Baba Yusuf Geray Mehmet ve Sibel’le…
Sibel hakkında ne yazılsa eksik kalır. O 2011 Van depreminin enkazından doğan gerçek bir kardelen. Belki de kendi yazmalı kendi hikâyesini. Böyle hikayeler mutlaka kayda geçmeli. Anlatılmalı. Ülkenin kısır gündemini birazcık kırar hem.
Biz Sibel’in kardeşi Yunus’u biliyoruz daha çok. Yunus’un Erciş’te enkazın arasından endişeli gözlerle baktığı o fotoğraf hala zihinlerimizde… Yunus enkazdan çıkarıldı ama maalesef kurtarılamadı.
İronik bir şekilde Sibel’in yeniden doğuş hikayesi de o noktada başlıyor.
İzmir Ticaret Borsası’ndan bir heyet Erciş’e aileyi ziyarete gidiyor. Hem taziyelerini sunuyorlar hem de dokuz kardeşten Mehmet ve Sibel’i İzmir’de okutalım diyorlar. Belki acıya birazcık merhem olur diye.
Aile İzmir’i uzak buluyor. Haklılar da, arada 1.800 kilometre var. Çocukları Ankara’ya yollamayı tercih ediyorlar. Ama Ankara olmuyor ve en sonunda çocuklar dönüp İzmir’e geliyorlar.
Sibel şimdi Cumhuriyet Kız Meslek Lisesi ikinci sınıfta. Mehmet Van’a döndü. Van’da özel bir okula gidiyor ve memnun.
BU hafta özellikle perşembe günü döviz piyasasının siniri dikkat çekiciydi. Merkez Bankası 3 milyar dolardan fazla satış yaptı, ama kur yukarı gitti.
Bu sefer tahvil faizleri de yükselmeye başladı. Türkiye’nin risk primi sayılan CDS’ler 18 ayın en yükseğine çıktı.
Çok iddialı olduğu demokrasi konusunda epey bir yılı heba etmiş olan iktidar, bu kez çok iddialı olduğu ekonomide zorlu bir sınavdan geçiyor. Sınav geçen mayısta FED Başkanı Bernanke’nin paranın musluklarını kısacağız demesiyle başladı.
Gelişmekte olan piyasalara son 4-5 yılda girmiş olan paraların bir kısmı o gün bugün gelişmiş ülkelere geri gidiyor.
Dışa bağımlı bir ekonomimiz var. Esas olarak enerji ithal ediyoruz. Tabii bir yığın başka malla beraber. Bunlar için her gün ekstradan 250-300 milyon dolar bulup yurt dışına göndermek durumundayız. Yani, dış mihraklara karşı elimiz kuvvetli değil.
Yıllardır bu şekilde çalıştığımız için de borcumuz oluşmuş. Bu yıl 200 milyar dolar borç çevireceğiz mesela. Az para değil.
Şanssızlık şu ki son beş yılda dünyayı paraya boğan Merkez Bankaları muslukları kısma noktasına gelmiş. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelere zamanında giren paralar çıkmaya başlamış. Yani, size finansman sağlayanlarla çatışmak için hiç doğru bir zaman değil.
Ama iktidar öyle düşünmüyor. Önce Gezi hareketi sırasında siyaseten kıyameti koparıyor. Devlet şiddetinden beş insan ölüyor. Kimlerin kalıcı biçimde yaralanıp mağdur olduğu belli değil. Kolayca uzlaşmak mümkünken, sertlik tercih ediliyor.
Tam da o günlerde Amerikan Merkez Bankası verdiğim parayı azaltmaya başlayacağım diyor. Faizler ve döviz kuru yükseliyor.
Aradan altı ay geçiyor. O altı ay boyunca ülkedeki tansiyon 20/10 sınırında dolaşıyor. İktidar bu tansiyondan rahatsız olmuyor. Hatta kendi medyasıyla bu tansiyonu besliyor. Sandıktaki gücüne güveniyor çünkü. Ayan beyan Cemaatle çatışmaya başlıyor.
