP’nin yolunu "tıkayan"(!) uygulamalara imza attığı sürece, bu böyle devam edip gidebilir.
O nedenle merak ediyorum; Ümraniye’de çöplükte bulunan silahlarda da izi çıkan şu "derin devlet"i AKP nereye kadar yok edebilecek?
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün meydan söylemleri gösteriyor ki, AKP’nin birinci propaganda konusu cumhurbaşkanlığı seçim süreci. Konu bu kadar çok gündeme getirilince, doğal olarak meydandaki taraftarların Cumhurbaşkanı’nı yuhalamasının da önüne geçilemiyor.
Ancak, bu yuhalamaların Cumhurbaşkanlığı söz konusu olan Gül’ün önünde yapılması anlamlı; çünkü bugün yarına örnek oluşturabilir.
Belki, bu noktada Başbakan’ın, kendisine yönelik bazı eleştiriler karşısında sık sık "Ben Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’yım, bunu unutmasınlar" deyip, "edepli olunması" uyarısını yaptığını anımsatmak da gerekebilir.
AKP’nin tepesinin konuya yaklaşımı böyleyken, seçim nedeniyle gittiğim illerde tabanın da aynı konuyu dindarlık temelinde dillendirdiğini yazmıştım.
Bu propagandanın aynen devam ettirildiğini iki örnekle aktarmak istiyorum.
DİNDARA ENGEL OLDULAR
Bir araştırma şirketi, belde ve köylere yönelik seçim çalışması yaptı.
Anketörler sahaya gönderildi, anketçibaşı kahvehanelerde karargáh kurdu.
Bazen gün boyu kahvehanelerde oturmak durumunda kalan anketçibaşları, biri Erzincan-Elazığ arasında bir köyde, diğeri Fatsa girişinde bir kahvehanede, propaganda yapan AKP’lileri izleme fırsatı yakaladılar.
AKP’liler, konuyu cumhurbaşkanlığı seçimine getirerek, "Bugüne kadar ilk kez bir dindar cumhurbaşkanı seçilecekti; engellediler" dediler.
Konuşma aynı tarzda uzayınca, şirketin, "Sakın tartışmalara müdahil olmayın" uyarısına rağmen bir anketçibaşı dayanamıyor, "Bu haksızlık değil mi; en azından Özal da mı dindar değildi" diye soruyor.
Kahvehane sakinleri de bu müdahale üzerine cesaretlenip itiraz edince tartışma çıkıyor, AKP’liler yanlış anlaşıldıklarını söylemek zorunda kalıyor.
Abdullah Gül’ün, bu temeldeki propagandanın yanlış olacağını söylemesine rağmen, tabanda tam hız devam edildiği anlaşılıyor.
Din temelinde siyaset yapılmayacağını kırmızı çizgi olarak ilan etmiş AKP’nin bazı üyelerinin, bir lisede namaz kılınması haberleri için de, "Bunlar namaza karşı" söylemini dillendirdiklerini ayrıca belirtmeli.
KÜBRA GÜL VE HİLTON
Abdullah Gül’ün kızı Kübra’nın, türbanlı katıldığı kep giyme töreni için YÖK’ün, Bilkent Üniversitesi hakkında soruşturma açmasına gösterdiği tepkiyi de benzer çerçeve içinde görebiliriz.
YÖK’ün tutumunu yanlış buluyor, Gül’ün eleştirisini de anlıyorum.
Ayrıca, TSK’nın 27 Nisan bildirisi gibi, YÖK başkanının bazı sözleri ile YÖK’ün bazı kararlarının AKP lehine işlediğini de düşünenlerdenim.
Sanırım bu durumdan AKP de memnun, Gül de.
Yoksa, YÖK’ün kararını eleştirirken, kızı Kübra ile Paris Hilton arasındaki sevimsiz bağlantıyı kuran az satan bir gazetenin bir köşe yazarı dışında, kimse olmadığına göre, Gül konuyu neden 72 milyonun dikkatine getirdi?
