6 Ağustos 2007
"Sabah 06 Protokolünün Çöküşü" başlıklı dizi için bana en çok sorulan soru, "Kim bozdu" oldu. Önce şunu belirtmeliyim ki, Mehmet Ağar’la iki kez görüştüm; ama "Zamanı değil" diyerek süreci konuşmayı kabul etmedi.
Keşke Ağar, kararını değiştirse, onun da penceresinden olayı görebilsek.
Projenin çökmesi en çok da maddi çıkar iddialarına bağlandı.
Bence, bir neden varsa, bu maddi çıkarı da aşan daha büyük bir şey olmalı.
Ancak, maddi çıkar konusunda şunu söyleyebilirim:
Dedikodusu çok olsa da iddiaları somutlaştırmak mümkün değil.
Bu iddiaların, DP Genel Muhasibi Bahattin Şeker ve Erkan Mumcu başta olmak üzere birkaç kişi tarafından Ağar’a iletildiğini belirtmeliyim.
Ağar’ın, iddiaları, "Aday olamayan, şansı zayıf olanların dedikoduları" diye görüp, "Üstüne gidelim" dememesi eleştiriliyor.
HÜSREV’DE SÖYLENEN SÖZ
Projenin çökmesinde AKP çevrelerinin etkili olduğu da konuşuluyor.
Bazı AKP’lilerin, çok önceden, bütünleşme olmayacağını söylediği, Mumcu ile Ağar’ın gece yarıları Melih Gökçek ile buluştukları belirtiliyor.
Mumcu, Gökçek ile cumhurbaşkanlığı seçimini konuştuğunu söyledi.
Ağar’ın böyle bir buluşma yapıp yapmadığı ise henüz net değil.
Fethullah Gülen cemaatinin etkisi de sözü edilen bir diğer konu.
Hükümete yakın medyanın bütünleşmeye yönelik negatif haberlerinin çok etkili olduğu kesin; ama Gülen’in doğrudan müdahalesini ileri sürmek zor.
Bu noktada Ağar’ın yardımcısı Celal Adan’ın ABD gezisi önem kazandı.
Adan, bana gönderdiği açıklamada, ABD’ye oğlunun mezuniyet töreni için gittiğini, Gülen ile buluşmadığını bildirdi. Ama, Ağar’ın, Mumcu’ya, "Ne dedin de Gülen Hoca’yı incittin", Adan’ın da Anavatanlı Süleyman Sarıbaş’a, Hüsrev lokantasında, "Görüştüm, destekliyor" dediklerini biliyorum.
Adan, konuyu kendisine ilk açıp, "Mumcu’ya cemaatin tepkisinin nedeni siz de sormuşsunuz" diye sorduğumda ise, "Olabilir, ama ben görüşmedim" dedi.
O zaman, acaba genel bir sitem Gülen’e mi mal edildi, diye sorulabilir.
GÜVEN VESAYGI YOK
Projenin çöküşü için görünür nedenlerine gelince. Ağar, liderlik ona bırakıldığı için sorunu çözmesi gereken kişiydi.
Ağar ise sorun çözmek yerine, "Elbette, tereddüt mü var" diyerek mavi boncuk dağıttı, protokole sadakati sağlamadı, partisini kapatan Mumcu’nun elini rahatlatacak önlemler almadı, Mesut Yılmaz ve arkadaşlarına Mumcu’yu sıkıştıracak koz diye baktı, Anavatan kongresine gidip konuşmadı, listeleri Mumcu ile birlikte yapmadı, Adan’ın etkisinde çok kaldı.
Çok aceleci, heyecanlı olan Mumcu ise, "Ağar’dan daha iyi bir liderim" imalarıyla rekabete girişti, TV yayınlarına çıkarak Ağar ve DP’yi eleştirdi, Mesut Yılmaz adını duyduğu her yerde sert eleştiriler yaparak Yılmaz’ı sürecin sorunu haline getirdi.
Oysa Yılmaz’ın bu süreci desteklediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Karşılıklı saygının dahi yeterli olmadığını gördüğüm süreçle ilgili yazılması, konuşulması gereken daha pek çok şey var. Üç günlük bir yazı dizisinde ancak bazı noktalara açıklık getirebildim.
