HALİL gelememiş... Efsane kadrodan Nevzat, Fevzi, Küçük ve Büyük Mehmet’ler, Ertan, Nihat ve Ceyhan oradaydı. Bülent Eken de vardı. 91 yaşında atlamış gelmiş. Eski futbolculardan Özer’i, Arif’i tanıyabildim. Zira ikisi de gençliklerini aynen koruyor.
Urla’daki Adnan Süvari Tesisleri’nin açılış töreninde coşkulu bir Göztepe akşamı yaşandı. Her yaştan Göztepeliler uzun zamandır bekledikleri bir hayale kavuşmuş olmanın keyfine vardılar.
Camiadaki kıpırtı giderek büyüyor. Beklentiler yükseliyor.
Bundan on yıl kadar önce Kültürpark’ın dumansız hava sahası olarak ilan edilmesi gibi bir hayalim vardı. O zaman sigaraya karşı böyle sembolik bir itirazın İzmir’e yakışacağını düşünmüştüm. Belki Türkiye’de de bir ilk olacaktı.
Konuyu zamanın Konak Belediye Başkanı Muzaffer Tunçağ ile de paylaşmıştım. Bana Belediye Meclisi’nden öyle bir karar çıkartmanın kolay olmadığını söylemiş, konu da kapanmıştı.
İşe bakın ki geçen haftaki yazımdan sonra bir yerlerin bir şeylerden arınmış “hava sahası” olarak ilan edilmesi hayalim tekrar canlandı.
Anlatayım. Yazımda ülkede artık iyice kontrolden çıkmış olan gürültü kirliliğine değinmiştim. Özellikle sahillerdeki, güzelim koylardaki kötü ve yüksel desibelli müziklerden dem vurmuştum. Bunu da sahillere inmiş faşizm olarak tanımlamıştım.
Epeyce bir okuyucu geri dönüşü oldu. Muhtelif yerlerden... Özellikle de yazıda değinmediğim Alaçatı’nın gürültüsü ile ilgili ne çok birikmiş öfke var. Gelişme aşırı hızlı olunca...
Neyse, gelen destek mesajlarından en heyecan verici olanı okul arkadaşım sevgili Dilek Cengiz’dendi. Özetle şöyle diyordu Dilek;
GÜRÜLTÜSÜZ HAVA SAHASI istiyorum.
BU bayramda en çok Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’ın kulaklarını çınlattım. Kendisi 1973’te vefat etmiş olsa da “Malina” adlı başyapıtındaki bir saptamasını 2014 Türkiye’sinde sık sık kullanmak durumunda kalıyoruz.
“Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar...”
Bachmann’ın kulaklarını çınlatma nedenim Çeşme Paşalimanı koyunu müziğiyle kirleten, inleten ve öfkelendiren beach club.
Adam memleketin en sakin noktalarından birine gelmiş. Her Allahın günü eğlence adı altında kendi faşizmini koca bir koya dayatıyor.
İşin kötüsü bunlara karşı fazla bir şey de yapamıyorsunuz. Şikayet işe yaramıyor. Denetleme yapılıyorsa da belli ki gevşek tutuluyor.
Ülkenin başka sahillerinde, başka koylarında, hatta yaylalarında bile benzer tacizler var, giderek de artıyor. Her yerde aynı çatışma!
PERŞEMBE günü düzenlenen İzmir Ekonomi Zirvesi’nin büyük bölümünü izledim. Salon doluydu. İzmir ekonomisine yön veren pek çok iş insanı oradaydı.
Bu tip toplantılarda zamanlamayı tutturmak mümkün olamıyor.
Toplantı bir saat kadar sarktığı için esas iki önemli konuşmacı, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’yi dinleyemeden salondan ayrıldım.
Dinlediklerimden en çok eski Bakan Binali Yıldırım, CHP milletvekili Aytun Çıray, Işınsu Kestelli’nin konuşmaları ilgimi çekti.
Yıldırım, Büyükşehir adaylığı süresince İzmir’i iyi çalıştığı için kentle ilgili önerileri, eleştirileri, öngörüleri oldukça net. İzmir konusunda da hala heyecanlı...
Hatta bir ara yanımdaki arkadaşıma “acaba gelecek seçimlerde yeniden mi aday olacak?” diye sordum şaka yollu. Binali Bey sonra lafı “yeni Türkiye’ye” getirince “Acaba bundan sonraki Başbakan’ı mı dinliyoruz” diye de aklımdan geçirdim.
