Döviz arttıydı, bahar geldiydi, seçimdi, derken yaz ortasına vardık bile.
Ahmet Altan “Zaman durdurulamayın bir zorba”dır der.
Dev bir silgi gibi varlığımızın çizgilerini her daim silen ve bizleri “hiçliğe” sürüklerken kaçınılmaz sonumuzu hatırlatan bir zorba.
Galiba, yitip giden zamana kafayı takınca, mutlu olmak mümkün değil.
Belki de bu sebepten “mutluluk zamanı unutmaktır” dermiş Çetin Altan.
Baba – oğul Altanlar “zamanın ve mekanın” acımazsızlığına karşı, kalıcılığı temin ettiği için “yazı yazmayı” çözüm olarak üretmişler.
Pek tabii, yazı yazmak herkes için geçerli olmayabilir.
İki dalda seçim vardı.
Cumhurbaşkanlığında tek başlarına şansları olmadığını biliyorlardı.
Ama hiçbir kişinin de ilk turda seçilmesinin mümkün olamayacağını öngörmüşlerdi.
Buna mukabil destekledikleri adayı seçtirebilme güçleri vardı.
Öyle de yaptılar.
Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyerek, tek başına gerçekleştiremeyeceği Cumhurbaşkanlığını ilk turda ona kazandırdılar.
Artık seçilen Cumhurbaşkanı, MHP’ye “eksiklidir”.
Takribi 55 milyon seçmen oyunu kullanıyor.
Turgut Özal’lı yıllarda şarkılı, türkülü çok renkli ve neşeli seçim kampanyaları olurdu.
Bu defa pek öyle olmadı.
Esasında ne zaman partilerimiz yüzünü “Batı”ya dönüyor, bir anda herkes hafifliyor, umutlanıyor.
AK Parti’nin ilk dönemlerinde AB ile ilişkilerde mesafe aldığımızda hatırlayın; Melih Gökçek, Ankara’yı karnaval şehir haline getirmişti.
Bu ülkenin münevverleri son 150 yıldır Ortadoğulu kalmamak için adeta çırpınıyor.
Taraflar öylesine bilenmiş durumda ki iktidarı teslim etmek de, teslim almak da bir “beka” sorunu gibi algılanıyor.
Bağlı olarak söylemler sertleşiyor, “idam, imha” lafları kolayından sarf ediliyor, demokrasinin naifliği kayboluyor.
Bakınız, bu denli ayrışmışsak o zaman zaten “bölünmüşüz” demektir. İşin tadı öylesine kaçmaya başladı ki, bu ortamda ne ekonomi kalır, ne huzur ve hatta ne de güvenlik. Kim kazanırsa seçim sonrasında birinci vazifeleri tansiyonu düşürmek olmalı. Tavırlar yumuşamaz, tırmandırılmaya devam edilirse “iç barış”, “kör değiliz”, sürdürülemez.
Ukrayna, Yugoslavya, Bosna, Sırbistan, Mısır, Suriye, Irak... Bulunduğumuz coğrafyanın yakın geçmişinde yaşananların memleketimizde de olmayacağını kim garanti edebilir? Her dakika, birbirimizin sinir uçlarına basarak, husumetlerimizi koyulaştırarak nereye varabiliriz?
Diyeceğimiz, “seçim” bile anlamını kaybediyor. Tarafların içine sindireceği, kabullenip sulh olacağı, birlikte ileriye bakacağı bir “çözüm aparatı” olmaktan süratle çıkıyor. Bu aşamada bir mucize silkinme ihtiyacı içindeyiz. Siyasetçilerimizin unuttukları bir başka tür “basiret”in ayağa kalkması gerekiyor. Kendi başlarına manifestolar yayınlayacakları yerde beraberce asgari mutabakatların oluşturulması icap ediyor.
Özetle; freni patlamış kamyonun durdurulması gerekiyor.
-----
Dejenerasyon
Ali Koç, Mahmut Özgener, Deniz Yücel, Trudeau, Macron, Pedro Sanchez...
Hani her zaman genç ve yakışıklıyı bulmak mümkün olmuyor.
Bu bileşime “zengin” olmayı da katarsanız, formül mükemmel hale geliyor.
Mamafih bazen sadece zengin olmak da yetiyor.
Berlusconi’den Trump’a, tüm “kart papazlar”ın bu anlamda önü hep açılmıştır.
Bizim “kronik mağlup” muhalefetimizin de iktidarın bileğini bükmesi için bahse konu başarı şifresine itibar etmesi beklenir.
Vicdanlı olmayı kendimize yasaklamıştık.
Romantik addedilmek istemiyorduk.
Kapitalizmin rasyonel soğukluğu solculuğumuzu hakir görüyordu.
Paylaşıma müdahaleye “verimsizlik” diye burun kıvıranlara ses çıkartamıyorduk...
Ama gördük ki, hayat onların vaat ettiği gibi yaşanmıyor.
Acımasız muktedirler düzeninde, diplerde kalıp boğuluyor insanlığımız.
Duygularımız, düşüncelerimiz, özgür nefeslerimiz kaale alınmıyor, değersizleştiriliyor...
Her seçimin kazananları ve kaybedenleri olur.
Problem, kaybedenin nasıl tepki vereceğinin kestirilememesi.
Diyelim, iktidar kazandı.
Ortalık toz duman olacak ve sandıkta hile yapıldığı iddia edilecektir.
Diyelim, muhalefet kazandı.
16 yıllık iktidar konforundan sonra, nasıl bir kabulleniş ve geri çekiliş yaşanır, tasavvuru dahi zor gözüküyor.
51. yılını idrak eden Vakfın İzmir Şubesi, gençlerin eğitimine yönelik bir burs fonu oluşturmak için kolları sıvamıştı.
Vakfın İzmir Şube Onursal Başkanı Salih Özen ve Şube Başkanı Gülnur Soybayraktar’ın özverili çabalarıyla bin 100 kişilik salon hınca hınç dolmuştu.
Etkinliğin sunuculuğunu, tamamen gönüllülük esasında Ömür Gedik üstlenmişti.
Gecenin yıldızları, artık gelenekselleşmeye başlayan TEV Korosu idi.
İzmir’in akıllı, güzel, zeki 60 kadını, aylar süren titiz çalışmalarıyla “ustalara saygı” konsepti ile izleyicileri yine kendilerinden geçirdi.
Tabii ki, bahse konu müzikal ziyafetin mimarı, koronun gözünden sakındığı çok sevgili Banu Köstem hocaları idi.