Bundan sonrası konuşmak isteyen herkese düşüyor; ben açığım, hazırım.
Çünkü, siyasi tarihin bu büyük başarısızlığı tümüyle açıklığa kavuşmalı.
Yazının Devamını Oku 2 Ağustos 2007
SEÇİMLERDEN en olumsuz etkilenen partinin CHP olduğu ortada.<br><br>Sonuç, "Vurun abalıya" hesabı CHP Lideri Deniz Baykal üzerinde yeniden tartışma yarattı; güçsüzlüğü başından belli muhalefet yeniden hareketlendi. CHP’de bir yenilenme olması gerektiği açık; ama bu liderden mi başlamalı sorusu partinin geleceğiyle bağlantılı bir soru oluyor.
Baykal’ın ayrılmasının partinin bütünlüğünü koruyup korumayacağı, yerine gelecek ismin daha iyi bir seçenek olup olmayacağı belli değil.
Bu süreçte Baykal’dan sade üyeye kadar tüm partililer serinkanlı bir hata tespitine yönelmesi, bunları açık yüreklilikle ortaya koyması şart.
Ama en baştaki görev de Baykal’ın yakın çalışma arkadaşlarına düşüyor.
İSTİFALAR KARARLI OLMALI
Bunun böyle olduğunu onlar da biliyor ki hemen istifalarını sundular; ama ben bu istifaların göstermelik olduğu kanısındayım.
Çoğunu yakından tanıdığım, saygın bulduğum bu isimlerin, istifanın tek yanlılık yönünü önde tutarak davranmaları beklenirdi.
Çünkü partinin politikasında ve alınan sonuçta belki de Baykal’dan daha büyük sorumluluk bu kadrolarındır.
Örneğin Onur Öymen, Avrupa terbiyesi almış bir siyasi; son yıllarda CHP’nin AB dahil önemli politikalarının temel belirleyicisi.
Buna ilaveten, sol bir partinin yöneticisi olmasına rağmen, 27 Nisan bildirisine karşı çıkmak yerine destek vermiş bir isim.
Örneğin Genel Sekreter Önder Sav.
Halk kendisini ne kadar tanır, halkın karşısına kaç kez çıkmıştır?
Önceki CHP genel sekreterleriyle kıyaslandığında ne kadar başarılı bulunur?
Parti yönetiminin, doğru ya da yanlış, ama taraf bulmuş "politbüro algısına" neden olan diğer isimleri de tek tek sayarak yürüyelim.
Genel Başkan Yardımcıları Eşref Erdem, Cevdet Selvi, Mustafa Özyürek; Genel Sekreter Yardımcıları Algan Hacaloğlu, Oğuz Oyan; Genel Muhasip Mahmut Yıldız; MYK üyeleri Fuat Çay, Sinan Yerlikaya, Mehmet Ali Özpolat.
Bu isimler gerçekten Baykal’ı seviyorlarsa koltuklarını bir an önce kadınların ve gençlerin daha ağırlıklı olduğu yeni bir kadroya devretmeliler.
FELSEFE DE DEĞİŞMELİ
Kadro yenilenmesi, siyaset yapma anlayışını da etkilemeli.
Bilimselliği en çok kullanan parti olması gerekirken CHP, kamuoyu nabzını tutmak için anket yapmamakla övünen bir yönetime sahip.
Üniversite mezunlarından yüzde 42 oy alan CHP ile bu görüntü ters.
Lidere görüş açıklamaktan çekinen, görüşlerini bilimsellik ve kararlılıkla savunamayan bir kadro da CHP’ye ters.
CHP’nin, Baykal sonrası sürece şimdiden hazırlanması şart; ama ondan da önce yoksulların, gençlerin, Kürtlerin CHP’yi neden terk ettiği üzerinde düşünülmeli, bu kesimleri geri çevirecek yeni politikalar tespit edilmeli.
Bir ahkám kesme yazısı oldu; ama aday listeleri kadınsız ve gençsiz olan CHP’ye bunları söylemek gerekiyor.
