Paylaş
Katı bir laiklik anlayışı ile bu modele uygun nesiller yetiştirmeye çabaladı.
Sonra farklı gerekçelerle kemerler gevşetildi.
Geldiğimiz noktada, “Cumhuriyetin”, öyle geri dönüşsüz bir mesafe almadığı tespitini yapanlar haksız sayılmaz.
Mesela, Kürtler, Türk tanımı üzerinden Ulus Devlet’le mutabık değiller.
Mesela, İslamcıların batı medeniyetinin değerlerinden tamamen farklı zihin yapılarını korudukları giderek anlaşılıyor.
Neticede, Cumhuriyet değerleri ile biçimlenmiş laikler, hem sayısal olarak çoğunluk değiller, hem de ülkeyi yönetme enerjisinden uzaklar ve bu halleriyle sürekli suyu bulandırdı bahanesi ile “Kurt azarı işiten kurban kuzu” rolündeler.
An itibariyle maalesef insanlarımız birbirlerinden giderek uzaklaşıyor.
Bırakın demokrasinin asgari standartlarını, demokrasinin gerekliliğinde bile mutabık değiliz.
Muhafazakârların, “sandık yenilmezliğini” formüle etmelerine az kaldı.
Bir yandan terör, az ötesinde bugünleri bile aratacak iç savaş tehlikesi barındırıyor.
Böylesi bulanık sularda hiç kalmamıştık.
Çok şükür militer dehşetlerin yoluna tıkayabildik.
Ancak biz bize kaldığımızda, sivil vesayet hevesleri ile her şeyi ağzımıza yüzümüze bulaştırdık, beceremedik.
Umarız, akıllanma daha büyük acılar ve bedellerden sonra gelmez, mucizevi bir basiretle yolumuzu ve yüzümüzü hep birlikte tekrar makul ve medeni dünyaya çeviririz.
Alman normali
GEÇEN hafta bir vesileyle birkaç günümü bir Alman üniversite kasabasında geçirdim.
Sakin ve koşuşturmadan uzak bir süreçte daha yoğun gözlem yapabiliyorsunuz.
Almanların “normal”i Akdeniz insanlarından çok farklı.
Kendi kültürleri ile içselleştirdikleri ortam sanki herkesi disiplinli olmaya çağırıyor.
Nazik, çalışkan, tempolu, kurallı ve sonuç alıcı bir dünya onların ki.
Kuzey insanları “kervanı yolda düzmüyorlar”, uydurmuyorlar, rasyoneller, duygularına mantık katmayı biliyorlar.
Tüm bu artı özelliklere rağmen yine de bir şeyleri eksik.
Sanki medeni olma baskısı yaşam sevinçlerini, hesapsızlıklarını, sürprizli kişiliklerini törpülemiş.
Denilir ki, “lezzetli insan” olmak, biraz da öngörülebilir olmamaktan geçer.
Yine tercih edebilirsiniz ki, tariflerin arada bir şaştığı bir toplam düzeni, yaşama bir başka tür renk katar.
Galiba lafı uzatırsak “kaos”a övgüler düzmeye başlayacağız.
İyisi mi, herkesin memleketi kendine güzel diyelim ve kısa keselim.
Lala’nın isyanı
MEHMET Barlas 7-8 yıl arayla bir fıkrayı yazılarında sürekli kullanır.
En son 2009 yılında Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde tekrarlanmıştı.
Şimdilerde acaba bu fıkranın yine zamanı geldi mi?
Takdir Mehmet Barlas’ın.
Fıkra şöyle:
Padişah’ın tek oğlu akılsızın biriymiş. Padişah babası da ‘Bu oğlan bir gün tahta oturursa, ülkenin başı belaya girer’ diyerek hep endişe içinde yaşarmış.
Bu akılsız şehzadenin yanına ülkenin en akıllı adamı ‘Lala’yı vermiş. Ona ‘Şehzadeyi hiç yalnız bırakma’ diye emretmiş.
Bir gün ülkenin uluları iç ve dış sorunları tartışıyormuş. Onları dinleyen akılsız şehzade lafa karışmış ve ‘Bir ok attım kebap oldu’ demiş.
Dinleyenler şaşkın, yüzlerini Lala’ya dönmüşler.
Lala, şehzadenin söylediklerini hemen yorumlamış:
- Şehzade hazretleri avlanırken bir tavşana ok attı. Ok tavşanı vurmadı, ama bir taşa çarptı. Çıkan kıvılcımdan orman yandı. Tavşan da yandı, kebap oldu... Şehzade hazretleri bunu anlatmak istiyor. ‘Bir sorunu çözmek isterken dikkat etmezseniz daha büyük sorunlar yaratırsınız’ demek istiyor.
Bu yorumu dinleyen ülke uluları rahatlamışlar. Ülke sorunlarını konuşmaya devam etmişler.
Bu sırada şehzade yine lafa karışmış ve ‘Bir ok attım çorba oldu’ demiş.
Ulular yine Lala’ya dönüp, yorumunu beklemeye başlamışlar.
Lala bir onlara bir de aptal şehzadeye bakmış,
- Bu kadar büyük zırvaya ben de kılıf bulamam, demiş.
Paylaş