Yine ne cinlik var işin içinde diye düşünmeden edemiyorum. Yine hangi dengeler zorlanacak, yine neler feda edilecek diye kaygılanıyorum.
Geçenlerde İzmir’i uçuracak yeni çılgın bir proje çıktı gün ışığına. Hani fikri atalım kamuoyunun önüne, bakalım ne tepki gelecek düşüncesiyle bir haberdi bu. Anlaşılan İzmir limanıyla ilgili Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın bir takım genişletici, derinleştirici tasarrufları olacakmış. Bu sayede liman büyüyecekmiş, hem de 550 bin metrekare... Yolcu kapasitesi de 3 milyona çıkacakmış.
İstemezükçü kontenjanından itirazlarımı sıralıyorum hemen. Projeyi görmeden üstelik...
Derinleştirme meselesi yılların oluşturduğu dip kirliliğinden dolayı oldukça karmaşık. Oturmuş zeminle oynamanın herhangi bir kirliliğe neden olup olmayacağı iyi araştırılmalı. Kamuoyu aydınlatılmalı.
Dolgu yaparak 550 dönüm alan elde edilmesi de rahatsız edici. Dolgu kültürü kıyıları buralara getirdi. 500 yıl sonra herhalde Alsancak’la Karşıyaka birleşir ve herkes rahat eder. Düşünsenize öyle bir alan üzerine ne AVM’ler sığar, ne restoranlar, ne cafeler, ne otoparklar... Karşıdan karşıya Ağaçlı Yol!
Bu genişletme sayesinde kruvaziyer yolcu kapasitesi yılda 3 milyona ulaşacakmış. Bu yılki turist sayısı 500 binlerde olacak. Bu turistlerin nasıl bir düzensizlik içinde gemiden inip kente karıştığını gördüyseniz bölgenin 3 milyon turistli halini düşünmek bile istemezsiniz.
Liman geniş bölgesinin bugün, hemen, acilen yeniden planlamaya ihtiyacı var. Yerel idareyle Bakanlık el ele verip çılgınlıkları kara tarafında denese keşke...
Yıllar önce Radikal’de piliç versiyonu vardı. Bu seferki tavuk… Bir Facebook grubunda paylaşıldı.
Bir tavuk, bir yolda karşıdan karşıya geçer.
Soru: Tavuk karşıdan karşıya niçin geçer?
Bazı yanıtlar:
EFLATUN:
İyiliği için, Gerçek, öteki taraftadır.
ARISTOTELES
Yıllardır gördüğümüz film yeniden gösterimde anlayacağınız.
Tabii, sonuç odaklı çalışan iktidarın, işe yaramadığını göre göre İzmir’e dönük olarak hep aynı dili kullanması garip. Daha akıllısını bekliyor insan, ama nafile.
Nasıl bir dil bu dil? Algıda seçici bir kere. İşine geleni görüyor. Meseleleri çarpıtıyor. Koca koca kentlerle ilgili tehlikeli genellemeler yapıyor. Ortaya somut veriler koymuyor. En önemlisi de kendinden küstahlık derecesinde emin.
Birinci ezber... İzmir o kadar demokrat değil aslında! O kadar özgürlükçü de sayılmaz. Taşralaşmıştır hatta. Tamamen yanlış mı? Elbette hayır. Ama İzmir çok kültürlü bir liman kenti olarak hoş görüyü dokularında taşır zaten.
Sanki memleketin dört bir yanında demokrasi almış başını gitmiş, bir özgürlük, bir hoşgörü patlaması yaşanıyor da bir İzmir ıskalamış bunu!
Efendim, İzmirli ancak İstanbul’da yaşayabilirmiş özgürlüğü. İnsanın sorası geliyor:
Kardeş, sen İstanbul’un neresindensin? Fatih’ten mi, Bebek’ten mi, Sultanbeyli’den mi, Kuştepe’den mi, Etiler’den mi?
AMERİKAN Merkez Bankası FED’in bilançosu 4 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaştı ulaşacak. Buraya 800 milyar dolardan geliyor. Yani 5 yılda piyasaya 3 trilyon dolardan fazla para verdi.
Hala daha ayda 85 milyar dolarlık tahvil alımı yapıyor. Bu da bir yılda 1 trilyon dolar demek.
FED’in alım miktarını 15-20 milyar dolar azaltacağı beklentisi oluşunca gelişmekte olan piyasalara satış gelmişti. Bizde de dolar 2 TL’nin üzerine çıkmış, faizler %10’u aşmıştı.
Hani şaşırtıcı olan, izah edilemeyen, anlaşılamayan durumlara, zamanın ruhuna uygun olarak “yeni normal” deniyor ya. Bizim siyasi iktidar bir süredir biraz farklı bir türünü geliştiriyor bunun. Yok artık, o kadarını yapmaz diyorsunuz. Yapıyor. Yanlıştan döner diyorsunuz. Dönmüyor, yanlışı çılgınca savunuyor. Üzerine, olup biteni doğal akışmış gibi yutturmaya çalışıyor. “Yeni anormalin” mümtaz örnekleri diyelim biz bunlara.
