Pantene Altın Kelebek’in 47 yıllık tarihinde ender rastlanan bir şey yaşanıyordu o akşam Zorlu PSM’de:
Nurgül Yeşilçay, “en iyi kadın oyuncu” ödülü için sahneye bir değil, aynı anda iki oyuncuyu davet etti.
“Masumlar Apartmanı” dizisinin başrolleri, aynı zamanda çok da yakın arkadaş olan Ezgi Mola ve Merve Dizdar birlikte almaya çıktılar ödüllerini.
Zaten salonda da yan yana oturuyorlardı, ha deseniz el ele tutuşacak ilkokul çocukları kadar sevimliydiler.
Merve Dizdar kızacak ama...
Kıyafeti kötüydü.
Merve Dizdar kızacak ama...
Kendisi mutluymuş da... Önemli olan buymuş da...
Hayır efendim...
Bal gibi tartışmaya açık bir konu.
Çünkü insanlar Merve Dizdar’ın pazar günü kanepede dizi seyrettiği kıyafeti eleştirmiyor.
Kaldı ki ünlü, bir oyuncu...
Lüks semtin yeni İtalyan yakışıklısı: Marcello. Adını, Fellini’nin kült filmi ‘La Dolce Vita’daki Marcello Mastroianni’den alıyor. Hani şu gece hayatında gittikçe asileşen bıçkının hikâyesi...
Mekânda Autoban’ın mimari ciddiyeti kendini hissettiriyor. Bordo mermerler, yüksek ahşap tavan... Kıvamında ama hafif erkeksi.
Mekânın eski hali daha flörtözdü denilebilir; şimdiki hali daha sosyal. İkonik şehir manzaralı terastan yine açık alan olarak faydalanılmış. Ama ilginçtir; masa sayısı falan azaltılınca ortaya Frankie’den daha ferah, daha az gazinovari bir mekân çıkmış. Autoban’ın mimari ciddiyeti kendini hissettiriyor tabii. Bordo mermerler, yüksek ahşap tavan, ortam, ışık, dekor, dokular... Kıvamında ama hafif erkeksi.
Şefleri de aynı tatta: Napolili Luigi Mariconda ve Genovalı Massimiliano Nardo için ‘Biscolata tadında’ denemez ama ikisi de karizmatik. Ortalıkta dolaşıyor, insanlarla tanışıp sohbet ediyorlar.
Benim anladığım, asıl işi Luigi yapıyor. Çünkü Marcello’nun bölge restoranı olmak değil, İtalya genelinden en iyi lezzetleri bir araya getirmek gibi zor bir iddiası var. Bütün o günlük makarnalar, mantarlı risotto’lar, lazanyalar da Luigi’nin elinden çıkma. Zaten ‘executive’ (yönetici) şef de o.
Ama focaccia ustası Massimiliano daha ‘artist’ sanki. Çünkü Marcello’nun en büyük iddiası İtalya’nın Recco bölgesine özgü bir focaccia olan tipo Recco. Marcello için İtalya’dan Türkiye’ye yerleşen Massimiliano birçok imza lezzeti gibi ‘Focaccia tipo Recco’suyla hava basıyor.
“Ben süper insan değilim. Sadece Tennessee’de doğmuş bir kadınım. Eğer ben yapabiliyorsam, hepimiz yapabiliriz.”
2 yıl önce Harvard Business Review’a verdiği söyleşide Tennessee Nutbush’da başlayıp İsviçre Alpleri’nde önceki gün son bulan zor ama muhteşem yaşamını böyle özetlemişti Tina Turner.
Zürih yakınlarındaki Küsnacht’da 76 milyon dolarlık aldığı malikanesinde son nefesini verdiğinde 180 milyondan fazla albüm satışı, 8 Grammy ödülü ve 250 milyon dolarlık servet biriktirmişti 83 yıllık hayatında.
Ama ne adına?
Ortakçı olarak çalışan anne-babası çok küçük yaştayken ayrılmış, büyükannesiyle birlikte büyümüştü.
Müziğe hep ilgisi vardı.
17 yaşında sonradan kocası olacak Ike Turner ile tanıştı. Turner’ın “Kings of Rhythm” grubuyla sahne almaya başladı. 1962’de evlendiler ama eşinden şiddet görüyordu.
Dünkü Posta’nın manşetinde Cemhan Şen imzalı harika bir insan hikâyesi vardı.
Selman Kerse, İstanbul Silivri’de yaşayan bir western (kovboy filmi) tutkunu. Arkadaşlarıyla birlikte kurdukları Western Club’da zaman zaman bir araya geliyorlar.
Kovboy kıyafetleri, şapkaları, mahmuzlu çizmeleri, kalın kemerli kostümleri falan var. Hatta at binmeyi bile biliyorlar.