Amacın, dindar insanların tepkisini artırmak, mazlum rolü oynamak olduğuna inanmıyorum; ama görüntü böyle oluşuyor.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2007
DP’nin Antalya mitingi için şehre varır varmaz, otel lobisinde Genel Başkan Yardımcısı Celal Adan ile karşılaştım. Adan, Anavatan-DYP bütünleşmesine verdiğim önemi iyi bilir.
Kendisi de bu bütünleşme için çok çaba sarf etmiş bir isim.
DP içinde konumu, kimine göre en az Mehmet Ağar kadar ağırlıklı olan Adan’ın bana ilk sözleri şunlar oldu:
"Şükrü Bey, hayret içinde kaldım. Kime yaklaşsam, DP bütünleşmesinin sitemini duyuyorum. Adama soruyorum, Anavatan’a mı, DYP’ye mi oy veriyordun. Hiçbirine, diyor. Bütünleşme olsa ilk kez DP’ye oy verecekmiş. Sanıyorum bütünleşme gerçekleşseydi, yüzde 20’yi bulabilirdik."
NEDEN SICAK DEĞİL TEPKİ
Yüzde 20’yi bilemem; ama gittiğim illerde de gördüğüm, bütünleşme gerçekleşseydi DP’nin baraj gibi bir sorunu olmayacaktı.
Ama DP geleneğinin çok güçlü olduğu Aydın’da yapılan ilk mitingde hiç de iç açıcı bir mesaj çıkmış görünmüyor.
Hava sıcaklığı falan da bunun mazereti olamaz.
Aynı şeyleri Antalya için de söylemek mümkün.
Süleymancılar’ın lideri Ahmet Arif Denizolgun’un birinci sıra adayı olması nedeniyle bu cemaatin desteğindeki Antalya mitingi, bence DP’yi tatmin edecek bir miting olarak görülmemeli.
İnancım o ki eğer bütünleşme gerçekleşseydi, DP’ye her dönem güçlü destek veren Aydınlı da, Antalyalı da sıcağa katlanırdı.
Ama, bu seçmen kitlesinin morali o kadar bozuldu ki sormayın.
Bütünleşmenin sağlanamaması tam bir inanılmazlar komedyası, facia ve hesapsız, kitapsız bir iş olarak nitelendiriliyor.
Bu facia yetmedi, DP aday listesi de ustaca hazırlanmadı.
Yani, Susurluk’un kahramanlarından Sedat Bucak’ın Şanlıurfa’da liste başı yapılmasını açıklayabilmek mümkün değil.
Eğer Bucak, Ağar’ın iyi arkadaşı ise kenarda tutulabilmeliydi.
Ne oldu peki; haklı veya haksız, yeniden çete haberleri içinde Sedat Bucak adı geçti mi, geçmedi mi?
Ayıkla bakalım şimdi pirincin taşını.
ALİ TARAN
Listelere başka eleştiriler de yapmak mümkün; ama geçelim.
Böylesi badirelerden geçen DP’nin, seçmen karşısına güçlü sloganlarla çıkmasını beklemek doğal değil mi?
Harika çocuk Ali Taran’ın, "Bond, James Bond" der gibi "Mehmet, Mehmet Ağar" sloganı mı tabloyu etkileyecek?
Taran alanları gözlemleyerek belki yeni sloganlar çıkarır.
Ancak, benden söylemesi, öyle miting alanlarının gerisinde, takım elbiseli koruma ordusu ile duracaksa, işi zor.
Yalnız; kim seçti, Ali Taran mı, başkası mı bilmiyorum; ama "Olmadı yar" şarkısı DP için çok doğru bir seçim.
Niye olmasın ki, Adan’ın başlangıçtaki sözleri ışığında şarkının şu mısralarını bir de siz tekrarlayın bakalım:
"Son pişmanlık neye yarar /Her şeyin bedeli var /Olmadı yar. Buraya kadar."
Dilerim, "buraya kadar" DP için olmaz...