Futbolundan siyasetine, sanatından medyasına kadar her alanda gariplikler yaşanıyor. Fantastik bir film senaryosu gibi akıp giden hayatımız var. Olaysız gün yok.
Hadi futbolda falan bu savrukluklara alışkınız da “yeni anormal” artık ekonomiye de bulaşmış durumda. Küresel rüzgarlar tersine döndü, dönüyor ya. Değişen iklim iktidarın aklını iyice karıştırmışa benziyor. Ne de olsa Mart ayında yerel seçimler var.
Son on yıldır süren düşük faiz ortamından o kadar da düşük olmayan faizler dönemine giriliyor. Zorluklar kapıda. Hemen başladı zaten iyilikler bizdendi, şimdiki kötülükler faiz lobisinden, FED’den, gelişmemizi istemeyenlerden söylemleri... Dolara yılsonu fiyatı biçmeler. Piyasada zaten yükselmiş olan faizi resmen yükseltmemek için direnmeler.
Dünyada örnek gösterilen bir ülke idik... Altı ayda en kırılganlardan biri haline geldik. Bu inandırıcı mı? Elbette değil.
Olan şuydu. Güçlü bir büyüme hikayesi olan ülkeydik. Amerika, Avrupa, Japonya, Çin ve bilumum merkez bankalarının piyasaya vermiş olduğu trilyon dolarların keyfini sürdük.
EDEBİYAT dünyasına öyküleriyle giren ve kitapları Sait Faik, Oğuz Atay gibi saygın ödüllere layık görülen İzmirli yazar Ahmet Büke’nin ilk romanı bu hafta yayımlandı.
Büke, öykücülüğüne İzmir’i anlatarak başlamıştı. Zaten ilk kitabının adı da İzmir Postası’nın Adamları idi.
Doğup büyüdüğü coğrafyadaki hayatları ve insanları anlatan yazar, zamanla edebiyat evrenini genişletti ve Türkiye’nin bin bir rengini bize getirdi. Büke, şimdi yine doğduğu ve büyüdüğü sokaklara geri dönmüş sanki. Ama bu defa bir gençlik romanıyla...
Gençlik edebiyatı, Batı’da çok uzun süredir büyük genç kitlelerini okuma serüvenine taşıyan bir tür olarak öne çıkıyor. Bizde de bu konuda bir süredir hareketlenmeler var. Yeni markalar ve geleneksel yayıncılar bu alana ve genç okuyucu potansiyeline dikkatlerini çeviriyorlar. Hele geçirdiğimiz son sıcak yazdan sonra bu mecra iyice hareketlenecek gibi.
Büke, kitabında İzmir’de büyümüş bir genci, Bedo’yu anlatıyor. Varyant’ta, Körfez’e bakan eski bir apartmanda dedesi ve annesi ile yaşayan Bedo, Kordon’un, Kemeraltı’nın, Mezarlıkbaşı’nın ve Tilkilik’in bin yıllık sokaklarında büyürken kendi macerasını da getiriyor bize.
Aslında kitabı okurken anlıyoruz ki, Bedo’nun macerası, sadece bir gencin değil ondan önceki kuşakların ve sadece İzmir’in değil memleketin en uzak noktasının da macerası.
Roman bir yapbozun parçalarının yavaş yavaş bir araya gelmesiyle son cümlesine kadar merakını sürdürüyor okuyana.
Yer Ayvalık’sa, konu kültür sanat günleriyse, organizasyonu da sevgili Neslihan Acu üstlenmişse burada sözünü etmeden duramam. Üstelik ücretsiz yaratıcı yazarlık atölyeleri var. Mario Levi, Mine Söğüt, Aslı Tohumcu, Murat Gülsoy ve İnci Aral atölye yapacaklar. Program şöyle:
Mario Levi / 2-3 Eylül / Bir Hikaye YazmakMine Söğüt / 4 Eylül / Yazma CesaretiAslı Tohumcu / 5 Eylül / Yaşamdan YazıyaMurat Gülsoy / 6-7 Eylül / Rüyalar ve Hikayelerİnci Aral / 8-9 Eylül / Hayattan Romana
Ayvalık bir buçuk saatlik yol. Gidebilenlerin memnun döneceklerinden eminim.
THY’nın piyasa değeri 5 milyar dolar. Ülkenin en değerli, en iddialı şirketlerinden…
Genç bir filosu, önemli sponsorlukları var. Reklamlarında dünya yıldızları oynuyor. Bu şaşalı büyük hikayelerin yanında tatsız küçük hikayeler üretmeye devam ediyor ama THY.
Geçen gün İstanbul’dan İzmir’e saat 21’de yerim vardı. Alana 17:30 gibi gittim belki önceki uçaklarla uçabilirim diye. 19 uçağına ikinci yedek yazıldım.