YARIMADADAKİ ev hoş, güzel de tabiat şartları pek bana göre değil galiba.
Şehirli insan kapısını açık unutursa eve hırsız girer.
Bu normal bir gelişmedir.
Ben kapımı açık bıraktığımda ise eve inek giriyor.
Yanlış anlaşılmasın ben ineklere karşı değilim, hatta bazı insanlar söz konusu olduğunda ineklerle muhatap olmayı tercih bile ederim. Ancak onları seviyor olmam onları illa da misafir odasında ağırlayacağım anlamına gelmemeli değil mi ama?
Şu aralar içimde bir korku var. Uyurken kapıyı açık unutacağım ve gece bir ara tuvalete gittiğimde (yaşasın prostat!) evde üç dört ineği bizim kedilerle köşe kapmaca oynarken bulacağım.
Onları durdurmaya müdahale edeyim diye adım attığında bizim Afet de oyuna katılacak. Ve evimiz çökecek, yerle bir olacak. İnekler yüzünden değil Afet yüzünden çökecek, çünkü o 8 aylık ama bence bir orta halli inekten daha ağır.
Şimdi yeni takıntım dış kapı kontrolü oldu. Yatmadan üç kez yapıyorum bunu, 4 uğurlu rakamımdır, sonra yattıktan sonra dördüncüyü de tamamlamak için tekrar kalkıyorum.
Hepsini baştan yapıp yat demeniz de bir şey ifade etmiyor bana çünkü yatınca mutlaka kalkıp yeniden bakmam, lazım onun için bari yeniden kalkınca dörtlerim de iş biter.
Kazayla beş kez bakarak yatarsam bu kez de dördün katsayısı olarak sekizlemem gerektiği için kontrol işlemi sabaha kadar sürebilir. Zaten gezmeye giderken de sorunlar yaşıyorum... Havagazını da dört kez kontrol etmek zorundayım, Rana hep bana oraya bakarak neden uzun uzun düşündüğümü soruyor.
Bu soruya cevap veremiyorum ve o hep benim bilinçaltımda bir sorun olduğunu düşünüyor.
*
Belki Tarzan olsaydım bu evde daha rahat yaşardım.
Örneğin geçen gün yürüyüş yapıyordum. Bizim yol motor kros yarışı yapmak için uygun bir yer.
Yolun ortasında tuhaf bir şey duruyordu. Ve hareket ediyordu.
Telefon ederek Rana'yı çağırdım. Rahatsız edildiği için söylenerek geldi ve o şeyin baykuş olduğunu anlattı bana.
Siz baykuşun normal hareket eden bir kuş olduğunu zannediyorsanız şunu bilin ki kesinlikle yanılıyorsunuz.
Yazıyla anlatmak mümkün değil hareketlerindeki tuhaflığı.
Zıplıyor ve bazen de kafasını ağaçlara çarpıyor. Anlayacağınız ben sokakta yürürken normal olarak başıma ne geliyorsa onları yaşıyor baykuş da.
O gözlerle öyle olur tabii, baykuşları en iyi anlayan kişi benim hayatta bunu da bilin ve nedenlerini daha fazla açmamı istemeyin benden.
*
Afet'in gezme saati geldi.
O saatlerde hiperaktif oluyor. Birkaç kedi, horoz öldürse rahatlayacak ama kediler bizim, horozlar da komşumuzun, benim de onu besleyecek horoz almaya kriz nedeniyle gücüm yok, dolayısıyla hiperaktivite sürecek, yapılacak bir şey yok.
Afet her gördüğü hareket eden canlıya atlamak zorunda.
Dolayısıyla o aniden durunca ve hareket etmeyi reddedince sizin de durup bir düşünmeniz lazım.
Yakın ve yaklaşan bir tehlike var demektir o durumda.Ben yaklaşan tehlikeyi ilk gördüğümde Afet'e güldüm.
Solucandan korkmuştu.
Gözlerimin durumunu yukarda hafif benzetmelerle anlatmaya çalıştım, o nedenle bundan sonraki gelişmeleri anlatırken beni anlayışla karşılamanızı rica ediyorum.
Küçük burjuva ve şehre alışık beynim sürünerek gelen şeyin yılan olabileceği fikrini düşünmek bile istemiyordu.
*
İlk önce bunun hayli radikal bir mutasyona uğramış bir solucan olduğu fikrini kendime empoze etmeye çalıştım.
O gerçekten solucansa buna neden olan kimyasal reaksiyon nedeniyle ben de yakında Dağ Adamı Yeti'ye dönüşecektim, bu kesindi.
Sonra beynimin anlamayı refüze ettiği tanımlanamayan cisim hızla bir duvara tırmandı. İki metre kadar kara bir yılandı bu. Yılanların duvara tırmanabildiğini Discovery kanalında neden daha önce anlatmadılar ki, onları da öldüreceğim.
Ben çığlık attım ama kimse yardıma gelmedi. Afet de bu arada yılana koşmaya çalışıyor, oynayacak onunla aklı sıra. Kesinlikle onda da zeká problemi var, bunu da burada açıklıyorum işte.
Bağırmama o da oralı olmadı.
Sonradan anladım ki ağzım açık ama ses çıkmıyor. Birkaç denemeden sonra haykırmayı başardım.
Komşum yanıma geldi, yine birkaç denemeden sonra ona olanları anlattım.
O ise bana ‘‘Ha o yılan mı o burada 10 yıldır yaşıyor, üstüne basmazsan bir şey yapmaz’’ dedi.
Üstüne basarsam ne olur dedim, çünkü ben sarsağım ve yürürken üstüne basmamam gereken her şeye basarım, basmam gereken yerlere de basmam.
Zehirli değildir ama sana sarılıp öldürünceye kadar sıkabilir dedi.
Şimdi bu düşünceyle yaşamak zorundayım. Diğer bütün nevrozlarım, psikozlarım bitti, onlar aniden tedavi oldu. Şimdi tek takıntım var.
Belimde bana sarılmış bir yılanla eve dönüyorum ve Rana beni yine neden düşüncelisin diye azarlıyor. Bu hayal gözümün önünden gitmiyor.