Hadi bir ahkám daha keselim; TBMM Başkanvekilliği için bu kez bir kadın milletvekili önerilse CHP için şık olmaz mı?
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2007
AKP’nin seçim başarısının belki de en önemli yanı Güneydoğu sonuçlarıdır. AKP, Güneydoğu’da 2002 genel ve 2004 yerel seçimlerinde aldığı oyu ciddi oranlarda artırarak DTP’ye karşı çok dikkate değer bir zafer elde etti. Bu zaferin PKK için de büyük bir yenilgi olduğu ortada.
"Sonuçta, Barzani’nin bölgede AKP’yi desteklemesi de rol oynadı" iddiası da hiç gerçekçi olmadığı için bu savı değerlendirme dışı tutmalı. CHP ve MHP’nin Kürt seçmeninden oy alamadığını ortaya koyan bu seçimden, iktidar partisi olmasına rağmen AKP’nin, üstün bir sonuçla çıkması ülke bütünlüğü açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
DEVLETİN VARLIĞI GÖRÜLDÜ
AKP’nin Güneydoğu başarısını, partinin iki numarası ve bölgenin en önemli siyasi önderlerinden biri olan Dengir Mir Mehmet Fırat ile konuştum.
Bölge halkının 2004 seçiminde de Türkiye’nin bütünlüğü yönünde mesaj verdiğini, başta DTP olmak üzere bazı kesimlerin bunu görmediğini söyleyen Fırat, "Terörün ilk çıktığı yıllarda, kültürel haklardan söz ediliyordu. Halk terörle bunun elde edilemeyeceğini gördü" dedi.
Türkiye’de son yıllarda büyük demokratik dönüşümler yaşandığını, bazı mantıksız yasaklar kalkarken sınırlı da olsa Kürtçe yayınların başladığını vurgulayan Fırat, başarıdaki en önemli etken için yine de "KÖYDES" diyor.
KÖYDES sayesinde Kars’ta bile bazı köylerin ilk kez motorlu araçla tanıştığını belirten Fırat, "Diyarbakır’ın bin 200 köyünden sadece 600’ünde sağlıklı su vardı. Bugün ise sadece 5-6’sında yok" dedi.
Bunun bölge halkında aidiyet duygusunu yaydığını, "Devletim bana yol, su, vs. getirdi" denildiğini sözlerine ekleyen Fırat devam etti:
"Bölgeye giden kamu görevlilerininw doğru seçimi de bunlara eklenince, halk ’Beni anlayın, itmeyin; ben bu ülkenin insanıyım’ dedi. Bu nedenle ki PKK desteği de büyük ölçüde kesildi. PKK’nın çatışmaya girmek yerine hain tuzaklarla şehit verdirmesi de bundan."
BUZ GİBİ TERÖR ÖRGÜTÜ
"Şimdi bölgeye yeni yaklaşımlar da gerek. İşsizlik, göç önlenmeli; GAP harekete geçirilmeli, yabancı sermaye sulamaya sokulmalı; noksanlıklar giderilmeli; KÖYDES daha etkin şekilde kullanılmalı" önerilerini yapan Fırat, Başbakan Erdoğan’ın tutumunun kendisine cesaret verdiğini söyledi.
Fırat’a, DTP Başkanı Ahmet Türk’ün, "AKP planlarımızı bozdu" sözünü de anımsattım ve şu ilginç yanıtı aldım:
"Daha beklemedikleri çok şey olacak. Bakın belediye seçimleri geliyor. Diyarbakır’ı da alacağız. Oy oranları çok değişti. Çünkü, o arkadaşlarımız yanlış kararlar veriyorlar. Öncelikle görmeliler ve kabullenmeliler ki PKK buz gibi bir terör örgütüdür. Üstelik de taşeron bir örgüttür."
Fırat, özellikle Ağrı, Adıyaman, Mardin başarısına da dikkat çekiyor.
Ağrı’da 1. sırada eski ANAP milletvekili Yaşar Eryılmaz var.