Geliyoruz 17 Aralık’a. Bir yolsuzluk soruşturması bu kez “darbe” olarak addediliyor. Siyasi dil yine sert. Bu seferki yargı ve emniyet darbesi!
Faizler az daha yükseliyor ama bu kez döviz kuru fırlayıp gidiyor. Özel sektörün yumuşak karnı dış borcuna ek yük biniyor. Borsa düşüyor.
BU kavga zıt kutupların ideolojik tartışmasından çıkmadı.
Bu kavganın taraflarının birbirlerinden farklı Türkiye hayalleri yok.
Bu ilkesel bir kavga da değil. “Seçilmişin yanında olunmalı” demek kolay.
Seçilmiş, bugün savaştığıyla bir zamanlar dirsek dirseğeydi. Yedi ay önce de bugün destek beklediği kesimlerle çatışıyordu.
BİZ komplo teorileriyle büyümüş bir nesiliz. Bu konularda okuduk, tartıştık, yazdık. Uluslararası satranca kafa yormaya çalıştık.
12 Eylül sürecini üniversitede yaşadık. Sonrasında gelen küresel kapitalizmin işleyişini kavramaya, ekonomik krizlerde “dış etkileri” çözmeye uğraştık.
Olayların hep arka planına bakmayı önemsedik. Komplo içinde komplo bile aradık.
Bu coğrafya böyle... Dünyaya soru işaretleriyle bakıyorsunuz. İşler hiçbir zaman doğal mecrasında akmıyor gibi...
17 Aralık operasyonundan sonra iktidar sözcüleri kurulan komployu deşifre etmek için yoğun bir çaba içine girdi. Söylem aşağı yukarı şöyle:
“Yolsuzluklara elbette karşıyız ama bu güçlenmemizi istemeyen uluslararası koalisyon yok mu? Bir de onların yerli işbirlikçileri! İşte bütün bu olanlar, bu kötülükler onların eseri...”
Gözlerimiz dolacak neredeyse.
Kaotik bir ülkeyiz. Bir sabah bir adım atılıyor, tüm dengeler değişiyor. Ortalık birbirine giriyor. Geleceği kestirmek imkansız hale geliyor.
Saflar yeniden belirleniyor. Karaya ak diyenler tam tersini savunmaya başlıyor. Zamanında göz yumulana isyan edenler oluyor.
İlke mi? Tutarlılık mı? Gelenekler mi? Yok, amaç tamamen kaosu fırsata çevirmek.
Amerika, İngiltere, Avrupa ve Japon Merkez Bankalarının son beş yılda piyasalara verdiği paraların grafiği. Ortalığa bu kadar para saçılırsa, birileri de o paraların peşine düşer…
Doğru, hukuken suçu ispat edilene kadar herkes masum sayılır. Ancak yine biliyoruz ki, aramızda masum olmayanlar vardır. Bunları görürüz, duyarız, fark ederiz.
Dünyada da böyledir bu. Hukuk bu gezegende biraz yavaş, biraz eksik, biraz yanlış işler. Bizde de taşlar yıllardır yerine oturamamıştır.
Ekonomik büyüme seçmen tercihlerini şekillendiren en önemli faktör olarak kabul ediliyor. Geçen hafta açıklanan üçüncü çeyrek büyüme rakamlarına bakarsak Marttaki yerel seçimlerde oy oranlarında büyük savrulmalar beklememek gerek.
Gezi olaylarının artçı etkilerine, yükselen faize ve sinirli giden döviz kuruna, dış politikadaki muhtelif kaygılara rağmen üçüncü çeyrekte ekonomi yine beklentilerin üzerinde, %4,4 büyümüş.
Görünen o ki ekonomimiz etraftaki gürültüye pek aldırmayıp kafası önünde çalışmaya devam eden bir öğrenci gibi. Beklenenden iyi sonuç alma huyu var. Hal ve gidişi dalgalı seyretse de.