“Türk işadamları elde çanta Afrika’yı fethediyor.”
Hakikaten bahse konu kıtada riskleri göze alarak ciddi yatırım yapanlarımız oldu.
Hiçbirinin ağzında o ülkelerdeki demokratik standartlardan kaynaklanabilecek bir kaygı ifadesi yoktu.
Benzer durum yabancıların Türkiye’ye bakış açısında da aynı.
Para kazanmak isteyenler risklerin varlığını fırsat olarak görürler.
Hele o riskler bir “kaotik denge” oluşturulmuş ve yatırımcısına sağladığı imkanları sürekli hale getirmiş ise bu durum adeta optimum bir kıvama işaret eder.
Türkiye iç ve dış problemleri bitmeyen bir ülke.
İnsanlar, değiştirilmesine ihtimal vermedikleri seçilmişlere daha bir sadık olmayı tercih ederler.
Bu anlayış, “kader” gibi bellenen bir statüko oluşturur ve efsanesini mesnetsiz fısıltılarla çoğaltmaya başlar.
Hep söylenen şunlardır;
Hiç uğraşma, nasıl olsa kazanır.
Onu değiştirmeye sizin gücünüz yetmez.
Götürür, ama çalışıyor da...
Osmanlı’da da zaten mülk padişahındır.
Vakıfların bu denli yaygınlaşmasında hep bir servet koruma telaşı vardır.
Saray dışında zenginlik gayrimüslim tebaadadır.
Osmanlı’nın 1830’lu yıllardan beri Batılılaşma çabası, esasında gayrimüslim haklarının güvence altına alınma baskısındandır.
Lozan’da bile bu anlayışın izlerini açık olarak görürsünüz.
Diyeceğimiz; statükoya göre biçimlenen “hak, hukuk, adalet” hep zenginlerden yana olunca, sıradan, fakir ve vasıfsız Müslüman halkın “husumet” biriktirmesi normaldir.
Bu nokta aşılırsa, farklı bir “kararlılık” evresine geçilir. Bu aşamada “korku ve endişe” geri plana düşer.
İran’da Molla rejimi altında ezilenler benzer bir ruh halinde. Despotik bir iktidar anlayışı ile 40 yıllık bir zaman geçirildi.
Hukukun ve adaletin bir başka tarife büründüğü süreçleri yaşadılar. Ordu, polis, yargı, maliye, medya... Hiç bir güçlerinin olmadığını gördüler. Dış dünyadan beklentinin “aptalca” olduğuna dair tecrübe kazandılar. Yıllar yılları kovaladı.
Derken, “an” geldi, “ölümden öte ülke yok” diyerek zavallı rollerden silkindiler. Bedel ödemeyi göze alarak, sokaklara, meydanlara döküldüler. Şimdi, nefesler tutuldu, tüm dünya onları izliyor.
Her türden isyanı yaşamıştır bu topraklar. Bu defa “demokrasi” için, insan olmanın onur ve bilinciyle, kendini, çoluk çocuğunu ortaya koyarak, başkaldırıyor, özgürlüğü adına mücadele ediyor.
Arap baharı yalandı.
Bahse konu “dayanışmacı tutum”un mottosu “uzayan dal bizden olsun”dur.
Ülke futbolunda Fatih Terim, bu durumun tipik örneğidir.
Siyasetçilerden medyaya, bir takım etkili figürler Fatih Terim’i her dönemde vitrine yerleştirmeyi beceriyorlar.
Son bir yıla bakıldığında, halkımız adeta “Fatih Terim yorgunu”.
Ortada, milli takım boyutunda ciddi bir “çuvallama” söz konusu.
Üstelik adını statlara veren takdirlere, ihanet edercesine kebapçı basan bir kişilik profili.
Geniş katılımlı anket sonuçları şöyle;GSYH Büyümesi %4Sabit Sermaye Yatırım Artışı %4Enflasyon %12Kısa vadeli TL kredi faizi %15İşsizlik oranı %13Bütçe açığı/GSYH %4Cari açık/GSYH %5Dolar kuru yıl sonu 4.40Euro kuru yıl sonu 5.20 Beklentiler bize de normal geldi.Yalnız TL kredi faizi sanki birkaç puan düşük.Büyük sanayiciler belki bu orandan borçlanıyor, ama diğerleri için bilinsin ki, kredi faizi daha yüksek.İşsizlik yüzdesinde de kastedilenin Türkiye geneli değil, İzmir olduğu anlaşılıyor.ESİAD üyelerine 2018 yılı için öncelik verilmesi gereken üç konu sorulduğunda, pek çok seçenek arasından üç tanesi “uzak ara” ön plana çıktı.Onlar da sırasıyla, “Hukukun üstünlüğü”, “Ekonomik İstikrar”, “Öngörülebilirlik”.Yani bu hususlar zaten hiç kimseye şaşırtıcı gelmezdi.Üyeler, İzmir’de öncelik verilmesi gereken “üç yatırıma” şu yanıtları vermişler.“İkinci çevre yolu”, “Kentsel dönüşüm projeleri” ve “Alsancak Limanı’nın kapasite arttırılması”.Listede, dördüncü ve beşinci sıralarda “Çandarlı Limanı” ve “Metro-raylı sistem ağının genişletilmesi” yer alıyor.Dikkat edersiniz “Körfez geçiş projesi” İzmir iş dünyasını fazla heyecanlandırmamış.Yani oraya harcanacak parayla yukarıdakilerin tamamının yapılabileceğini insanlarımız biliyor.İşadamları 2018 yılında İzmir için “enerji, inşaat ve gayrimenkul, gıda ve tarım” sektörlerini yatırım potansiyeli yüksek iş kolları olarak görmüşler.Bir de İzmir için, “ilave teşvik, az bürokrasi” istiyorlar.Enteresan olan “İzmir’e ulaşımın zor olması” seçeneği bu yılki anket sonuçlarında yok. Otoyol ve hızlı tren projeleri bu kaygıyı ortadan kaldırmış gözüküyor.