Bakın AKP’nin buradaki refleksi ne kadar önem kazanıyor.
AKP’ye adaylık için Eryılmaz değil, kardeşi başvuruyor.
AKP, araştırıyor, ağabey Eryılmaz adı öne çıkınca ona teklif gidiyor; sonuçta da AKP Ağrı’da DTP’ye nefes aldırmıyor, 5-0 geliyor.
Sonuç böyle; şimdi ise sıra AKP’nin soruna kalıcı çözüm getirecek adımları daha hızlı atmasında.
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2007
KİM ne derse desin, şimdi daha net bir şekilde ortaya çıkıyor ki seçim aslında 28 Nisan günü bitmiş, halk o gün kararını vermiş. Elbette AKP başarısının altında sadece 27 Nisan bildirisi yok.
Ekonominin sürekli büyümesi, sosyal yardımlar, icraatlar, alternatifsizlik gibi birçok neden sıralanabilir; ama 27 Nisan bildirisi, AKP’den uzaklaşmakta olan seçmen kitlesini yeniden geri çevirdi; SP, merkez sağ ve Kürt seçmenden büyük kaymalara neden oldu.
Tek neden yok derken, sadece seçim taktikleri, bilimi kullanma, organizasyon üstünlüğü dahi AKP başarısının sıradan olmadığını gösteriyor.
KONUŞMALARA YÖN VERİLİYOR
Örneğin kamuoyunun haberi olmadı; ama AKP Genel Merkezi’nde, Başbakan Erdoğan’ın isteği ile kurulan bir Strateji Ekibi her gün görev yaptı.
Devlet Bakanı sosyolog Beşir Atalay’ın başkanlığındaki ekip, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün, sosyolog AKP eski milletvekili Dr. Zeynep Karahan Uslu, siyaset bilimci Prof. Dr. İhsan Dağı, felsefeci Doç. Dr. İbrahim Kalan, alan araştırmacısı ve iktisatçı İbrahim Uslu’dan oluştu.
Ekip, Başbakan dahil liderlerin konuşmalarını her gün masaya yatırdı, iki günde bir Erdoğan’a "Şunu söylemeyin, bunu söyleyin. Şu yanlış oldu, bunda ısrar edin" içerikli raporlar sundu.
Erdoğan, önerilerin neredeyse tamamına uydu, söylemini ona göre düzenledi.
Ekip, diğer partilerin söylemlerine karşı ne yapılmalı kararını da verdi.
Başbakan’ın miting performansı dahi ekibin görev sınırları içinde oldu.
Ekibin önüne her hafta en az iki alan araştırması getirildi ve bu alan araştırması didiklenerek, buna göre illere yönelik yeni politikalar oluşturuldu.
Trendler yönetilirken daha proaktif öneriler de geliştirildi, Başbakan’ın söylemi bu doğrultuda değiştirildi.
BİR YIL ÖNCE KİRALANAN ALANLAR
AKP, bütün organlarını en iyi çalıştıran parti oldu
Reklam kampanyası da buna göre ayarlandı.
Yine çok bilinmez; seçim yılı olması nedeniyle AKP, tam bir yıl önce, Hakkári hariç tüm il ve ilçelerdeki outdoor ilan panolarının tümünü kiraladı.
Kampanyayı götüren Erol Olçak, "Daha dört ay kullanma hakkımız var. Dış yüzeylere yöneldik, çünkü bu seçimde seçmen dışarıda, sokaktaydı" dedi.
AKP, bu ön alması nedeniyle diğer partilere çok sınırlı açık alan reklam yüzeyi bıraktı.
Olçak, ilk kez Erdoğan’a başbakanlık yolunu açan Siirt seçimlerinde kullandıklarını, "Başbakan’ın sesiyle telefonla vatandaşa ulaşma" projesini bu kez Ankara ve İzmir mitingleri öncesinde hayata geçirdiklerini söyledi.
Diğer partiler bu yola neden başvurmadı bilinmez; ama AKP, şehirlerarası yollarda ilan panolarını kullanma cinliğini gösteren ilk parti de oldu.
