Paylaş
Sosyalizm, hatta genel anlamda “sol”da da aynı eğilim var. Bu yüzden insanların bir “reçete”ye göre hareket etmelerini istemişlerdir. Oysa liberalizm ferdiyetçidir. Her koyun kendi bacağından asılır, müdahalesiz ekonomide sihirli bir el dengeyi sağlar... vs. Ancak vaat ettiği özgürlük (!) ortamından istifade etme konusunda becerikli değilseniz, bu defa “kör kuyularda merdivensiz kalma” durumları ortaya çıkıyor.
Bugün, gelişmiş denilen “Batı” da dahil, dünyanın her yerinde geleceklerinden beklentisi sınırlı kitlelerin sayıları giderek artıyor. Bunlar hayata karşı kırgın ve kızgınlar. Kendilerine gösterilen “havuç”lara artık inanmıyorlar. İşin en acısı, rahatlayacakları ve yaslanacakları hiçbir idealleri yok. Açık denizlerde yelkensiz kalmaları, kendilerini sürükleyecek bir hayallerinin olmayışı, bu insanları devamlı dibe çekiyor.
Lümpen Proletarya denilen, orta sınıf artığı, “bu da mı ofsayt hakem bey” bahanesine angaje milyonlarca insan, mutsuzluklarını daha yukarıdakilere yaygınlaştırmaya bileniyorlar. Egemenler demokrasisi artık onları kandıramıyor. Kapitalist erdemler “kaybedenler kulübünde” bir karşılık bulamıyor. Bilinçli bir itiraz, bir reddediş, taammüden kalitesizleşme, “bana yar edilmeyeni kimseye yar etmem” motivasyonu, bir “Ahlak kaosu”nu yol açıyor. Şimdilerde kimsenin anlayamadığı ve kontrol etmekte zorlandığı bir toplum dokusu 300 yıllık değerleri çatırdatıyor.
Başa dönersek;
Kapitalizm günün sonunda bir başarısızlık öyküsü görüntüsü veriyor. Üstelik, mutsuz pasif bireyler, yine mutsuz ama hırçın, isyankar, eskiyi sorgulamadan reddeden kitlelere dönüşüyor. Diyeceksiniz, din bu boşluğa çare olur mu? Hiç konuşmaya gerek yok. O pratik de başka bir tür çürümüşlük yarattı. İşid’den El Kaideye... lafı uzatmaya gerek yok, geçiniz...
Peki ya Sosyalizm? Galiba tek umut o.
Demokrasinin, refahın, bilginin, sanatın, estetiğin, iyi insan olmanın, özetle insanlığı taşıyacak kolonların yeniden inşasına bu ihtiyar dünyanın acil ihtiyacı var. Ne derdi Şeyh Bedrettin. “...Yar yanağından gayrı...”
YAZLIK SİNEMALAR
Eskiden, çok eskiden televizyon yoktu. Uzun ve sıcak yaz gecelerinde cumbalı bir Rum evinin penceresinden yayılan ses mahallede yankılanır, mesela “Radyo Tiyatrosu” dinlerdik. Efekt Ertuğrul İmer’di, bazen de Erhan Mesutoğlu. Ancak sosyal hayatın temel meşgalesi yazlık sinemalardı. Ucuzdu, “iki film birden”di, üç günde bir değişirdi ve hepsinden önemlisi çok sayıdaydılar. Hatırlıyorum, Karşıyaka’da, 1970’lerde Hayal, Beyazıt, Rüyam, Simeranya, İpek, Zafer, Melek, Cihan, Şan, Ferah, Gül, Duygu, Grup, Sayanora sinemaları tıklım tıklım dolardı. Aralarda Su-ga, Cincibir, Sinalko içilir, çekirdek çitlenirdi. Pepsi içen, sinema ahalisine hafiften “biz daha zenginiz” mesajını hissettirirdi. Bütün gün mahallede top peşinde olduğumuzdan, genelde ikinci filmi çıkartamaz, aile büyüklerinin dizinde (Büyükanneler) uykuya dalardık. Bu aralar arkadaşlarımızla geçmiş güzel günleri çok konuşur olduk. Hepimizin ortak bir tespiti var. Galiba, bizler “refah” ve “mutluluk” kavramlarını aynı şey zannedip epeyce karıştırmışız. Belki de hayat başka türlüsüne müsaade etmiyordu. Neyse...
ÇEŞME İSTANBUL
OTOBANINI BEKLİYOR
Çeşme sezona hazırlanıyor. Geçenlerde Alaçatı’da bir “ot festivali” organize edildi. İnsanlar, herhalde kıştan çok bunalmış olacak, bir anda yüzbinler ilçeye akmış. Neticede “ot” bahane. Kaldı ki yaratılan medya beklentisi kadar yeşillik de zaten yokmuş. Hani Avrupa kasabalarında benzer bahar festivalleri çoktur, belli ki ona özenilmiş. Ancak hikayenin içini dolduramaz iseniz sürekliliği temin etmeniz zor. Neyse, esnaf bir yaz hareketliliği yaşadığı için memnun olmuş. Kral Abidin’den Hasan ve Sabo’ya, Dalyan’ın simge garsonları, “Şu İstanbul otobanı bitsin, kış vakti de başımızı kaşıyacak zamanı bulamayacağız” diyorlar.
Hadi inşallah diyelim.
Paylaş