Anadolu Partisi..
“Kurulumu Kolay. Siyaseten Olay!”
Partinin adı İsviçre çakısı gibi çok fonksiyonlu olarak düşünülmüş besbelli. “Anadolu” sözcüğünün ilk üç harfini “Ana” diye alıyorsun. “Parti” sözcüğünün “P” harfini ekleştiriyorsun, ortaya ANAP çıkıyor.
Beğenmedin mi? “Ana” ile “Parti” sözcüklerini birleştir. “Ben Ana Muhalefet Partisi’nin lideriyim, oruç tutmam seferiyim..” diye kasılan “Mülayim Bakışlı Gözlüklü Şahsiyete” inat “Anaparti” olsun.
Sadece baş harfleri birleştir, Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin kısaltması AP gibi dursun.
* * *
Bunu yaparken de ürün sahibinin Türkçe üzerindeki hassasiyetinin altını çizen repliği patlatıyor:
“Oğlumla bir özçekim yapayım madem..”
“Özçekim” sözcüğü İngilizceden gelme “Selfie” sözcüğünün millisi. Birileri son anda uydurup reklama yetiştirmiş.
“Madem” sözcüğünün kullanış amacı ise belli değil. Yine de bu “Türkçecilik” gayretine her seferinde gülüyorum.
* * *
Türkçe çoktan infaz edildi. Bu işte birinciliği “konuşma yeteneği olmayan” siyasilere veriyorum. İkincilik, aklına eseni kaygısızca söyleyen televizyoncu milletinin hakkıdır.
Yazılı basının bir türlü “gramer öğrenemeyen” çalışanlarını da onların peşine takarım. Kendilerini “sanatçı” olarak tarif edip, her platformda konuşarak “rol modelliğine” soyunanları da ekledim mi “tabelaya girenler” belli olur.
BAŞ ZANLI SİYASET
Dün bütün yurtta rahmetle andığımız Atatürk’ün adı nerede geçse, akıllara çeşitli sorular gelir. En merak edilenlerinden biri de tuttuğu takıma dairdir. Benim için Fenerbahçeli olduğu kesin. Bunu kanıtlayan çok sayıda anekdot okudum.
Bunlardan birini hemen anlatayım. Akşam gazetesini kuran, dışişleri eski bakanlarından Necmettin Sadak ile bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisini birlikte izlerler. İstanbul’da oynanan maçı nasıl izleyecekler? Tabii ki telefondan.
***
Maç bayağı çekişmelidir. Necmettin Sadak sık sık içerideki çalışma odasından İstanbul’u arayıp, maç hakkında bilgi alır. Gelir rapor verir. “Maç bire birmiş paşam..”
Sıkı bir Galatasaray taraftarı olan Sadak’ın suratı maçın ikinci devresinde Fenerbahçe’nin 3-2 önde olduğu haberini alınca düşer. Maç neredeyse bitmek üzeredir. Atatürk fark eder ama üzerine gitmez.
Yarım saat sonra telefonla İstanbul’u aratan Atatürk, geldiğinde Necmettin Sadak’ın keyfini yerine getirecek şeyi söyler:
“Üzülme, bizimkiler bir gol yemiş. Maç üçe üç bitmiş.”
TARİH ÜRETME MERAKI
Meydanında turumuzu atıp camisinden kilisesine ne varsa gezdik. Bodrum’daki gibi limana bakan bir kalesi var. Onu da gördük. Kalenin yanında bir de “Hipokrat Ağacı” var ki Kos’un gururu.
Onu görmezsek olmaz.
Tıp ilminin beybabası Hipokrat buralı. İddiaya göre insanlığın ilk tıp okulu bu adada açılmış, antik çağın Osman Müftüoğlu’su sayılan Hipokrat da bu ağacın altında ders vermiş.
* * *
“Bu ağacı ellerimle diktim...” diyen Hipokrat’ın yeminine inanılırsa ağacın 2 bin 400 senelik olması lazım.
Eskiden Turgutreis’in gençleri, ki çoğu usta süngercidir, Kos’a yüzerek giderlermiş. Burnumuzun dibindeyken, kazanılan bir zafer sonrası, masa başında verilmesi Lozan’daki diplomatik başarılarımızdan biridir.
Her neyse. Ben de yaz sonu heves ettim. “Yazı buradan uğurlayalım” deyip “Hanımefendi” ile birlikte hafta sonu Kos’a kaçıverdim.
Bodrum-Kos feribotla bir saat. Kış tarifesi yüzünden artık haftada beş gün sefer var. Bileti de gidiş-geliş kelle başı on sekiz Euro.
* * *
Kasım ayında Kos’ta ne yapacaksın? Şehir merkezindeki meydanın çevresinde turnikeye gireceksin. İçinden “yürüyorum, sağlıklıyım..” sloganı atarak şehir meydanının çevresinde dönüp duracaksın.
Aklımızı “kontör” olarak telefona yükledik, öyle gezinmeye başladık.
Akıllı telefon üzerinden sosyalleşip, akıllı telefon sayesinde hiç tanışmadığımız yüzlerce arkadaş ediniyoruz.
Kendi hayatımızı da “yeni bir övünme numarası olarak” başkalarının gözüne sokuyoruz.
Navigatör olarak yol gösterenimiz onlar. Yeni arkadaş tedarikçimiz onlar. Unuttuğumuz filmin adını hatırlatan yedek hafızamız onlar.
Bu telefonlar marifetli ama kötü bir huyları var. Hayatı yavaşlatmak, dahası hayatı bize ıskalatmak.
Bu yeni hayat tarzı üzerine kafa yorup, kendime sorular sorarken aradığım cevaplardan biri İngiltere’nin Daily Mail gazetesinden geldi.
“SAKAL merakı” birden bire patlamıştı. Tam da suratı kıllı, eli kanlı IŞİD eşkıyasının sağa sola saldırıp, kafa kestiği günlerde. Bir de baktık, ne kadar yerli futbolcu varsa sakalı koyuvermiş.
“Tüyü bitmemiş..” futbol yetimi sayılacak yaştaki gençler bile üç beş kıl uzatıyorlar.
Sahaya çıkıldığında kimin yerli kimin yabancı futbolcu olduğu hemen anlaşılıyor. Traşlılar, yüzü aydınlık olanlar yabancı, özellikle Avrupalı. Medreseden yeni çıkmış gibi duranlar da bizimkiler.
***
Kim ne derse desin, tersine kafam basmaz. Memleket ahalisi, siyaset yüzünden, fiilen bölünmüştür. Her parçası öbürüne kuşku ile bakmaktadır.
Sebep? 1987’de bir darbe ile başa gelip ülkeyi kesintisiz 27 yıl yöneten Blaise Compaore’nin koltuğa yapışma isteği göstermesi.
Sonuncu kez seçildiği başkanlık görevi 2015’te bitiyordu. Aklına estikçe değiştirdiği anayasaya böyle bir hüküm koymuştu. Durduk yerde televizyona çıktı, sürpriz bir konuşma yaptı. Kısaca şöyle diyordu:
“Başkanlığa doyamadım. Görev süremi uzatacağım. Anayasayı değiştirip, rejime yeniden ayar vereceğim...”İşte bu konuşmadan sonra “Biz de sana doyamadık...” demesi beklenen ahali, sokaklara döküldü.
* * *
Sokaklarda tepinip, memleket büyüklerine asi olan nankör ahaliyi zapt etmenin birinciye gelen yolu sokağa çıkma yasağıydı.