Gerekçesi, "Vatandaş yolculuk boyunca etrafa bakıyor. Çevre boş olunca okunabilecek büyüklükte olan pano da mutlaka okunuyor" idi.
Erdoğan’la Abdullah Gül’ün miting sayısında muhalefete fark atmasını ise yazmaya gerek bile yok.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2007
YAZIMI seçim sonuçları açıklanmadan önce yazdım.Kim kazanırsa kazansın, seçime yönelik şu değerlendirmelerim değişmez. Seçimde bu kez hangi partinin ne yapacağı tartışmasından çok, alttan alta asker ve AKP karşıtlığı belirleyici oldu, buna göre oy verildi.
TSK’nın 27 Nisan bildirisi, AKP ve destekçilerine inanılmaz bir fırsat verdi, AKP’nin düşüşteki grafiği yükselişe geçti.
Bildirinin yarattığı hava ile AKP destekçileri, önce seçimin engelleneceğini dillendirdiler, sonra da seçimden önce provokasyonlar yapılacağını.
Bu komplo teorilerinden hiçbiri tutmadı.
Daha geçen hafta AKP yanlısı medyada bir yazar, "Bir Amerikalı akademisyen, seçime bir gün kala AKP’yi çok zor durumda bırakacak, büyük bir terör saldırısı ihtimalinden söz ederse, siz ne düşünürsünüz" diye sordu.
AKP yararına yayılan bu korkulara rağmen demokratik bir seçim yapıldı.
ÜÇÜNCÜ KOL BAŞARISI
Korku senaryosu yazarlarının amaçlarına ulaşıp, demokrasi için korkulması gereken asıl merkezleri gölgelediklerini kabul edebiliriz.
Çünkü, seçimin AKP’nin propaganda üstünlüğü ile geçtiği ortada.
Doğrudur; AKP organize, bilimsel çalışan, sınırsız harcama yapan, lideri en çok dolaşan parti oldu.
Doğru; AKP muhalefet partisi hırsı ile çalışırken, muhalefet partileri propaganda çalışmalarında geride kaldılar.
Ancak, hiçbir dönem yan kollar bu kadar öne çıkmadı; afişlerde adı küçücük yazılan dernekler, vakıflar AKP’ye destek için yüz binlerce liralık ilanlarla sokakları, medyayı donatmadı.
Medyada AKP’nin büyük bir üstünlüğü görüldü.
Muhalefet partilerini destekleyen belki birer gazeteden söz edebiliriz; ama aynı başlıklarla çıkan AKP yanlısı pek çok gazete oldu.
Televizyon kanallarında da durum farklı olmadı; çaktırmadan AKP’ye destek veren bazı solcularla liberaller kanal kanal dolaşıp muhalefeti yerdiler.
ASKER KARŞITLIĞINA DEVAM MI
AKP, seçim propagandasını cumhurbaşkanlığı mağduriyeti üzerine oturttu.
Buna halk üzerinde etkili olan, "Dindar cumhurbaşkanını engellediler" söylemini eklediler.
Erdoğan’ın, "Yeni Meclis’te uzlaşma ararız" açıklamasını da muhalefet koza dönüştüremedi; çünkü propaganda üstünlüğü hiçbir zaman iktidardan alınamadı.
Yukarıdaki nedenlerle pek de alınamazdı zaten.
Aynı nedenle cumhuriyet mitinglerinin etkisi kırılmaya çalışıldı.
Bu ortamda gidilen seçimde halk son kararı verdi.
Şimdi hangi parti iktidara gelirse gelsin, Türkiye’nin yeniden büyük bir uzlaşmaya, yitirdiği ortak değerleri yeniden bulmaya ihtiyacı var.
Bunlar kadar önemli bir konu da siyasi partiler ve seçim yasaları.
Bu yasaların değişmesi için 4.5 yıl iktidarı boyunca AKP’ye hiç baskı yapmayan, "demokrasi şampiyonu" yan kollar bakalım bu dönem ne yapacaklar?
Asker karşıtlığına devam mı edecekler, yoksa gerçek demokrasi talebini mi yükseltecekler?
