Paylaş
Birincisi, tramvay.
Karşıyaka’dan sonra Üçkuyular - Halkapınar hattı da devreye girdi.
Geçenlerde yeni hattı denedik.
Biraz yavaş, ama müthiş keyifli.
Daha da önemlisi, şehrin tanıtım fotoğraflarında bundan böyle sürekli kullanılacak bir renk olacak.
Hem estetik, hem sevimli hem de fonksiyonel.
Bin 400 civarında belediye otobüsünün trafikten çekilmesi de hem ekolojik hem de trafiğin rahatlaması açısından çok olumlu.
İkincisi; körfez geçişi için düşünülen yarı köprü, yarı tüp geçit proje.
Bu proje merkezi hükümetin.
Aziz Kocaoğlu da bu projeye karşı değil.
Zira, belki şimdi değil, ama bir gün İzmir’in bu geçişe ihtiyacı olacak.
Tartışma yaratan husus, köprü ayaklarının körfezdeki sirkülasyonu olumsuz etkilemesi.
Hani tamamını “tüp geçit” yapsalar, bu defa da maliyetler aşırı artıyor.
Yani, bu neviden projelere kategorik olarak karşı çıkmak doğru değil.
Geçmişte Çeşme Otoyolu’na da itiraz edilmişti.
Sakıncaların giderilmesi koşuluyla, biz de Aziz Bey gibi düşünüyoruz.
Üçüncü tartışılan husus, ikinci çevre yolu.
Trafik, sabah ve akşam saatlerinde en çok çevre yollarında sıkışıyor.
Hani, özellikle Kuzey aksında coğrafi koşulların zor olduğu biliniyor.
Yeni yol için pergeli fazla açınca da ekonomik olmaktan çıkıyor.
Ama bu proje elzem.
Dördüncü tartışılan husus, statlar.
Karşıyaka ve Göztepe’de yapılan butik statlar, hani ilk anda “küçük ama sevimli” bir imaj uyandırsa da şehircilik prensipleri yönünden çok doğru değil.
Sıkıntıları yaşayıp göreceğiz.
Belediye’nin Örnekköy’deki projesi hem kapasite hem de konum yönünden çok daha mantıklıydı.
Yanı sıra Halkapınar Stadı da bir an önce rehabilite edilmeli.
Beşinci mevzu ise meşhur Kültürpark tartışması.
Belediye, bize göre kendini iyi anlattı. Ama bir kısım insanlarımız ikna olmaya açık değildi.
Proje devam etseydi, şu anda şehirin akut ihtiyacı olan butik konser ve sergi sarayının kaba inşaatı tamamlanmış olacaktı.
Neyse, hem Karşıyaka’daki opera binası, hem de Kültürpark’ın daha medeni ve yeşil hale dönüşmesi, tüm zorluklara rağmen gerçekleşecektir diye düşünüyoruz.
-----
Sanatçılarımız
AKIL, duygu, sezgi, yaratıcılık, estetik, samimiyet, kalbilik; tüm bunlar bir arada “sanat” dediğimiz güzelliğin sütunları.
“Sanatçı” bu unsurları sentezleyerek, yarattıklarını insanlarla paylaşandır.
Bu mertebeye ulaşmış, toplumun pamuklara sardığı bahse konu özel insanlar, beklenir ki, bu kimliklerinin onlara sağlayacağı alakasız prestije heyecan duymazlar.
Sözü, siyasi iktidarla aynı fotoğraf karesinde görünmeye gayret eden kimi sanatçılarımıza getirmek istiyoruz.
Muhtemelen pek çoğumuz bu neviden çabaları acı bir tebessümle karşılamıştır.
Yaratıcı insanlar, doğası gereği muhaliftir.
Onları besleyen; aykırılıkları, güçlüye karşı huysuzlukları, mazlumun yanında dik, uslu ve cici insan hallerine mesafeli olmalarıdır.
Bizim ülkemizde resmi görüşün dışındaki sanatçılara hep acı çektirilmiştir.
Ama kalıcı olan, gönüllerde yer edenler de iktidarların sevemedikleridir.
Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Kaya, Ahmet Altan, Orhan Pamuk ve daha bir çokları gibi.
Buna rağmen, bir sanatçının kıymetini bilmek, onları her halleriyle içimize sindirmektir.
Sevmesek bile bu kural geçerlidir.
Sanatçılarımızı yargılamak bizlerin haddi olmamalıdır.
Ama yine de güçlülerin yanında dekor görüntüsü vermeleri bir “sitem” hakkı doğuruyor.
Zira değerlerinin farkında olmadıklarını düşünüyor ve üzülüyoruz.
-----
Ünlülerin sosyal sorumluluğu olmalıdır
SANATÇILAR, sporcular, bilumum ünlüler acaba siyasette etkin bir rol almalı mıdır?
ABD seçimlerinde ünlülerin taraf olması yaygın uygulamadır.
Kimi Demokrat, kimi de Cumhuriyetçi partiyi destekler.
Eşit koşullarda, çekişmeli bir seçim ortamında meşhur kişilerin tarafını belli etmesi, garip karşılanmaz.
Oysa, ülkemizde aynı anlayış içinde olduğumuz söylenemez.
Mesela, bazı sporcu ve popçular yakın zamanda bir siyasi partiye destek olunca çok kimse onları adeta gönüllerinden sildi.
Tabii, bu denli tepki, mevzu dönüp dolaşıp oraya geliyor, kutuplaşmanın eseri.
İlave olarak, siyasetten bağımsız, “güçlü”nün yanında yer almak sanki “yakışık” durmuyor.
Yanlış anlaşılmasın, her iş kolunun meşhurları tabii ki, genel anlamda sosyal sorumluluk heyecanı duymaları gerekir.
Gençliğimizde bir “Metin Kurt” efsanesi vardı.
Futbolcu haklarını savunan, sosyalist bir gençti.
Galatasaray’da sağ açık oynardı.
Fincancı katırlarını ürküttü ve müesses nizam icabına baktı.
Galiba hoşgörü ortamının arttığı dönemlerde bu neviden ünlülerin taraf olması problem oluşturmuyor.
ANAP zamanında, renkli, Amerikanvari seçim kampanyalarında sanatçıların da dahil olması bu denli hassasiyet yaratmazdı.
Her şey galiba demokrasinin ılık iklimini işaret ediyor.
Normalleşmeye her yönüyle hasret duyuyoruz.
Paylaş