BU memlekette inanılmaz bir ‘‘demokrat aydın’’ sahtekárlığı var.
Bunlar prototip aslında.
Davranışları, tepkileri aynı, büyük bölümü de arkadaş zaten.
Birbirlerine anlatıp, birbirlerini onaylıyorlar.
Sonra bu durumdan gaza gelip kendilerinin çok da önemli olduklarını filan düşünüyorlar.
Hem yalancı, hem de sahtekárlar.
Zararları kendi aralarında kalsa önemli değil de, bu tiplerin memlekete zararı büyük.
Bunlar hiçbir zaman içlerinden geldiği gibi yazmaz.
Düşündüklerini tam olarak anlatmazlar sizlere.
Sizin duymak istediğiniz şekilde yazarlar.
İçleri farklı dışları farklıdır.
Bence en az çürük siyaset anlayışı kadar, en az vurguncu kadar bunların da Türkiye'nin içten içe kemirilip tükenmesinde katkıları büyüktür.
Hatta belki de en büyük sorumlu onlar; çünkü diğerlerinden bir fayda zaten beklenmiyordu. Bunlar ise suratlarına yapıştırdıkları demokrat kişi maskesiyle sizleri durmadan kandırırlar.
* * *
Bunların arasında, özel konuşmalarında halka sürekli söven kişiler var.
Sıradan insanların nasıl cahil, faşist eğilimli, zevksiz olduğunu anlatırlar hep.
Sonra sabah yazı yazma vakti gelir.
Gece hırt olanlar, gündüz insanmış gibi davranmaya başlarlar.
Bir halk yalakalığı başlar sormayın gitsin.
Onlara kalsa, hemen seçim yapılırsa Türkiye kurtulacak. Çünkü bizim halk, her defasında en iyisini seçer getirir ya zaten.
Son seçimde başımıza MHP'yi dikip getirince o halk, yemediği küfür kalmamıştı bu demokrat aydınlardan.
E, arada ne oldu da değişti bu halk.
Eğitim seferberliği mi oldu, daha fazla kitap mı okumaya başladı, dünya görüşü mü zenginleşti, ufku mu açıldı, ne oldu?
Ne kadar yalancısınız be!.. Entelektüel insan, ilk önce kendine yalan söylemez.
Gerçek hislerinizi söyleyin, hayatta bir kez olsun.
Duyulmak isteneni değil, doğru olanı yazın bir kere.
Bu yalancılara inanmayın. Onların dediği gibi değil iş ve bir değil on seçim de olsa üst üste, bu halk başka bir şey seçmez başımıza.
Bu gerçeği kabul edip sorunun temelden üstüne gitmezsek, Türkiye hep bu sahtekár demokratların elinde malzeme olur ve bunalımdan da kurtulmaz.
* * *
Adam var, sabah akşam askerlerle uğraşır.
Sonra siyasi İslam işbaşına gelince, onun yaşam biçimine en ufak bir müdahalede çığlık atmaya başlar.
Sonra 28 Şubat'a karşı ateşli demokrat yazılar yazar.
Bu yaşam biçimini korumak, güvence altına almak için askerlerin hep duvar gibi ön planda durduklarını bir gün bile ne kendisine, ne de kamuoyuna itiraf eder.
Bu sahtekárlığı, bu vefasızlığı ile yine de demokratlık oynar.
Sonra bir gün teknokrat hükümet tartışması başlar.
Tabii o demokrat ya, buna acele karşı çıkar ve ‘‘Teknokrat hükümet kurulursa, bu askerlerin rejime müdahalesi olur’’ diye bir abukluk yazar.
28 Şubat askerin müdahalesiyse, postmodern darbeyse, peki şimdi kurulması istenen teknokrat hükümet denmokrasiyi nasıl askıya almış olacak?
Neden teorik çapsızlığın bu kadar fazla ki, mantıksızlığını bile fark edemiyorsun.
Sevgili okurlarım.
Ben de 28 Şubat'a karşı çıktım. Bence bu tür müdahaleler, müdahale edileni ezilmiş kahraman yapar.
28 Şubat yaşanmasaydı, siyasi İslam yapacağı müdahalelerle zaten toplum önünde kendi kendisini yiyip bitirecekti.
Bunu söyledim hep.
Ama başka bir şeyi daha da söyledim. Siyasi İslam öyle bir müdahaleyi kendi hareketleriyle meşru kıldı ve askerler her zaman olduğu gibi bizim alıştığımız batılı yaşam biçimini korumak için harekete geçtiler.
Doğruyu söyleyelim, dürüst konuşalım.
Bu memlekette askerler olmasaydı, demokrasiyi savunacak aydınlar da olmayabilirdi, alıştığımız hayat biçimi de.
Bunu söyleyelim, kabul edelim, sahte demokratları afişe edelim ama, eğer askerin bir hatası varsa onu da belirtelim, tartışalım, onlarla diyaloğa girelim.
* * *
Ben bu insanlardan, onların çapsızlığıından, her durumda aynı şeyi tekrarlamalarından, sahtekárlıklarından çok sıkıldım.
Düşünsenize, adam var, tüm yazarlık yaşamı, hayata karşı tüm tavrı antidemokratik.
Onun özgeçmişine ben sahip olsam, utanırım kendimden.
Son tartışmada bana saldırmış, beni antidemokratik bulmuş.
Şeytan diyor ki, son beş yıllık yazılarını çıkar vur suratına, ama değmez, hem bu gazeteye hem de benim çabama yazık.
Ben günde iki kez 10. Yıl Marşı'nı söyleyip bu kadarla yetinen bir Atatürkçü değilim.
Ben 1920'ler ruhuna inanan, bugünkü eğitimini, yaşam tarzını, aile ilişkilerini Atatürk'e borçlu olduğunu bilen bir insanım.
Çağrılarıma kulak verin. Türkiye'nin bilgili, kültürlü, kimliğini mesleğinde bulan, insanların yönetiminde ve onlar için çalışan, onlara öncelik veren bir ülke olmasını istiyorsak, o 1920'ler ruhunun tekrar canlanması lazım.
Sahte demokratların kendilerine binbir yalan söyleyerek size de yutturmaya çalıştıkları seçim ve demokrasi masalına inanmayın.
Zaten kendileri de inanmıyorlar da, yiyen olursa diye tekrar oyun oynuyorlar işte.
Bizimse oyun oynayacak vaktimiz katiyen yok. Tarih bitti, bunu unutmayın.