Hep birlikte göreceğiz.
Yazının Devamını Oku 19 Temmuz 2007
ÖNCEKİ gün Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Konya, dün de Deniz Baykal’ın Giresun ve Antalya mitinglerini izlerken, iki liderin birbirlerine yönelik sert eleştirilerine bir kez daha tanık oldum. Başbakan’ın Baykal’a yönelik eleştirileri daha çok geçmişle ilgili.
Bu eleştiriler, Baykal’ın 30 yıl önceki Maliye Bakanlığı, 5 aylık 1995’teki Dışişleri Bakanlığı dönemleri ile CHP’nin II. Dünya Savaşı koşullarındaki icraatı üzerine kurulu.
Dünkü uçak yolculuğumuz boyunca Baykal, bu eleştirilere tek tek yanıt verdi.
BAYAR İLE MENDERES’İN KEMİKLERİNİ SIZLATIYOR
Baykal, Maliye Bakanı olarak görev yaptığı dönemde tüm dünyada benzinin karneye bağlandığını, iflasların yaşandığını, Dresdner Bank’ın bile bu süreçten kurtulamadığını söyledi.
Kısa Dışişleri Bakanlığı döneminin ise AB koşuşturması ve Kardak krizi ile tamamlandığını; ancak o dönem, Türkiye adına çok önemli bir adım attıklarını anlattı.
"Teröristbaşının Suriye’den çıkarılma süreci böyle başladı. Suriye’nin, ’Böyle bir adam yok’ söylemi karşısında; olmaz böyle gayri ciddilik deyip, Suriye’ye ilk notayı o zaman verdik. Şimdi o notayı bulduruyorum" dedi.
Baykal’ın, Başbakan’ın miting meydanlarında gösterdiği, CHP dönemi ekmek karnesiyle ilgili yanıtı da ilginç:
"O dönem tüm dünyada yaşanan bu. İngiltere’de Başbakan’ın yakası yamalı. Türkiye, savaşa girmemiş, ama bundan uzakta değil; elbette büyük acılar çekildi. Bayar ve Menderes de o günlerde CHP içinde. Böyle bir yola başvuruyorlar, birlikte bu kararı alıyorlar. Dayanışma içinde bunu yapıyorlar. Eğer onlar 70 yıl sonra bu kararlarının seçim meydanlarında kullanılacağını bilselerdi çok üzülürlerdi. Yani Başbakan, Menderes ve Bayar’ın kemiklerini sızlatıyor."
AĞAR’A DA SAHİP ÇIKTI
Baykal, Başbakan’ın kendisiyle ilgili her türlü araştırma, soruşturma yaptığını, hiçbir şey bulamayınca 30, 70 yıl geriye dönmek zorunda kaldığını belirterek şöyle bir vurguda bulunuyor:
"Demek ki araştırdılar hiçbir şey bulamadılar. Bula bula bunları buldular. Buldukları bunlarsa, bunlar, Başbakan’ın Baykal’ı takdiridir."
Baykal, bu noktada bir şey daha yapıyor.
Erdoğan’ın siyasi etik dışı davranışlarda bulunduğunu belirterek, "Ağar döneminde şu kadar şehit oldu, diyor" anımsatmasını yaptı.
Sonra da alışık olmadığımız şekilde, bakın bir başka parti liderini nasıl savundu:
"Yanlıştır. Sayın Ağar, o dönem bir bürokrat olarak terörle savaşmaktadır. Başbakan değil, bakan bile değil. Yani sorumluluğu belli. Şimdi ona niye bunu soruyorsun ki? Sorun da şehit sayısı değil ki, verdiği mücadelenin güvenilir, samimi olup olmadığıdır."
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2007
CUMA günü MHP’nin Afyon, cumartesi de AKP’nin Ankara mitinglerini izleyince iki parti arasında uçurumun sanılandan da öte olduğunu gördüm. Devlet Bahçeli’nin AKP’ye bakışında tek bir olumlu yan olmadığını, AKP’ye ülkeye ihanet eden parti gibi baktığını, bu ağır ithamın seçim atmosferinde söylenmiş, sıradan sözler olarak görülemeyeceğini söyleyebilirim.
