Galata Kulesi’nin giriş kapısını karşınıza alın, sağdan aşağı doğru kıvrılan Galata Kulesi Sokak’tan 50-60 metre kadar aşağıya inin. Sağ kolda göreceğiniz beyaz dekorlu, şık bahçe; i guru. İsminin neden böyle tuhaf olduğuna sonra geliriz.
Bahçeden içeri adımınızı atar atmaz Bodrum Yalıkavak’taki ferah sahil mekânlarından birine girmiş gibi hissediyorsunuz. Zarif bir bar, bahçeye yayılmış konforlu oturma grupları ve masalar, aralarda göz okşayan yeşillikler...
Bütün bunlara da fonda belli belirsiz çalan yabancı pop, house müzikler eşlik ediyor.
Açılalı iki hafta olan i guru’yu şimdilik sadece Galata-Karaköy hattının hipster ve ekspatlarıyla civar otellerde kalan turistler biliyor. Ama sadece turistlere bırakılamayacak kadar güzel; biraz kent bilgisi cakası satmak isterseniz, birlikte gideceğiniz kişileri şaşırtacak, “Burada böyle bir yer mi varmış” dedirtecek kadar da yeni.
Bahçenin insanı içine alan Güneyli atmosferi aslında sadece bir illüzyon. Açık alandan iki katlı kapalı alana girdiğinizde somut gerçekle tekrar yüz yüze geliyorsunuz: Kadim kent İstanbul’dasınız ve burası en eski yerleşim noktalarından biri. Çünkü kapalı alanın arka duvarı Cenevizliler tarafından 1.400 yıl önce inşa edilmiş Galata Kulesi surları. Tuhaf bir duygu. Arkanız Yalıkavak, içeri giriyorsunuz karşınız, elinizle dokunun bakın, ortaçağ Konstantinopolis’i...
Kahvaltıdan DJ’e
◊ Birinci çıkan yalan, yüzde 21.1 ile “Ben asla yalan söylemem” yalanı...
Doğrudur, böyle çok tanıdığım var. En büyük savunmaları da “Bir şeyi hiç söylemezsen yalan da söylemiş sayılmazsın ki”. Çarp ağzının ortasına!
◊ İkinci en çok söylenen yalan, “Telefonum sessizdeydi” yalanıymış. Yüzde 16.5...
Galiba en tehlikelisi bu. Çünkü yalan içinde yalan barındırıyor.
Telefonu açmıyorsa o an ne yaptığı, nerede olduğu, kiminle olduğu bir külliyat halinde.
“Külliyen yalan” derler ya, tam da o.
∆ Attilâ İlhan Mansız
∆ Halit Ziya Gökalp
∆ Halit Ziya Akçatepe
∆ Fatih Sultan Terim
∆ Elif Şafak Sezer
∆ Victor Hugo Boss
∆ Ahmet Hamdi Alkan
BBC için yapılan bir araştırmada online çöpçatanlık sitesi kullananların yüzde 37’sinin uygunsuz davranış şikâyetinde bulunduğu, yüzde 33’ünün de cinsel tacize maruz kaldığı ortaya çıktı.
Popüler çöpçatanlık uygulaması Tinder ise bundan sonra kadınların güvenliğine odaklanacaklarını duyurdu.
BBC News’te okuduğum bir yazıya göre; bu çalışmanın arkasında geçen eylülde uygulamanın başına geçen ilk kadın yönetici Renate Nyborg varmış.
Nyborg, aradan geçen 1 yıllık süreçte ilk iş olarak şirketteki kadın çalışan sayısını yüzde 30 artırmış.
Tinder’da panik butonu gibi koruma mekanizmaları devreye girmiş.
Nyborg, şimdi de ev içi şiddetle mücadele eden No More Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliğine gidiyor. Bu kapsamda çalışanlara eğitim verilecek.
Buna karşın Kadınlara Karşı Şiddeti Durdurun (Stop Violence Against Women) gibi kuruluşlar bunu olumlu bir gelişme olarak gördüklerini, ancak yetersiz bulduklarını söylüyor.