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2007
SEÇİM nabzı ile ilgili yazılara baktığımızda, AKP’nin lehine görünen gündemlerin sürece hákim olduğunu anlıyoruz. TSK’nin 27 Nisan bildirisinin, AKP’nin lehine hava estirdiği, en azından, AKP’yi terk etmiş seçmene, geri dönme mazereti yarattığı söylenebilir.
Bu yankı nedeniyle AKP’nin, bildiriden memnun kalması bile olası.
Bildiri ile Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirememeyi yan yana getiren bir mağduriyet kampanyası yürütülmesi de bunun işareti gibi.
Şimdilik görünen, bu argümanların AKP lehine çalıştığı; ama ilerleyen süreçte bunun unutulacağını savunan, "İşte terör tırmanışı" örneğini verenler de artıyor.
PAKETLERLE KÖYDES
AKP’nin bu seçimdeki diğer avantajlarına baktığımızda ise ilk iki sırada gıda paketleri ve kömür yardımı ile KÖYDES projesi görülüyor.
İki proje de köylünün AKP’den soğuduğu yönündeki tezleri pek doğrulamıyor.
DP bütünleşmesinin gerçekleşmemesi de AKP’yi köyde oldukça rahatlatıyor.
Muhalefet partileri de bu durumu gördükleri için sosyal yardım paketleri yerine doğrudan para yardımı vaadini öne çıkarmaya başladı.
Bununla, "Ey vatandaş, devletin yardımını milletvekili ile il başkanının iki dudağı arasına bırakmayacağız. Sana iş veremeyen devlet olarak, para yardımı yapacağız. Bununla hem şaibeye son vereceğiz, hem de parayı kendi önceliğine göre harcama hakkını sana tanıyacağız" mesajı iletiliyor.
Görmezden gelinecek bir mesaj değil; ama sonucu sandıkta belli olacak.
Öte yandan liderler arasındaki tartışma da güncel konulardaki polemikler üzerinden devam edince, işsizlik, yolsuzluk, asayiş, suç oranındaki yükselme ve ekonomik sorunlar geri planda kaldı.
Örneğin; 2.7 milyon kişinin artık iş arama umudunu yitirdiği, 2.5 milyon işsiz olduğu, her yıl 900 bin kişi şehirlere göç ederken 1.5 milyon gencin üniversite kapılarından döndüğü gerçeği öne çıkamıyor.
ENERJİDE AÇIK RİSKİ
Bir başka örneği enerji sektöründen vermek istiyorum.
TETAŞ, 7 Haziran’da, Temmuz-Aralık dönemi için 3.2 milyar kwh enerji temini için ihaleye çıktı; ama yeterlilik alan 12 şirketten Enerjisa, Ayen, Kartet, Akenerji ve Habaş "Teşekkür" mektubu ile yetinirken Cam İş, Entek, Nuh, Turcas, Zorlu, Bereket ve Sönmez enerji şirketleri ise ancak 830 milyon kwh enerji önerisinde bulundu. Toplam ihalenin yüzde 26’sını karşılayan bu miktar için istenen bedel, kwh başına 14.40 YKr ile 16.95 YKr arasında oldu. TETAŞ, fiyatı çok yüksek, miktarı ise çok yetersiz buldu.
Şimdi, ihalenin iptalinden başka bir çıkar yol görünmüyor. Bu sonuçtan hareketle, 2008’de beklenen enerji dar boğazının bu yıl çıkma riski söz konusu; ama ihale üzerinde bir tartışma yapılıyor değil. Böyle olunca da ihalenin iptali sorunu çözer mi, yeni enerji üretimi gerçekleşmedikçe daha ucuz arz olabilir mi gibi sorular sorulamıyor.
Ekonomi ile ilgili kurumların tespitlerine bakıldığında ise gündemi bu konular oluşturduğunda, vatandaş, daha çok ekonomik vaatlere bakıyor.