Başbakan Tayyip Erdoğan da farklı değil; mitingdeki, "Birileri de mafyaya bulaşır; onların vuruşunu bilirsiniz" sözlerinde hedef belli.
Buna dayanarak; sandıktan tek parti iktidarı çıkmazsa, zorunluluk doğması halinde bile AKP ile koalisyon yapmayacak tek parti MHP olur, derim. Başka bir ifade ile AKP-CHP koalisyonu bile olabilir; ama AKP-MHP asla.
AKP mitinginde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, AKP-MHP koalisyonu kurabileceğini ima etti; ona hodri meydan.
KADIN FARKI
Her iki mitingde bariz bir fark ortaya çıkıyor.
AKP mitingine katılan kadınlar arasında başı açık olanlar epey azınlıkta kalırken, MHP mitinginde aksi söz konusu.
MHP’deki bu tabloda, Bahçeli’nin cumhuriyet değerlerine vurgusu etkili olmuş gibi; çünkü önceki yıllarda başörtülü kadın sayısı da yüksekti. Ancak, her iki mitingde de kadınların liderleri, eşleri veya erkek arkadaşlarıyla yan yana ve zaman zaman da samimi pozlarla izlediklerini gördüm.
Yanağına üç hilal çizili asenanın eşinin dizine oturuşuyla, erkeğinin beline sık sıkıya sarılan türbanlı genç kadın arasında çok bir fark yoktu.
Merak konusu olan mitinglere katılıma gelince. Afyon’da Bahçeli, Erdoğan’a oranla daha büyük bir kalabalığa hitap etti.
Bu durum MHP’nin merkezde, AKP’nin ilçelerde güçlü olmasına bağlandı.
TANDOĞAN’A YAKLAŞAMAZ
AKP’nin Ankara mitinginde ise bazı kompleksler öne çıktı. AKP’liler cumhuriyet mitingleri ile yarışmaktan vazgeçmiyor.
İzmir’de bunu denediler, sonuç ortada; ama ders alınmamış.
O mitinglerle parti mitingleri çok farklı olsa da AKP’nin kıyaslaması, bir parti için iyi denilebilecek Sıhhiye mitinginde de devam etti.
Gittiğim her mitingde kalabalığın çevresini dolaşır, içine girerim. Tandoğan Cumhuriyet mitinginde de, diğerlerinde de aynısını yaptım.
Sadece kürsüden bakmakla yetinenler yanılıyorlar. AKP mitinginin yapıldığı alan Gökçek’in ifadesi ile 14 bin metrekare.
Ankara’yı bilenler için belirteyim; Sıhhiye’deki U dönüşü köprüsünden Hitit heykeline kadar olan alan, biraz seyrek de olsa doluydu.
Gökçek’in verdiği bilgiyi esas alsak dahi rakam ortaya çıkar. Ama Tandoğan mitingini görmeyenler Sıhhiye’de ahkam kesti.
Kıyas yanlıştır, AKP mitingi Tandoğan’ın yanına bile yaklaşamaz.
AKP’lilerin bir başka kompleksi de kendi geçmişlerini es geçip rakiplerinin geçmişini, cumhuriyetin ilk yıllarına kadar sorgulamaya tabi tutmaları.
Melih Gökçek, Cemil Çiçek ve Tayyip Erdoğan 12 Eylül öncesine, 30 yıl geriye, seferberlik yıllarına, cumhuriyetin kuruluşuna kadar gittiler.
Diğerlerini geçsek dahi, kıyası 2002’den önceki 79 yılla yapmak, Cumhuriyetin ilk yılları ile bugünlerin koşulları aynıymış gibi kabul etmek, yanlış anlaşılma/algılanma dışında neye yarar ki?
Yazının Devamını Oku 12 Temmuz 2007
MESUT Yılmaz’ın bir günlük seçim kampanyasını izledim. İlk göze çarpan, Yılmaz’ın yanından uzaklaşan her Rizelinin elindeki polaroit kartı sallayıp durması.