Çıray ise, konuşmasında ekonominin dengeli gidebilmesi için en kısa ifadeyle yurtta sulh, cihanda sulh şartının sağlanması gerektiğini vurguladı. İçeride gerilimin ve dışarıdaki karışıklıkların ekonomik gidişi tehdit ettiğini söyledi. İtirazlarını ölçülü bir tonda sıraladı.
Ulaşım bütün kentlerin öncelikli sorunu… Tamam, hallettik diyemiyorsunuz çünkü şartlar sürekli değişiyor.
Ulaşım altyapısı çok iyi oturmuş dünya kentlerinde bile iyileştirme çabaları devam ediyor.
Bizim gibi altyapısı üst yapının peşinden koşan ülkelerde ise sorun daha derin ve daha karmaşık. Olay içinden çıkılmaz bir havuz problemine dönmüş vaziyette.
İZMİR’in mal varlıkları konusunda kıyamet kopmasa da tartışmalar sürüyor. Neden bu mallar İzmir Büyükşehir’e verilmedi de Hazine’ye ve Maliye’ye devredildi?
İktidar kanadı diyor ki, mallar yine İzmir’de bir yere gittiği yok. Tabii, öyle de önemli olan o malların yakınında yaşayan, o malların önünden geçen insanların oralarla ilgili söz sahibi olabilmesi.
Ayrıca, İzmir neden o mal varlıklarının mevcut gelirlerinden mahrum kalsın? Üstelik iktidarın para konusunda İzmir’e o kadar da adil davranmadığı ortadayken.
Ha Büyükşehir’e devredildiğinde o varlıkların kamu yararına kullanılacağının da garantisi yok. Ancak, her şeye rağmen Büyükşehir’in aklı bilmem ne ihalesinde en cazip teklifi verecek olan herhangi bir yatırımcıdan daha güvenilir olacaktır.
Geçen gün bu konuda APİKAM’da bir toplantı vardı. Bu mal varlığının tümünün olmasa bile, kent için öncelikli olanlarının geri kazanılması için ne yapılabilir, o konuşuldu.
Öneriler gelecek hafta yapılacak toplantıda Sayın Kocaoğlu’na iletilecek. Bir başarı sağlanıp sağlanamayacağını zamanla göreceğiz.
PERŞEMBE günü İzmir Ticaret Borsasının konuşmacı konuğu işadamı Mehmet Sepil’di. Sayın Sepil, önce özgeçmişinden söz etti. Mevcut işinden yani petrolü anlattı. Daha sonra da son yatırımı Göztepe için planladıklarını paylaştı.
Her şeyden önce Sepil’in sadece Göztepe futbol takımı için değil, İzmir için başarı hikayeleri peşinde olması heyecan verici. Orta vadeli hedefi İzmir’in adının dünyada daha sık geçmesini sağlamak. Bu hedefe dönük olarak Ege yemeklerini dünyaya tanıtacak Mutfak Sanatları Akademisi projesine de değindi.
Açıkçası ilk günden beri Mehmet Sepil’in Göztepe için bir piyango olduğunu düşündüm. Bu konuşmadan sonra etkili ve vizyoner bir iş insanı olarak İzmir ismine de epey katkı yapabileceğine inandım.
Sayın Aziz Kocaoğlu için de büyük bir şans İzmirli birinin dönüp kentine yatırım yapmaya başlaması. Bu hevesi taşıması...
12 Eylül darbesi otuz küsur yıl sonra mahkum olmuş oldu. O yıllarda yaşanmış binlerce acı hikayenin yaşayan mağdurlarının yüreğine bir parça su serpildi belki.
Gecikmiş değil, çok gecikmiş adalet adalet midir diye sorulacak bir ülkede yaşamıyoruz. Buna da şükür deyip geçeceğiz ister istemez. Bu arada hala “12 Eylül terörü önledi ama” diye düşünenler varsa da onlara diyecek bir şey kalmadı artık.
Ne ülkeyiz ama. Aynı hafta içinde Balyoz davasından tutuklu bulunan 230 kişi tahliye edildi. Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararı sürece önyargı ile bakmayan vicdanlarca yıllar önce verilmişti. Malumun ilanı oldu bir yerde!
Burada da gecikmiş adalet adalet midir diye sorma lüksümüz yok. Hatanın neresinden dönülürse kardır deyip hayata devam edeceğiz.