Güneydoğumuzda “tuhaf” gelişmelerin yaşandığı bir haftaydı. Ama ben daha önceki haftalarda takılı kalmış durumdayım.
Soma katliamının üzerinden 32 gün geçti. Yavaş yavaş gündemden çıkmaya başladı. Unutturmamak için herkes üzerine düşeni yapmalı.
Hala bir istifa yok! Şaşırdık mı? Neyse ki Meclis’te kurulan araştırma komisyonu çalışmaya başladı. Hayırlısı!
SOMA katliamının üzerinden 17 gün geçti. Facianın neresine el atsan bir pislik çıkıyor ortaya. Ve henüz hükümet cenahında bir istifa yok! Soma artık kalıcı gündemdir bu ülkede. Her yazıda, her programda, her fırsatta hatırlatılması gereken...
GEZİ direnişinin birinci yıldönümündeyiz. Bu hareket kent insanlarının “bağzı şeylere” hayır demesiyle başlayıp bütün ülkeye yayıldı. Çok şey yaşandı, çok bedel ödendi. Üzerine de çok konuşuldu, yazıldı, çizildi. Belki hiçbir zaman kendi başına siyasal bir kimliği olmayacak bu hareketin. Ancak 2015 genel seçimlerine mutlaka etki edecek diye düşünüyorum. O seçimlerde Gezi ruhunu yansıtabilmek önemli olacak. Siyasi zeminde kendine mutlaka bir yer açacak Gezi.
BUGÜNLERDE hükümetin hedef tahtasında Merkez Bankası Başkanı var. Gerçi hükümetin aklı başında kanadı Başkan’a sahip çıkıyor, ama Başbakan başladı mı eleştirilerine ne olacağı belli olmaz... Neymiş faizi çok arttırıyormuş, az indiriyormuş. Uğur Gürses’in geçenlerde Hürriyet’te yazdığı gibi birileri Başbakan’a faizin enflasyonun bir sonucu olduğunu anlatsa keşke... Keşke Başbakan’a ülkedeki temel sorunlardan birinin tasarruf ve sermaye yetersizliği olduğu hatırlatılsa... İyi demiş sevgili Uğur... Kısacası Başbakan’a faiz nereden gelir nereye gider konusunu izah etme cesareti gösterecek bir babayiğit aranıyor... Bu devirde de kolay bulunmuyor!
GEÇEN hafta Hürriyet EGE’de Selim Türsen ülkedeki enerji savurganlığı üzerine güzel bir yazı yazdı. Dedi ki:
UĞUR Kurt öldürülür. Ondan önce ihmal sonucu 301 madenci öldürülmüştür. Ondan önce başka çocuklar, başka gençler vurulup katledilmiştir.
Tersanelerde işçiler düşüp düşüp ölür. İş kazaları gazetelere iki satır haber olur geçer.
Bu ülkede otelde insanlar yıkılmıştır... Depremlerde onbinler ölmüştür... Sel olmuştur.... İnsanlar dere yatağında kalmıştır.
Trafik kazaları terörden fazla can almıştır. Cezaevlerinde yangınlar çıkmıştır. Gözaltında ölenler olmuştur.
Sokak ortasında gazeteci indirilmiş, bombalarla insanlar katledilmiştir.
Faili meçhulleri vardır bu ülkenin. Köy boşaltmaları.
Yakın geçmişin neresine bakarsanız bakın, ama doğal yolla gelmiş ama insan eliyle yapılmış acılar görürsünüz. Travmalar ülkesidir burası.
İNSAN hayatının hiçe sayılmasının en acı örneklerinden birini daha yaşadık.
Sevgili arkadaşlarım Ahmet Büke ve Birol Üzmez, perşembe günü Soma’daydılar. Bu fotoğraflar, sağ olsun Birol’dan...
Orada insanlar uyuyamaz, ayakta duramaz, mezar kazacak hali kendilerinde bulamazken biz burada ne desek boş. Şimdi yara sarma, oradaki insanlara destek olma zamanı.
Bu acı biraz hafiflesin ondan sonra sorulacak çok sorumuz olacak elbet. Bu işler böyle gitmeyecek, gidemeyecek.
Cenova Fuarından...
ONBEŞ yıl önce bir değişim programı kapsamında İzmir’e gelen Avustralyalı genç misafirimizi havaalanından alıp kalacağı eve götürürken Kordon’dan geçeyim, görsün istemiştim.
Denizi gördükten iki üç dakika sonra kolay görünen zor bir soru geldi kendisinden:
“Kıyılarda neden hiç bağlı sandal, tekne falan yok?”
Bir sahil kenti çocuğu ve yelkenci olduğundan söz etti. “Bizde her evin önünde bir şey vardır” diye de ekledi.
Ben de bu kent denizle pek barışık değildir mealinde bir cevap verip kapattım konuyu.
BU yıl kitap fuarındaki etkinliklerden bir tek Sezgin Kaymaz – Tanıl Bora söyleşisine katılabildim.
Hiç Sezgin Kaymaz okumamıştım. Salona daha çok Tanıl Bora aklı için gittim. Umduğumdan çok daha fazlasını buldum ve mutlaka Sezgin Kaymaz okumaya başlamam gerek diye düşündüm.
Fuar’ın zengin program içinde katılamadığım ve aklımın kaldığı programlar da oldu:
Dağhan Irak ve Diyar Saraçoğlu’nun işlediği “Hegemonyaya Karşı Bir Mevzi Olarak Sosyal Medya”...
Füruzan, Hülya Soyşeker, ve Birsen Ferahlı’nın katıldığı “47’liler 40 Yaşında”...
Bir de İlber Ortaylı’nın konuşmacı olduğu “İmparatorluğun Son Nefesi”...
Bugünün teknolojisinde bu etkinlikleri internet üzerinden canlı yayınlamak çok zor değil aslında. Hadi o olmadı toplantılar kolaylıkla kaydedilip internete konabilir. Böylece sözler uçup gitmemiş, kayda geçmiş olur. Yapılmamasının bizim bilemediğimiz bir nedeni olsa gerek.
23 Nisan günü Urla’dan gelip TÜYAP Kitap Fuarı’na intikal etmeye çalışırken Kültürpark’a ilk giriş denemem başarısız oldu. Zira otopark dolmuş, kapılar kapanmıştı.
Şanslı günümdeymişim ama. Az ileride küçük bir otoparkta yer buldum.
Basmane kapısına doğru yürürken İzmir’in ne kadar kalabalık bir şehir olduğunu hatırladım.
Boy boy çocuklar... Geniş geniş aileler...
Kültürpark’ın paha biçilmez ağaç ve bitki dokusunun tadını çıkaran bir çok insan. Güzel, Kültürpark’ın böyle ilgi görmesi iyi. Yeşilin tadına varan yeşili korur zira.
Ah dedim Şadan Hoca (Gökovalı) da olacaktı da orada da ilgi duyan çocuklara, ebeveynlere o ağaçların hikayelerini anlatacaktı...
Kitap Fuarı da kalabalıktı doğal olarak. Hani ilgi, izdiham boyutunda olunca insan bu ülkede kitap yazarak geçimini sağlayan binlerce yazar var sanabilir. Bir an için. Durum hiç de öyle değil işte. Nedenleri muhtelif.
VİYANA, danışmanlık şirketi Mercer tarafından yine dünyanın en yaşanılır şehri seçildi. Zürih’i, Auckland’ı, Münih’i, Düsseldorf’u ve diğer iki yüz küsur kenti geride bırakarak. Şaşırdık mı? Hayır.
Viyana, yıllardır bu tür araştırmalarda hep yukarılarda yer alan bir şehir. Peki, nedir Viyana’yı bu kadar farklı yapan? İzmir’in Viyana ve onun gibi ilk onda yer alan diğer kentlerin hangi yanlarını örnek alabilir? Çıkarılacak dersler nelerdir? Yapılmaması gerekenler var mıdır?
Bu konuda bir öncelikler listesi bile çıkarılabilir. İlgili STK’lar da katılır. Yeter ki, istensin. Nüfus 4 milyonu bulmuş olsa da yaşanılırlık konusunda İzmir’in daha hala şansı var diye düşünüyorum. Hedefleri koyup planlama yaparak.
Yerellikten çıkıp genele çevirilmiş olan bu seçim döneminde böyle tartışmalara pek yer yok farkındayım. Yine de Viyana örneğine şöyle bir bakalım isterseniz. Neyi özelmiş?
* Çok farklı bir müzik ve gece hayatı kültürü.
* Çok seçenekli alışveriş ortamı – Avrupa’nın en iyi bitpazarlarından biri orada.