Seks avcılarının bu çöpçatanlık uygulamalarını potansiyel kurbanlarını bulmak için suistimal ettiklerini belirtip, kadınların internet üzerinden uğradıkları şiddetle kıyaslandığında yapılanları
◊ Yıllarca bir soyadı ikileminde bıraktınız bizi. Adını-soyadını ters kullanan baban Rutkay Aziz mi, sen misin?
- Senelerdir bu soruya cevap veriyorum, anlaşılamadı bir türlü! (Gülüyor) Babamın asıl ismi Aziz Ünal Rutkay. Soyadımız Rutkay haliyle...
◊ Bu bilindik soyadı... Kariyerinde avantaj mı oldu, dezavantaj mı?
- 20’sindeki Doğa’ya sorsaydın isyan ederdi zaman zaman. Ama şimdi 44 yaşındaki Doğa olarak bir nimet gibi bakıyorum. Dünyaya bir etiketle geldiğim gerçeğini değiştiremeyiz. Çok severek taşıdığım Rutkay soyadı hayatımı güzelleştirdi, bana değer kattı. Ben hep güzelliklerini yaşadığım için oğlumuzun adını da Rutkay koyduk.
Kızmakta haklı Murda.
Sanatçının tepesinden gül yaprağı döktürmek, ayağına şampanya patlatmak, üstüne para saçmak bizim Doğulu eğlence anlayışımızın bir ürünü.
Bu tür hareketlere bayılıp, bundan gururu okşananlar da var, hazzetmeyen de.
Genelde şöyle bir paralellikte seyrediyor hikâye: Alaturka, arabesk, belki kısmen halk müziği... Ne kadar Doğu müziği yapıyorsanız o kadar hoş karşılanıyor.
Pop, caz, rock, rap...
Ne kadar Batı müziği yapıyorsanız o kadar abes kaçıyor.
Yani Bülent Ersoy, Mahsun Kırmızıgül’e yapınca uyuyor da, Ajda’nın, Edis’in kafasından dolar döktüğünüz zaman sırıtıyor.
Sınır servileri, 3 büyük badem ağacı, 20 cocos, 6 dev starliçe, 90 muz ağacı, 160 bambu, 18 Akdeniz palmiyesi, 2 dev yuka, yaşlı bir hurma ve 70’e yakın tropik çalı... Çeşme-Alaçatı’da geçen hafta açılan Isla’daki bitki envanteri bu. İspanyolcada ‘ada’ anlamına gelen Isla’ya girdiğinizde kendinizi tropik bir adaya adım atmış gibi hissediyorsunuz. Bence sadece Alaçatı’nın değil, belki de bütün Ege’nin en güzel bahçesi. Restoran, bar ve kulüp olarak hizmet veriyor.
Mekânda masalar da var ama esas olarak birbirinin içine geçmiş bir barlar sisteminden oluşuyor. Eğer bir kuş olup yukarıdan bakabilseniz, bu barların Sanskritçede ‘nefes’ anlamına gelen işareti oluşturduğunu göreceksiniz.
Lüzum yok, bilmeniz yeterli, inin aşağıya… Farklı yüksekliklerdeki bar tezgâhlarında 10 ayrı istasyonda 20 barmen çalışıyor. Kokteylinizi servis ettikleri gibi, dilerseniz yemeğinizi de buraya getiriyorlar.
Menü deniz ürünü ağırlıklı.
En çok dikkat çeken cam tabutta, kırık buz içinde gelen istiridye. ‘Pamuk Prenses’ ismini taktım. Prenses; çünkü tanesi 250 lira.
◊ Ya yine geçen sezonki gibi olursa:
Dinamo Kiev maçından avantajlı döndük. Ama başında Lucescu gibi kurt bir hoca olsa da sonuçta savaştaki bir ülkenin takımı. Doğru dürüst antrenman bile yapamıyorlar.
◊ Ya yine kaynaşma problemi olursa:
Çok adam aldık, çok... En son Pedro. Peki bunca futbolcu birbirine nasıl alışıp makine gibi çalışan bir takıma dönüşecek? Böyle sil baştan, hep sıfırdan nereye kadar?
◊ Ya yine hayal kırıklığı olursa: