“Bizim şirketler neden hiç kimseye yaratıcı zekâ ödülü vermiyor?”
Soruyu anlamasına anladım da soranın tavrına mânâ veremedim. Bu soru “yasak kapsamına” girmiyor. Herhangi bir memleket büyüğünün şöhretini tehlikeye sokmuyor.
Hal böyleyken, soruyu sormak için neden teee Japonya’ya kadar geriliyorsun?
Zekân sıkıyorsa gel, o soruyu buradan sor.
***
Bu işin içinde bir iş var. Geçen hafta da okyanusun ortasından katılıyordu memleket muhabbetine.
“Soma’da altı bin ağaç kesilirken ben okyanusta yunuslarla konuşuyordum...” diyordu.
Bugün sırtımda yün hırka, ardımda kalorifer peteği bilgisayarın başında oturuyorum.
Sokağa çıkmaya yüreği olanları yağmur, çamur, zifof, trafik keşmekeşi bekliyor. O da yetmezse her köşe başında karşınıza çıkan dilencisi, tinercisi, Suriye göçmeni. Al sana gözümün nuru, gönlümün süruru, memleketin incisi İstanbul.
Yine de haline şükredenlerdenim. En azından pantolon giyebiliyorum.
Düşündüğünüz gibi değil efendim!
Bodrum’da eteklikle gezmiyorduk ama her yaz dönüşü götürdüğümüz pantolonlara sığamadığımızdan, Bandırma Feribotu’ndaki tek “bermudalı şahıs” oluyorduk.
***
Eninde sonunda sen de beş yüz bin kişilik “Passolig ailesinin mutlu bir ferdi” olacaksın. Bana göre Passolig kartı; maçını küfretmeden, çekirdek çitleyerek seyreden yeni bir futbol seyircisinin müjdesidir.
İKİ hafta mı ne geçti üzerinden. Büyük gazetelere tam sayfa ilân vermişler. “Passolig ailesi şimdiden 500 bini geçti..” diye.
İlânın bu kadar büyük, pahalı ve organize olmasından belli ki orta yerde bir “Kuyruk kapıya sıkıştı” hali var. Sözünü ettiğim ilânın “organize bir kampanya” çerçevesinde tasarlanıp, piyasaya sürüldüğü besbelli.
Gelen eleştirilerin, hatta edilen küfürlerin haddi hesabı yok ki oturup kafa kafaya verdiler. Tepkileri yumuşatmak için de “Passolig’in ne kadar güzel bir şey olduğunu ahaliye anlatma” kampanyası düzenlediler.
Gazete ilânına avuçla para dökülmesi de bu sebepten.
* * *
Yeni evli erkeklerin evliliğe ne kadar dayanıklı olduğu bu aylarda belli olur. Eski evlilerin de “cinnet getirmeye” yatkın olup olmadıkları, bu aylarda test edilir.
Çünkü bu aylara girildiğinde, evli kadınların içinde saklı duran “dekoratörlük güdüsü” uyanır..
Bünyesindeki “tasarımcılık” hormonları tavan yapar. Kadın sosyal hayatla ilgisini geçici olarak keser, daha çok nesnelere odaklanır.
Misal, yıllardır asılı duran, iyi-kötü iş gören perdelere veya modeline gıcık olduğu koltuk takımına gözünü dikip, uzun uzun bakar.
Üç vakte kadar işlerin çığırından çıkacağını haber veren ilk alametler de nesnelere kilitlenen bu boş bakışlardır..
Aşka dair olur, evliliğin kerametleri olur, flörtün incelikleri olur, kız istemede pazarlık teknikleri olur. Kendine hangi kategoride güveniyorsan, otur onun üzerine yaz.
Bu icadı Ertuğrul Özkök çıkardı, yazar tayfası “Vardır bir bildiği” deyip peşinden gitti. Üç yazı, beş yazı derken alışkanlık oldu.
En ağırbaşlı köşeci dahi pazar günü yazısına sıra geldi mi “kadınlık üzerine” kelam üretiyor.
***
Diyelim ki Avrupa’nın herhangi bir üniversitesinden bir öğrenci medyamız üzerine “tez yapmak için” çıkıp geldi. Tez konusu da köşe yazarlarımız olsun.
“Bubaaa! Uçak geçiyoo”
Adam, başını
işinden kaldırmadan cevap vermiş:
“Elleşme oğlum, geçsin.”
* * *
İlk maçımızda İzlanda’dan üç yiyip atamamıştık.
İkinci maçımızda kendi sahamızda Çek Cumhuriyeti ile oynadık. İki tane yedik ama bir tane attık.
Üçüncü maçımızda Konya ilinin yarısı kadar toprağa sahip Letonya denen bir ülke ile oynayıp bir gol yedik, bir tane de attık.
* * *
Federasyon başkanımız haklı çıkmıştı. Milli takımımızın form grafiği giderek yükseliyordu. Nitekim dostluk maçı yaptığımız dünya devlerinden Brezilya, karşımızda “Beşinci golü atmakta” aciz kalmıştı.
Çırpındılar, yırtındılar. Sakallı çocuklarımızın çelikten iradesini aşıp, beşinci golü atamadılar.
Önce adına “Sosyal Medya” denen dünyaya bir göz atacaksın. Kendilerini yüz kırk karakter ile ifade etmeye azmetmiş onbinlerce insanın hissiyatına şöyle bir bakacaksın. O işin akıbeti anında belli olur.
* * *
Sosyal medyanın askerleri Emine Ülker Tarhan Hanımefendi’nin Altı Kazık Partisi’nden neden ayrılma ihtiyacı hissedip, yeni bir parti kurduğuyla hiç ilgilenmemiş. Çoğu şekle bağlanmış.
Gözüme ilk çarpanlardan biri şöyleydi:
“Şahane bir Fransız hanımefendisi aromasında (...) güzel bir orta yaş bayanı...”