Selman Bey’in kızı Zeynep 3 yıl önce Çanakkale’de üniversite kazanıyor. Zeynep’in okul kaydı için kızıyla birlikte 18 Mart Üniversitesi’ne gelen Selman Bey, o gün kızına bir söz veriyor:
“Babamın bir atı olsa binse de gelse türküsü gibi olmasın. Sen bu okulu bitir, ben de seni almaya atımla geleceğim...”
Nitekim okul bitince sözünü tutuyor Selman Bey. Atı Kaan Berk ile Silivri’den çıkıp, 5 günde 300 kilometre yol yaparak Çanakkale’ye gidiyor.
Zeynep sevinçten havalarda uçuyor tabii:
Çevre konusunda çok hassas biri olmasanız bile kendinizi bir anda konunun içine çekilmiş, hatta mücadele ederken bulurdunuz.
Son yıllarda ortaya çıkan bir protesto trendiyse taraftar toplamaktan çok uzaklaştırmaya dönük duruyor. Kültür-sanat varlıklarına saldırıyor bu protestocular. “Eğer doğa olmazsa önem verdiğiniz bu kültür-sanat varlıklarının hiçbiri olmayacak” mesajı veriyorlar.
Mona Lisa tablosuna pasta atan mı ararsın, kendini resme yapıştıran mı...
Bu “çevreci hiddet”ten en son Roma’daki ünlü Aşk Çeşmesi (Trevi) aldı payını. İklim aktivistleri kömür bazlı bir sıvı döküp canım çeşmeyi siyaha buladı. Kömür gibi fosil yakıtların tüketilmesini önlemek için kültür mirası çeşmeyi kömüre bulamak...
Dikkat çekici, orası kesin.
Ama yaratıcı mı, hayır.
Askiiin olayiiim
Attığı her golden sonra Galatasaray tribünlerinin söyleye söyleye ezberlettiği “Aşkın Olayım” şarkısını en sonunda Mauro Icardi de okudu.
Fakat tepkilerinde hakarete varan ifadeler kullanınca ceza aldılar. Mesela Ezgi Mola, hakaretten 6 bin 950 lira para cezasına çarptırıldı.
Ne korkunç değil mi?
Cinsel saldırıyı yapan davalar açıyor, saldırıya tepki gösterenler mahkemelerde sürüyor.
Bu kadınlardan Farah Zeynep Abdullah’a ikinci bir hakaret davası daha açıldı şimdi.
Dava haberini sosyal medya hesabından duyuran FZA, “Şerefsiz ve göründüğü kadarıyla bir geçim yöntemi olarak adalet sistemini kullanan Musa Orhan şimdi de bana tazminat davası açmış. Aç köpek” dedi.
Haydaa... Bu açıklamada da hakaret var!
Belli ki yine bir dava daha açılacak Abdullah’a. Haklıyken haksız konuma düşüyor.
Sevgili Farah, isyanını, kızgınlığını anlıyorum ama aynı şeyleri tekrarlayarak farklı sonuç alınmaz.
Recep İvedik, birkaç saatliğine de olsa Şahan Gökbakar’ı ele geçirdi; ortalık birbirine girdi.
Her şey Şahan Gökbakar’ın muhalefet liderine hitaben yaptığı emir kipli açıklamayla başladı.
Birçok sosyal medya kullanıcısı gibi ünlüler de Şahan Gökbakar’ın üslubunu eleştirdi.
Ünlü komedyen bunun üzerine “Açıkla, bırak, konuş” gibi ifadeler içeren tweet’ini sildi, aynı sözleri bu kez “Açıklayın, bırakın, konuşun” gibi ikinci çoğul hitaplarla tekrar paylaştı.
Paylaşım üzerine Enver Aysever, Celil Nalçakan gibi isimlerle tartışan Gökbakar, opera sanatçısı Güvenç Dağüstün’e de küfretti.
Yaptığı hatanın farkına varmış olacak ki Amerika’dan, şuradan, buradan abuk sabuk örneklerle küfür etmeyi savunmaya çalıştı:
“Hep şunu düşünüyordum; insanlar bize aleni küfür edince biz ünlüyüz diye aynı tondan cevap veremiyoruz. Bugün bazı tanınmış arkadaşlar bana küfretmiş. Ünlü ve ünsüz arasında böyle bir kural var ama ünlü, ünlüye küfürle cevap verebilmeli. Sonra hemen ağlıyorlar ama. Aynı insanlar Amerikan talk show’larında siyasilere küfredilince bayılırlar, ‘Ne güzel, özgürlük’ derler; Robert de Niro, Trump’a sövünce yere göğe sığdıramazlar. Riyakârlık hep...”
Sonra da sormuş Şahan Gökbakar: “18 Mayıs’ı ‘Ünlüler Küfür Günü’ mü ilan etsek?”