Bu tabloyu net olarak görmeye başladık.
Toplumsal dokumuz; maalesef, hesap soran, sorgulayan, hakkını arayan, itiraz eden değil...
Biat eden, inanan, adalet bekleyen, büyüklerin işine karışmayan, fırsat bulduğunda tıpkı büyükleri gibi olmayı hayal eden bir kumaş.
Yani “eldeki malzeme” bu... 1919’da da şimdilerde de...
Buna rağmen, tepeden verilen, bahşedilen bir “batılı rüya”nın temellerini atmak istedi Cumhuriyet.
Bir nevi Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıldı.
O, “Türkiye laiktir, laik kalacak” diyen lümpen kitlelere pek güvenmeyin.
Sosyalizm, hatta genel anlamda “sol”da da aynı eğilim var. Bu yüzden insanların bir “reçete”ye göre hareket etmelerini istemişlerdir. Oysa liberalizm ferdiyetçidir. Her koyun kendi bacağından asılır, müdahalesiz ekonomide sihirli bir el dengeyi sağlar... vs. Ancak vaat ettiği özgürlük (!) ortamından istifade etme konusunda becerikli değilseniz, bu defa “kör kuyularda merdivensiz kalma” durumları ortaya çıkıyor.
Bugün, gelişmiş denilen “Batı” da dahil, dünyanın her yerinde geleceklerinden beklentisi sınırlı kitlelerin sayıları giderek artıyor. Bunlar hayata karşı kırgın ve kızgınlar. Kendilerine gösterilen “havuç”lara artık inanmıyorlar. İşin en acısı, rahatlayacakları ve yaslanacakları hiçbir idealleri yok. Açık denizlerde yelkensiz kalmaları, kendilerini sürükleyecek bir hayallerinin olmayışı, bu insanları devamlı dibe çekiyor.
Lümpen Proletarya denilen, orta sınıf artığı, “bu da mı ofsayt hakem bey” bahanesine angaje milyonlarca insan, mutsuzluklarını daha yukarıdakilere yaygınlaştırmaya bileniyorlar. Egemenler demokrasisi artık onları kandıramıyor. Kapitalist erdemler “kaybedenler kulübünde” bir karşılık bulamıyor. Bilinçli bir itiraz, bir reddediş, taammüden kalitesizleşme, “bana yar edilmeyeni kimseye yar etmem” motivasyonu, bir “Ahlak kaosu”nu yol açıyor. Şimdilerde kimsenin anlayamadığı ve kontrol etmekte zorlandığı bir toplum dokusu 300 yıllık değerleri çatırdatıyor.
Başa dönersek;
Kapitalizm günün sonunda bir başarısızlık öyküsü görüntüsü veriyor. Üstelik, mutsuz pasif bireyler, yine mutsuz ama hırçın, isyankar, eskiyi sorgulamadan reddeden kitlelere dönüşüyor. Diyeceksiniz, din bu boşluğa çare olur mu? Hiç konuşmaya gerek yok. O pratik de başka bir tür çürümüşlük yarattı. İşid’den El Kaideye... lafı uzatmaya gerek yok, geçiniz...
Peki ya Sosyalizm? Galiba tek umut o.
Demokrasinin, refahın, bilginin, sanatın, estetiğin, iyi insan olmanın, özetle insanlığı taşıyacak kolonların yeniden inşasına bu ihtiyar dünyanın acil ihtiyacı var. Ne derdi Şeyh Bedrettin. “...Yar yanağından gayrı...”
Diğer bazı dinlerden farklı olarak detay bazda kurallarla bezenmiş.
Şüphesiz kimi belirlemeleri “indirildiği” dönemin problemlerinin çözümüne yöneliktir.
Örneğin kölelik kurumu ile ilgili düzenlemelerin bugünün dünyasında karşılığı kalmamıştır.
Esasında Kuran dahil, insanlığı, dinlerin verdiği “kristalize mesaj” ilgilendirir.
İyi insan olmanın kriterleridir bunlar.
Dolayısıyla, kutsal metinleri ve ona atfen oluşturulmuş külliyatı, her daim geçerli olan manevi kurallarını ön plana alarak değerlendirmek galiba 21. yüzyılda bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor.
Bakınız, böyle bir dünya yok.
Gazeteci olayları tarafsız yansıtan ve objektif yorumlayan kişidir.
Bu durumun ötesinde, yüksek demokrasi standartlarının korunmasına dair “tanrısal bir vazifesi” yoktur.
Hani, hiç kimse “gazetecinin zürriyetine” güvenip onu “Don Kişot” konumuna sokmasın.
Oluşturulan zenginliğin dengeli ve adil paylaşımı konusunda hep kulağının üstüne yattı.
Bu yüzden şimdi kurduğu sistem bizzat geniş halk kitleleri eliyle sorgulanıyor, çatırdatılmaya çalışılıyor.
Oysa öykü nasıl da güzel başlamıştı.
“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” diyerek yola çıkılmıştı.
Cesur ve duyarlı bu açıklamaya AK Parti İzmir Milletvekili Atilla Kaya’dan tepki geldi. Atilla Bey, Seda Kaya’yı “HDP’li gibi konuşuyor, terörü cesaretlendiriyor” şeklinde eleştirdi.
Aziz Kocaoğlu, EGİAD Başkanı’na destek verdi, Seda Başkan, “Kendimizi Sayın vekile anlatamamışız” dedi, vekil görüşünde ısrar etti...
Bakınız, dünyanın her demokratik ülkesinde sivil toplum kuruluşları konuşur. Özgürlüğün soluğunu hissettiğiniz, karar vericileri bu yolla uyararak kamu adına denetlediğiniz çok önemli iletişim kanallarıdır bu yapılar.
Şüphesiz her eleştiri karşı eleştiri hakkını doğurur.
Ancak burada önemli olan husus, “eleştiriyi kimin ve hangi iklimde” yaptığıdır.
Maalesef iktidar partisinin “hoşlanmadıklarına” dair sicili pek parlak değil.
Bu ideoloji varsayılmıştır ki, Laiktir, Milliyetçidir (Türkçü), İslamcı anlayışlara mesafelidir.
Galiba bu “ezberi” tartışmak gerekiyor.
Zira bu yönetim modeli, final tahlilde daima Sünni İslamcı bir “fener’le” hareket etmektedir. Ülkenin direksiyonuna geçtiklerinde ilk işleri bu toprakları gayrimüslim nüfustan “arındırmak” olmuştur.
Bu iştah hep diri tutulmuştur.
Katı bir laiklik anlayışı ile bu modele uygun nesiller yetiştirmeye çabaladı.
Sonra farklı gerekçelerle kemerler gevşetildi.
Geldiğimiz noktada, “Cumhuriyetin”, öyle geri dönüşsüz bir mesafe almadığı tespitini yapanlar haksız sayılmaz.
Mesela, Kürtler, Türk tanımı üzerinden Ulus Devlet’le mutabık değiller.