SİSTEM seksen milletvekilli HDP’yi kendinden saymıyor. Zaten biz de içlerindeki işleyişin nasıl olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz şey, orada kararların “Sazcı Başkan” tarafından tek başına alınmadığıdır.
Onu geçelim.
Geriye Ampul Partisi, Altı Kazık Partisi ve Kafaları Tokuştur Partisi kalıyor.
Birincisi, yani Ampul Partisi, on üç senedir iktidar. Tek söz sahibi ise tarafsız(!) Cumhurbaşkanı olarak Ak Saraylı Büyük Usta.
*
Büyük Usta, son kongrede partinin eskilerini tasfiye etti. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadı. Damatlarıyla, hısımlarıyla, akrabalarıyla, avukatlarıyla kendine göre bir huzur ortamı yarattı.
AMPUL Partisi’nin kongresi bitmesine bitti ama ardından söylenen laflar daha bitmedi. Yapılan ince hesapların dökümü birer ikişer satır, gazetelere düşüyor. Daha yeni yeni konuşuluyor.
Meğer Başbakanımız, bilim adamımız Davutoğlu az kurnaz değilmiş.
Kongrenin yapılacağı tarihi 12 Eylül’e denk getirmiş. Hem de parti yönetiminden kimseyle tartışmadan, kimseyle konuşmadan.
İşin inceliği burada işte. Partinin diğer yöneticileri talimatın Ak Saray’dan geldiğini zannediyor ve kimse “Niye 12 Eylül?” diye sormuyor.
*
Sonradan anlaşıldı ki Ampul Partisi kongresinin yapılacağı gün Ak Saraylı Büyük Usta Türkiye’de olmayacaktı. Program önceden yapılmıştı.
LİG TV’nin maçlardan sonra ekrana gelen, haftanın olaylarını derleyip toplayan Maraton adlı bir programı var...
Bana göre ihtiyaç gideren bir program. Ama her sene, isimlerini TV ekranlarında okutmak isteyen üniversitelerin ilan ettiği gibi, ‘memleketin bir numaralı spor programı’ değil.
Maç görüntülerini kim tekeline alırsa iyi program o olur.
Bu sene biraz performansı düştü. Ben sadece Tümer Metin’in yorumlarını dikkatle dinliyorum. Bilgili bir insan olan Ersun Hoca daha ekran acemisi, o yüzden ikinci planda kalıyor.
BEN tek adaylı, tek listeli “parti içi demokrasileri” seviyorum. Hatta demokrasilerin de “Tek Partilisi” daha iyidir. Birden fazla parti oldu mu, vatandaşın kafası karışır. Kime oy vereceğini bilemez.
Bilmemenin yükü ağırdır.
Diyelim oy kullanıyorsun. Hücreye girdin. Orada seni “oy pusulası” yerine kocaman bir kâğıttan kuşak bekler. Bir buçuk metrelik oy pusulası nerede görülmüş?
O oy pusulasının tersini çevir, üzerine keçe kalemle yakışıklı bir “Maşallah” yaz, sünnet vakti geldiğinde oğlanın boynuna çaprazlama as. İş görür.
* * *
Ampul Partisi’nin kongresini NTV’nin canlı yayınında izlemeye çalıştım. O kadar cansız ve sıkıcıydı ki bir ara uyandığımda çayım buz gibi olmuştu.
NTV’nin haberlerdeki yüzü Oğuz Haktanır’ı partinin önemli isimleri ile canlı mülakat yaparken izlemek, kongreyi izlemekten daha eğlenceliydi.
Oğuz Haktanır, kendi kendine bir konuşma yöntemi icat etmiş. Bu konuşma tarzı ile diğer televizyon adamlarından farklı görünmeyi umuyor, şöhretini katlama konusunda o tekniğe güveniyor.
Tekniği şöyle.
Cümleye başlıyor, herhangi bir kelimeye geldiğinde durup iki saniye kameraya bakıyor, sonra kaldığı yerden devam ediyor.
* * *
BUGÜN size “yüzde 52 oyla” devlet başkanlığına seçilmiş bir politikacıdan söz edeceğim. Sakın gerilmeyin, lafı iç politikaya getirip bizimkilere gönderme yapma gibi bir niyetim yok.
Sadece, internetten bulup seyrettiğim harika bir TV röportajının etkisinde kaldım ve röportajı izlerken yaşadığım güzel duyguların altını çizmek istedim
Günün acılarından kaçarken rastladığım o röportajda, otuzlu yaşlarında bir gazeteci, 80 yaşındaki Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujica ile konuşuyordu.
*
Jose Mujica, 2010 yılının Uruguay’ında halkoyu ile seçilerek devlet başkanlığı görevine başladığında 75 yaşındaydı. Bu görevi beş yıl yaptı ve bundan altı ay evvel kendini emekli etti.Orta yaşlarında, uzun bir siyasi mahkûmiyet yaşayan Jose Mujica cezaevinin bir hücresinde, on beş yıl tek başına bir hücrede kalmış, dışarı akıl sağlığını koruyarak çıkmıştı.
Hollanda maçı, televizyonda gördüklerimize inanamayacağımız kadar iyiydi. “Hoca şu taktiği verdi, şu tedbiri aldı, şu öngörüde bulundu” diyecek yerlerde değilim.
Haddini bilen biri olarak, bu işin profesyonellerine akıl vermek benim gibi kalem erbabına düşmez. Futbolun içinden gelen teknik direktörlerin en yeteneksizi bile, bir gazete yazarından çok daha fazlasını bilir.
Benim söyleyeceklerim genel manzara üzerinedir.
***
KOCA Osmanlı’nın kapısına iki kez dayanıp da giremediği Viyana’ya Suriyeli mülteciler girdi. Avusturya hükümeti, Suriye’den gelen iki bin altı yüz savaş kaçağını mülteci olarak kabul edeceklerini resmen açıkladı.
Bu rakam, Akdeniz’in kabul ettiği mülteci sayısından az.
Bizim eski coğrafyada Bahr-i Sefid olarak geçen Akdeniz, deniz yoluyla Avrupa toprağına çıkmaya çalışan iki bin sekiz yüz mülteciyi yutmuş.
O iki bin sekiz yüz ölü bedenden sadece biri, Aylan bebeğin bedeni kıyıya vurunca insanlığın gözü açıldı.
* * *