Yılmaz, 8 bini polaroit, 32 bin seçmeniyle fotoğraf çektirmiş.
Polaroit fotoğraflar anında teslim ediliyor, dijital olanlar ise çekimden 5 dakika sonra, kenarda bekleyen minibüsten servis ediliyor.
Kampanyanın önemli destekçisi Abdürrahim Albayrak da her fotoğraf alana, "Bunlar gümrüklerde pasaport yerine geçer ha" demeyi ihmal etmiyor.
Yılmaz’la fotoğraf çektirmede kadınlar daha istekli.
Zaten Yılmaz, Rize’de kadınlardan daha çok oy alacak görünüyor.
"Kocam beni 40 kere de boşasa, oyum sana" diyen kadın bile çıkmış.
Normal, orası Rize; ama Yılmaz da ihtiyatlı davranmış, "Sonra bana celup koca istemeyesun ha" esprisini yapmış.
BİR AY DİŞ SIKACAKLAR
Yılmaz’ın kampanyasını Anavatan Partisi eski örgütü sürüklüyor.
Muayenehanesine, "Mesut Yılmaz’ın seçimi nedeniyle bir ay kapalıyız. Dişinizi kuvvetli sıkın" duyurusu asan Diş Hekimi Avni Kabaoğlu da dahil, ANAP’ın eski milletvekilleri, ilçe, il başkanları hepsi birlikte çalışıyor.
Kampanyanın başkanlığını ANAP’ın son il başkanı yapıyor, Yılmaz’ın İstanbul’da yaşayan arkadaşları da önemli görevler üstleniyor.
"Bire bir temas" üzerine kampanya yapan Yılmaz, şimdiden gitmedik ilçe ve belde, AKP’li de olsa ziyaret etmedik belediye başkanı bırakmamış.
Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı hariç, AKP’li belediye başkanları kendisine saygıda hiç kusur etmiyor.
Bakırcı ise Yılmaz’a savaş açmış durumda.
Yılmaz’ın arkadaşları, inşaatlardaki AKP afişlerini gösterip, "Rize’de inşaatın varsa, bunu yapmak zorundasın" diyorlar.
Ardından Bakırcı’nın, "Biz burada otoriteyiz, otoritemizi kullanacağız. Bizden hizmet alacak; ama evine, işyerine başkalarının posterini asacaklar. Buna izin vermeyiz" dediğini aktarıyorlar.
Bakırcı’nın bu konuşmayı yaptığı toplantıda AKP 2. sıra adayı Lütfü Çırakoğlu da, "Halk bize sırtını dönerse, seçimden sonra biz de sırtımızı döneriz. Evlerine bazı partilerin afişlerini asarlarsa biz de asacaklarımızı biliriz" diye konuşmuş.
Bakırcı, ilk otoritesini, bu konuşmaların fotokopisini dağıtan Yılmaz destekçisi bir büfe sahibinin işyerini yıkarak göstermiş.
A’NIN ALTERNATİFİ B+C+D OLUNCA
Yılmaz, "Rize böyleyse diğer illerde neler oluyor düşünün" diyor.
AKP’lilerin bu söz ve eylemleri kendisinin tepkisini yükseltmiş; daha hırslı çalışıp Başbakan Erdoğan’a daha fazla yükleniyor.
Erdoğan’ı, "Bizi rantiye diye suçlamışlardı. Asıl rantiye dönemi bugün. Üstelik rantiye de 3-5 bin yabancı. Bu yabancılar 4.5 yılda faiz ve temettü olarak 90 milyar dolarımızı dışarı taşıdılar" sözleriyle eleştiriyor.
Buna rağmen AKP neden önde görünüyor, sorusuna ise şu yanıtı veriyor:
"1) Yarış dengesiz. A partisinin alternatifi B değil; B+C, hatta B+C+D, 2) Gündem rejimle devlet tartışması. Bu da AKP ile CHP’ye yarıyor. Tartışmada vatandaş yok. Bu AKP’ye ayrıca artı yazıyor. Oysa, vatandaş konuşulsa AKP kaybedecek."
Yazının Devamını Oku