Bundan olumsuz etkilenen ise daha çok iktidar partileri oluyor.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2007
Karargáh orada oldukça bitmezSEÇİM nedeniyle son bir haftada Niğde, Adana ve Hatay’a gittim. Görünen o ki terör devam ederse, seçmen davranışını etkileyen birinci unsur haline gelecek ve bundan olumsuz etkilenecek tek parti AKP olacak.
AKP ve tabanı da bunu hissettiği için karşı argümanlar geliştirmiş.
İlk Niğde’de hissettiğim, Hatay’da açıkça gördüğüm bu argümanları birkaç noktada toplayabiliriz.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in, PKK’lıları affettiği yönündeki iddiaların bu kadar yaygın dillendirildiğini bilmiyordum.
Böylesi afların Cumhurbaşkanı’nın tercihi değil, Adalet Bakanlığı’nca hazırlanan dosyanın sonucu olduğu yönündeki gerçek de durumu değiştirmiyor.
TAVAN İLE TABAN UYUMU
"Niye subaylar ölmüyor" sorusunun da bir köşe yazarının görüşünden kaynaklandığını düşünüyordum; ama hiç de öyle değilmiş.
On gün önce Hatay’da küçük işletmelerle ilgili bir birliğin yönetim kurulu toplantısında terör konusu gündeme geliyor.
AKP’li olan bir üyenin bu soruyu gündeme getirmesine, diğerleri, "Bu haksız değerlendirme değil mi?" diye karşı çıkıyor; ama söz orada duruyor.
Maalesef birkaç gün sonra iki subay şehit ediliyor.
Sonraki toplantıda olanı tahmin etmeye ise gerek yok.
Hatay’da, nabız yoklamak için bir başka kuruluşun yönetim kurulu üyeleri ile görüşürken de terörün sonucu etkileyebileceği söylendi.
Bunun üzerine, AKP’li olduğunu söyleyen üye, "Yani sınır içindeki terör önlendi de sıra Irak’a mı geldi? Ankara’da niye bomba patlıyor" dedi.
Bu görüşmemden bir gün sonra Başbakan’dan da aynı sözleri işitince, AKP’nin tepesi ile tavanı arasındaki görüş birliği dikkatimi çekti.
Bir başka tez; "Terör, 1 Mart tezkeresi geçmediği için azdı" biçiminde.
"Bunun sorumlusu CHP" deniyor ve yine ilginçtir; Başbakan da önceki gün, CHP’yi kastederek, "Bunu engelleyenin konuşma hakkı yok" dedi.
BİLEREK SÖYLÜYORUM
CHP Lideri Deniz Baykal da dün, Erdoğan’ın terörü teşvik ettiğini ve terörle mücadelenin önündeki en önemli engel olduğunu söyledi.
Kendisine bu sözleri sorduğumda, "Bunun sorumluğunu üstlenerek söylüyorum. İddialı bir laf bu. Çünkü karargáh orada oldukça terörü yok edemezsiniz" dedi.
Baykal, Başbakan’ın, "Suriye’de tek kişiydi" sözüne de, "Ne alaka, orada bir kişi yoktu, karargáh vardı. O karargáh yok edildiği için terör yenildi. Başbakan bunu anlamıyor" itirazında bulunuyor.
Başbakan’ın bu mücadeleye inanmadığı iddiasında da bulunan Baykal, Erdoğan’ın yanlış işler yaparak terörü teşvik ve tahrik ettiğini savundu.
Cami avlusunda siyaseti hiç doğru bulmadığını ısrarla vurgulayan Baykal, "Ama insanlar bu hükümetin mücadeleyi tutarlı verdiğine inansaydı, bu tepkiler olur muydu? Çünkü bu hükümet gider başkası gelir. Terör o zaman da olabilir. Önemli olan samimiyet" demeyi de ihmal etmedi.
İktidar ve muhalefetin terör konusunda birbirleriyle ilgili değerlendirmeleri böyle. Halkın gelişmeleri yakından izlediği de ortada.
Terör durdurulmadıkça, bu mücadeleyi en iyi yapacağına halkı inandıran parti daha avantajlı olacak, tartışma biraz da buradan çıkıyor.
Yazının Devamını Oku