Paylaş
1 Kasım’da Türkiye’yi seçime götürecek hükümete “tarafsız” olduğu varsayımı ile İçişleri Bakanı olarak dahil olan zat makamını koruyor.
Üç binden fazla üst düzey emniyet görevlisinin “bizden değil” gerekçesi ile darmadağın edildiği emniyet teşkilatında ancak bu zat bulunabildi. Önce İstanbul Emniyet Müdürü yapıldı, sonra bakan olarak hükümete sokuldu.
* * *
“İstifa edecek misiniz?” sorusuna “Ne alakası var?” diye cevap vermesi, yanında oturan Adalet Bakanı’nı güldürmesini foto muhabirleri tespit edip, arşivlere gönderdiler bile.
Sayın Bakan istifa etmeyecek.
Şu fani hayatında hayal bile edemeyeceği bir makamı işgal ediyor. “Doksan yedi kişi öldü, münasebetsiz bir gazeteci de hesabını sordu” diye istifa edecek değil.
Zaten bizim memlekette istifa etmek, özür dilemek, geri adım atmak gibi refleksler yok.
HAİN SALDIRIYI KINAMAK
Hatalı olduğunu itiraf etmek bile bu memlekette aşağılanma sebebi sayılır. (Bakınız: Hatalı olduğunu söyleyip, kamuoyundan özür dileyen doğrucu hakem Deniz Çoban’ın başına gelenler.)
Bizim memlekette “haysiyetini korumak için istifa etme refleksi” yerine, boş laf etme geleneği var. Üstelik bu boş laflardan bazıları, bizim güvenliğimizden sorumlu olanların zekâ katsayısına dair fikirler veriyor:
“Hain saldırıyı şiddetle kınıyoruz” gibi.
“Saldırı” fiili zaten negatiftir. Saldırının haini veya sempatiği olmaz. “Kınamak” fiili de kusurlar, kabahatler, densizlikler için geçerlidir.
Adam hapşırırken ağzını kapatmaz, tükürük saçar. Onu kınarız. Söylemlerinde ayırımcılık yapar, kadını aşağılar, birileri diğerlerini ötekileştirir. Onu kınarız.
Canlı bombalarla saldırıp, yüze yakın gencecik insanımızın canını alan canavarları kınayıp geçemeyiz.
* * *
Gazetelerin ve televizyonların birinciye gelen merakı “İçişleri Bakanlığı’nın elinde bilmediğimiz istihbaratlar olup olmadığına” dairdir.
Kanlı eylemden otuz iki saat sonra bile dişe gelir bir açıklama yoktu. Oysa medya, kendi imkânları ile topladığı bilgilerle haberin aslına daha yakınlaşıyordu.
IŞİD öne çıkıyordu. Canlı bomba kendini patlatmadan önce “Allahu ekber” diye bağırmıştı. IŞİD’in İstanbul’da yayınlanan dergisi (ki resmi yayın organı sayılır) son sayısında Türkiye’yi kapak yapmış ve hedefe koyduğunu ilan etmişti.
SINIRLAR DELİK DEŞİK HALDE
Biz resmi olarak sınırların IŞİD’e kapandığını sanıyoruz ama öyle bir şey yok. Gazetelerde haber olmadı ama bizim Güneydoğu’daki köylerden birinde yapılan düğüne Suriye’den yüzden fazla insan geldi.
Sınırdan yürüyerek geçtiler, yiyip içip eğlendiler, yürüyerek geri döndüler.
Antep’te bir aracın içinde, yirmi dört IŞİD militanı bir yerden başka bir yere taşındı. Polis sivil ahaliyi o araçtan uzakta tutmakla yükümlüydü.
Çeçenistan’dan gelen ve IŞİD’in İstanbul Emirliği’ni yürüten “tek kollu” takma isimli bir militan Dersaadet’te fink atıyor. Ya izi bulunamıyor veya varlığı görmezden geliniyor.
Bu rasgele saydığım bilgiler bütün gazetelerin yazı işleri masalarına gelmiştir. Hal böyleyken “İstihbarat birimlerinin habersiz olacağına” ihtimal vermiyorum.
Sosyal medya ortamında bile yazılıp çizilen, konuşulan şeyler bunlar. “Bomba Ankara’da patlayacak” tweet’i katliamdan bir gün önce gündeme düşmedi mi?
* * *
Suruç, Diyarbakır eylemlerinin perde arkası görülemedi. Bir gazeteci dövüldü, yakalanan zanlıları konuşturamadılar.
Bir mafya babası, parti lideri gibi kürsüye çıkıp “sevdiği lidere” oy istedi. Gereğinde oluk oluk kan akıtacaklarını üç bin kişinin önünde söyledi.
“Gel bakalım, ne demek istiyorsun” diye soran çıkmadı. Medeni bir ülkede sadece bu olay bile “Bakan istifa ettirmeye” yeterdi.
İçişleri Bakanı’nın istifa edip etmemesinin kıymeti harbiyesi olmadığını siz de anlamışsınızdır. Sorun ülkenin çivisinin çıkmasındadır.
Paylaş