ORTADOĞU’dayız. Çok tekrarlanan, gerçek sahibi net olarak belli olmayan “Coğrafya kaderdir” lafının yaşanan her saniye kendisini hissettirdiği topraklardayız.
Burada kurulan her rejim “ayakta durabildiği ölçüde” kutsaldır. Burada sahne alan her yönetici de kendi kurduğu kutsal yapının başrahibidir.
Bu coğrafyaya aniden yeni bir aktör girdi. Vladimir Putin.
Kendinden öncekilerin tamamının önüne geçti. Tıpkı Karacaoğlan’ın şiirini türkü yapan merhum Cem Karaca’nın “Kim var imiş biz burada yoğ iken” diye bağırdığı gibi.
* * *
Şeyh uçmaz, müritleri uçurur.
Elimizin altında Ozan, Oğuzhan, Şener, Volkan, Olcay, Muhammed, Yasin, Semih, Ersan gibi isimlerden oluşan yeni bir kuşak var. Ben bu yeni kuşakla nereye kadar gideceğimizi merak ediyorum.
Çek Cumhuriyeti ile yapılan maça çıkarken kimsenin umudu yoktu. “Benim vardı” diyene, “Vardı da ne diye söylemedin?” diye sorarlar.
Çek Cumhuriyeti ve İzlanda maçları sona kalmış.
Çek takımına kendi sahanda bile yenilmişsin.
İzlanda’yı sorarsan gurubun demir leblebisi olarak hükmünü koymuş.
Ucuz maçların neredeyse tamamında puan kaybeden takım bu son iki maçı alacak da biz de Fransa’ya gideceğiz. Milli takımın en fanatik taraftarları bile inanmıyordu bu rüyaya.
* * *
1 Kasım’da Türkiye’yi seçime götürecek hükümete “tarafsız” olduğu varsayımı ile İçişleri Bakanı olarak dahil olan zat makamını koruyor.
Üç binden fazla üst düzey emniyet görevlisinin “bizden değil” gerekçesi ile darmadağın edildiği emniyet teşkilatında ancak bu zat bulunabildi. Önce İstanbul Emniyet Müdürü yapıldı, sonra bakan olarak hükümete sokuldu.
* * *
“İstifa edecek misiniz?” sorusuna “Ne alakası var?” diye cevap vermesi, yanında oturan Adalet Bakanı’nı güldürmesini foto muhabirleri tespit edip, arşivlere gönderdiler bile.
Sayın Bakan istifa etmeyecek.
Şu fani hayatında hayal bile edemeyeceği bir makamı işgal ediyor. “Doksan yedi kişi öldü, münasebetsiz bir gazeteci de hesabını sordu” diye istifa edecek değil.
Zaten bizim memlekette istifa etmek, özür dilemek, geri adım atmak gibi refleksler yok.
Televizyonu açıp da haberleri dinlemeye başladığım dakikalarda, Türkiye’yi dehşet içinde bırakan haberde telaffuz edilen kayıp sayısı “otuz” kişiydi.
Vatandaşlar bu korkunç rakamı kafalarında evirip çevirirken üç hükümet üyesi birlikte geldiler, kameraların karşısına oturdular ve kamuoyunu bilgilendirmeye başladılar.
* * *
Sabah saat 10.04’te meydana gelen patlama alanına yarım saat ne bir ambulans ulaşmıştı de de polis gelmişti.
“Kanlı olayı” sıcağı sıcağına yaşayanların ekranlara yansıyan iddiaları böyleydi. Haber spikerleri, muhabirler bunu duyururken resmi araçları içinde hükümet adamları kanın döküldüğü Ankara Garı’nın yakınına geldiler.
Olay yerini inceleyeceklerdi. Orada bulunanlara “Geçmiş olsun” diyeceklerdi.
BİZİM ahalinin eli kalem tutanlarından şu “Ejderha Dövmeli Kız” gibi dört dörtlük “polisiye roman” çıkmaz. Şöyle soluk kesen, bağırsağından çıkmaya hazırlanan gaza düğüm atan dozda heyecanlı bir polisiye film de çekemeyiz.
Yeşilçam çok denedi. Sinemanın cümle büyüklerine polisiye filmlerde şans verdi. Ellerinden ya sonucu önceden bilinen ya da sulu zırtlak şeyler çıktı.
Benim yaşımdakiler Meclis’in daha tıfıl muhabirleriydik. Eski dışişleri bakanlarımızdan rahmetli Turan Güneş, bir kulis sohbetinde bu konuda ilk tüyoyu veren oldu.
“On cinayetinden sekizini balta veya bıçakla işleyen bir toplumun polisiye romanı olmaz.”
* * *
Kendileri atmışsa “akıl, beceri ve taktik çalışmanın” ürünüdür. Her türlü telif hakkı da teknik direktöründür.
Türkiye’de iki üç haftalık kurs bitirerek icra edilip, karşılığında yüzbinlerce lira alınan “Teknik Direktörlük” mesleğinin, son zamanlardaki en moda söylemi bu.
“Yediğimiz gol bizim takıma yakışmadı.”
Rakip futbolcu topa vurduğunda; o top önce üst, sonra yan direklere çarpıp gol olursa mı “yakışıklı” sayacaksın?
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur.
Teknik Direktör bunu söylerse, dört yüz kelimeyi geçmeyen dağarcığından cümle çıkarmakta zorlanan futbolcu da eline fırsat geçti mi tekrarlar:
“Yediğimiz gol bize yakışmadı.”
* * *
Yalnızlık canına “tak” ettiğinden evlenmek fikrine düşmüş, lakin bu yaşta uygun kadını nereden bulacak?
TV’teki izdivaç programları sahipsiz erkeğin er meydanıdır. Elbette izdivaç programlarından birine katılacak, bahtını orada deneyecek.
Sefer Amca da öyle yapmış. Bir programa katılmış, sırası geldiğinde de kamera önüne çıkmış, hikâyesini anlatmaya başlamış.
Daha önce biriyle resmi, diğeriyle imam nikâhlı olarak iki kadınla beraber olan Sefer Amca’nın üçüncü evlilik gayretini niye mi dilime doladım? Siyasal hallerimizle benzerliği var da o sebepten. Bakalım o benzerliği yakalayabilecek misiniz?
* * *
Birinci eşi ile amca çocukları. Daha 17 yaşındayken kaçıp evlenmişler. Ne var ki evlilik altı ay sonra çığırından çıkmış. Kızın hareketleri delikanlı çağındaki Sefer Amca’nın hiç hoşuna gitmeyince evlilik bitmiş.
Programın sunucusu merakla “Niye ayrıldınız?” diye soruyor. Sefer Amca tevekkülle cevap veriyor:
O birkaç gün içinde memleket büyükleri, isimlerini gazetelerde görmek için “üzüntü beyan eden” konuşmalar yapacak.
Benim gibi üç-beş köşe esnafı, durumdan vazife çıkarıp yazılar yazacak. O yazıları yazanlara Ak Troller küfür, hakaret yağdıracak. Sonra, yaklaşan seçimin heyecanı ile olay tavsayacak.
“Dostlar alışverişte görsün” babından soruşturma başlatanlar da dosyaların arkasına saklanacak.
* * *
Fıkra eskidir ama her dönemde gideri vardır. Adam günah çıkarıyormuş. Papaza “Çaldığım şeyleri satıp parasını fakir fukaraya dağıtıyorum ama yine de her seferinde karakol dayağı yiyorum, durumum nedir?” diye sormuş.