-----
Endişe eşiği aşıldı
İŞ dünyasında farklı bir ruh hali oluşmayı başladı.Çok gerilere gitmeyin, daha 6-7 ay öncesinde müthiş bir tedirginlik yaşanıyordu.Ana sebep siyasilerin söylemleriydi.Herkes Türkiye’nin zeminin kayacağını, bir Ortadoğu ülkesi haline dönüşeceğini düşünüyordu.Ancak, ne olduysa bilemiyoruz, derinlerden filizlenen bir güç kendini son dönemlerde giderek daha fazla hissettiriyor.Bu ülke, hiç kimsenin kendi değerlerine göre biçimleyebileceği, eritip şekillendireceği bir yer değil.Her şeyden önce, yılda 850 milyar dolar katma değer üreten, 400 milyar dolara yaklaşan dış ticaret hacmiyle, özellikle de Avrupa ile yoğun ticari ilişkilerini oturtmuş, devletin himmetine ve desteğine yaslanmadan hayatını sürdüren bir ekonomimiz var.Yine sayıları on milyonları fazlası ile aşan ve evrensel değerlere heyecanla yaklaşan, “medeniyet” denilen kavramın ancak “demokrasiyi” odak noktasına alan değerlerden beslenebileceğinin farkında, genç ve dinamik bir nüfusa sahibiz.Kaybedenler kulübünün ateşli hatipleri; barış, huzur, keyif isteyen rasyonel kitleleri hiçbir şekilde ikna edemez, sindiremez, korkutarak teslim alamaz.Diyeceğimiz, bu ülkenin makul insanları giderek kendi güçlerinin farkına varıyor, asıl olanın, doğru duruşun, haklılığın, içlerinde biriktirdikleri “insan”da saklı olduğunu nihayet hissedip, özgüvenlerine kavuşuyorlar.İşin enteresanı bu farkındalığın dışa vurumu en fazla TÜSİAD söylemlerinde kendini gösteriyor.Etyen Mahçupyan’ın da büyük bir isabetle teşhis ettiği gibi “Patronlar kulübü”, toplum vicdanının cesur sesi olarak, söylenmesi gereken her şeyi söylüyor, susmuyor.Onlardan yayılan mesaj, önce iş dünyasına ve giderek morali bozuk kitlelere ulaşıyor, siyasilerin gençlik hayalleri kaale alınmıyor, normal hayatlara devam ediliyor.Bu kararlı tutum öylesine bir ağırlık kazanıyor ki, çizgi dışı politik demeçler gülümsenerek karşılanıyor, piyasalar nazara almıyor, ertesi gün “geri vitesin” bermutat geleceğinden emin, kendi işlerine bakıyorlar.
Biliyorsunuz, bu bir “kripto para”. Patronu yok, karışanı yok, tüm işlemleri şeffaf, sayısı 21 milyon adetle sınırlı ve sistemi bir özel yazılım işletiyor.
Tüm muhafazakar iktisatçılar bu neviden kripto paralara ihtiyatla bakıyor.
Ancak, hayat onların endişelerine paralel tecelli etmiyor.
Birkaç hafta önce “Bitcoin” yazısını yazdığımızda, değeri iki üç günde 3 bin dolardan, 6 bin dolara çıkmıştı.
Şimdilerde 15 bin doları aştı.
Benzer sanal paralarla birlikte toplam hacim birkaç yüz milyar dolara ulaşmış durumda.
Çok özetle sebep şuydu;
İran, nükleer silah geliştirmeye çalıştığı için Birleşmiş Milletler ambargo koymuştu.
Ambargo, mal alım-satımı ile ilgili değildi.
Yasak olan İran’a para aktarmaktı.
İran Türkiye’ye doğalgaz ve petrol satmaya devam etti.
Biz, ödemeleri mecburen Halkbank’a yatırdık.