AK Parti’nin hedefi belli.
Başkanlık isteniyor, parlamento da kendi ittifaklarının çoğunluk sağlaması arzu ediliyor ve Mart 2019’da da yerel seçimlerin, özellikle de İstanbul ve Ankara’nın kazanılması hedefleniyor.
Yani, 16 yıllık bir iktidar için işlerinin kolay olmadığı ortada.
Muhalefet ise bahse konu üç unsurdan mümkünse tamamı, hiç olmaz ise bir-ikisini kendi lehine sonuçlandırmak istiyor.
Kısa dönemde hedef 24 Haziran.
Bu tarihte parlamento seçimleri belli olacak.
Yani, bunun ikinci turu yok.
Yatırım yapılabilir ülke seviyesinin üç kademe altında düşmüş durumdayız.
Yani, Dominik Cumhuriyeti, Makedonya, Vietnam, Bangladeş ve Brezilya ile aynı seviyeye geriledik.
Not düşüş gerekçesi, ekonomimizin “aşırı ısınması” olarak belirtiliyor.
Özel sektör uzunca bir süredir bir tedbirlenme anlayışı içindeydi.
Açıkça ekonomide en önemli çıpamız kamu finansman dengemizdir.
Ancak, 15 yıl içinde 6’ncı kez kamu borçlarının yapılandırılması ve vergi affı çıkartılınca devlet olma ciddiyetimizi sorgular olduk.
Pek çok yerde otokratik yönetimler giderek revaçta olmaya başladı.
Bizim ülkemiz de bu “trend”den hiç şüphesiz nasibini aldı, alıyor.
Zaten tarihi geçmişinden 1950’lere kadar “kuvvetler birliği” esasına göre bir yönetim geleneğine sahip ülkemiz, hani biraz da “fiili” bir anlayışla dümeni tekrardan “tek adam”lığa doğru kırmış gözüküyor.
Bu sistem “iyidir yada kötüdür” tartışmasını girilebilir.
Bildiğimiz, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine göre yaşadığımız zamanlarda Demirel’den Özal’a hep bir “Başkanlık” sistemi özlemi ifade edilirdi.
Tabii ki, denge-denetim mekanizmalarının iyi işletildiği ABD’de de kuvvetler ayrılığı ile Başkanlık sistemi bir arada yürütülüyorsa da bizim bahse konu yöneticilerimizin “Başkanlık”tan muratları yargının ve yasamanın ayaklarına pek dolanmadığı bir model idi.
İzmir Ticaret Odası seçimlerinden söz ediyoruz.
Yarışı Mahmut Özgener ve ekibi göğüsledi.
Rakibi Ekrem Demirtaş bir gün öncesinde yarıştan çekilmişti.
Böylelikle 26 yıllık bir dönem kapanmış oldu.
Odalar, netice itibariyle sivil toplum örgütleridir.
Beklenir ki, yaşadığı kente sorumluluk duyanlar bu tip yerlerde makul bir süre görev üstlenirler.
Bu sebeple bu kişinin kim olacağı son derece önem taşıyor.
Ekmeleddin İhsanoğlu bir “çatı aday”dı.
Bağlı olarak “partili” olmaması normaldi.
Bize göre tabii ki, ilk akla gelen Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Ama pek çok seçimle tescillenmiştir ki, Kılıçdaroğlu ile CHP %25’i aşamamaktadır.
Dolayısıyla ikinci tur söz konusu olursa %50 + 1’e ulaşmak zor duruyor.
En başta da Kemal Bey bu realiteyi biliyor.
TÜİK verilerinden hareketle İzmir Bölge Müdür Vekili Erhan Büyükbebeci geçenlerde Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu’nda bir sunum yaptı.
Genel bir özeti aşağıda...
İzmir’in nüfusu her yıl takribi 50-55 bin kişi artıyor.
2017 sonu itibariyle 4 milyon 280 bin kişiyiz.
En kalabalık ilçelerimiz; Buca, Karabağlar, Bornova, Konak ve Karşıyaka. Her biri 350 bin ile 500 bin kişi arasında değişiyor.
En sakin ilçeler; Beydağ, Kınık, Foça, Güzelbahçe ve Selçuk. Hele Beydağ sadece 12 bin kişi.
Birincisi, tramvay.
Karşıyaka’dan sonra Üçkuyular - Halkapınar hattı da devreye girdi.
Geçenlerde yeni hattı denedik.
Biraz yavaş, ama müthiş keyifli.
Daha da önemlisi, şehrin tanıtım fotoğraflarında bundan böyle sürekli kullanılacak bir renk olacak.
Hem estetik, hem sevimli hem de fonksiyonel.
Devlet, toplumsal düzeni ve huzuru sağlasın diye vardır.
Bu yüzden bir “servis” organizasyonu olarak düşünülmüştür.
Erbakan hoca “garson devlet” kavramını kullanırdı.
Ama ipin ucu, maalesef sadece bu coğrafyada değil, tüm dünyada kaçmaya başladı.
Devletin direksiyonuna geçen muazzam bir gücün sahibi oluyor.
Bu gücün farkına varan ve konforuna alışan yöneticileri iktidarlarından vazgeçirmek sıradan insanların haddi olmaktan çıkıyor.