10 Temmuz 2008
"HASAN Doğan hayatını kaybetti."<br><br>Televizyonda altyazıyı görünce "Tüh!" dedim, "Tam da sevmiştik." Sanki sevmemiş olsaydık ölmesinde bir mahzur yoktu!
Ama sahiden de o meşhur son dakika gollerinden sonra Aysel Doğan’la birbirlerine sarılıp sevinmeleri, ölümüne daha çok üzülecek kadar yakınlaştırdı hepimizi Hasan Doğan’a.
Bir kısmımız türbanlı kadının da "normal insan davranışları"nda bulunmasına şaşırırken çoğunluğun hoşuna giden şey Hasan Doğan’ın karısına sarılıp zıplamasıydı.
Alışık değildik çünkü.
"Kahraman" olan Aysel Doğan değildi orada yani.
Türbanlı ya da değil, kadınlar erkeklere nazaran daha bir "özgür ruh"tur aslında. Yani "toplum karşısında yapılmayacak hareketler listesi" pek öyle uzun olmadığı gibi, delinmez de değildir kadında.
Delinmiyorsa buna sebep olan bir erkek vardır mutlaka. "Her ’ağırbaşlı’ kadının arkasında bir ’ağır’ erkek vardır" da denilebilir.
İşte onun için özellikle biz kadınlar çok sevdik Hasan Doğan’ı.
* * *
Şimdi gelelim sadede...
Hasan Doğan’ı kalp krizi nerede buldu?
Dağ başında, yalnızken mi?
Hayır.
Ailesi, eşi, dostu, arkadaşları yanındaydı.
Peki kriz "tak" geldi ve aldı götürdü mü Doğan’ı?
Hayır.
Yazılanlara göre bir grup arkadaşıyla yediği öğle yemeği sırasında sırtının ağrıdığını söyleyip durmuş.
Nitekim televizyonda gördük... Vücut dili bir sıkıntısı olduğunu anlatıyordu.
Peki, yanındakilerden biri bile nasıl olur da uyanmaz?
Ve makul bir şeyler yapmaz?
Nedenini ben söyleyeyim, birbirimizi dinlemiyoruz çünkü.
Birbirine bizim kadar "N’aber?" diye soran, sonra karşıdakinin anlattıklarıyla asla ilgilenmeyen başka bir topluluk var mıdır, bilmiyorum.
Kendinizi dinletmek istiyorsanız magazin haberleri vereceksiniz! Ortak tanıdıklarınızla ilgili.
İnsani olarak ilgili değiliz birbirimizle.
Karşıdakinin ne kazandığını, nereye harcadığını, kiminle seviştiğini falan merak ediyoruz, o kadar.
Sohbet ettiğimiz adam sırtım ağrıyor diyor, duymuyoruz...
Kalp krizi geçiriyor, görmüyoruz.
Duysak, görsek de aymıyoruz.
O da kalkıp saunaya gidiyor.
Bir aklı başında adam yok muydu orada?
Bir dikkatli göz?
O "çok mühim" konuşmalardan başını kaldıracak biri?
MIŞ-MUŞ
Kamboçya’da bir genç, aynı anda iki kızla evlenmiş.Arjantin’i, İran’ı, Malezya’yı falan boşverin, en iyisi Kamboçya olmak galiba!
Demet Akalın "Bana laf atanlar gizli hayranım", Ebru Yaşar "Benim yerimi kimse dolduramaz" demiş.Önce tevazuyu elden bıracaksınız!
Zengin ülkeler, dünyadaki yoksulluğa çare aramak için toplanmışlar.Kendilerine de dönüp bir bakarlar herhalde!
Yazının Devamını Oku 8 Temmuz 2008
YAZMALARA doyamadığın konu hangisi diye sorsalar, "Türklerin beton sevgisi" derim.<br><br>Elimden gelse her gün bunu yazar, söylenirim. Peki, yazarım da ne olur?
Hiç.
Sevgiler öyle kolay kolay çıkartılıp atılabilir mi kalplerden!
Nitekim hummalı çalışmalar yurdun dört bir yanında sürüp gidiyor.
Nedir sloganımız?
"Beton dökülmemiş bir karış yer kalmasın!"
E, hedefe ulaşmamıza pek bir şey kalmadı.
Direnen birkaç "çağdışı" adam kaldık ki kendi bahçelerimizi kaçırıp koruyamaz hale gelmemiz yakındır.
Zaten su da yok... Vatan haini muamelesi görebilir vallahi bahçesini savunan. Bakmışsınız devlet istimlak etmiş, o hem yürüyen hem beton karıştıran kamyonumsulardan biri kapınıza dayanmış!
Foşşşş...
İşlem tamam!
Geriye konu komşu çay demleyip karşısına geçmek kalıyor. "Vallahi pırıl pırıl oldu."
* * *
Gönlümüz geniş...
Yalnız betonu değil, plastiği, alüminyumu, mermeri falan da seviyoruz.
Elin adamı da seviyor bunları ama tarzımız farklı.
Şöyle söyleyeyim, hani Allah’ın kullarına akıl, zeká, güzellik, şu bu dağıtması hadisesi var ya... Bize "zevk" ihsan etmeye gelince sıra -belki de başka şeylerden çok bol verdiği için; kurnazlık olsun, kahramanlık olsun mesela- "Zevk de verirsem fazla kaçacak" diye düşündü kanaatimce.
* * *
Bazen yolum betondan, mermerden nasibini almamış, zaten yeri dolayısıyla almaması da gereken bir yere düşüyor. Ben durumdan gayet memnunken, mekánın sahibi mahcup, ellerini ovuşturuyor...
"Daha çok eksiğimiz var."
Eyvah!
Bir dahaki gidişimde bakıyorum "eksikler"i tamamlamışlar maalesef.
Sevdiğiniz, doğaya, doğala kucak açmış bir-iki kaçış noktası varsa bellediğiniz, dua edin sahiplerinin eli para görmesin!
* * *
Nedenini hepimiz biliyoruz aslında.
Toprak, ağaç, köyü hatırlatıyor.
Çıkıp geldiğimiz yerleri yani.
E, burada da toprak göreceksek, niye geldik, di mi?
Gelirken bütün alıştıklarımızı da beraber getiriyoruz, ancak toprak hariç!
Hem "Beton medeniyettir!"
Döküyoruz köylülüğümüzün üstüne oluyor!
Kolay yani!
* * *
Fakat bütün bunların yanında şöyle de bir meziyetimiz var galiba:
Ruh katmak!
Ne zaman ama?
Bozarken!
Asla düzeltirken değil!
Beyoğlu Belediyesi, Tarlabaşı’nı "yenileme alanı" ilan edip bölgeyi 9 ünlü mimara emanet etmiş.
Hürriyet’in Cumartesi ekinde Tarlabaşı’nın bir şu andaki hali vardı, binadan binaya sallanan çamaşırlarıyla falan, bir de mimarların elinden çıkmış gelecekteki hali...
Evet, binaların canına okumuşuz, dökülüyorlar falan da... Kimse kusura bakmasın, tasarlanmış Tarlabaşı’na tercih ederim.
Korku filmi dekoru gibi olmuş yeni hali. Şahsen esas o zaman geçmeye korkabilirim oralardan.
Bilmiyorum, belki de "bilgisayarın sevimsizliği"dir o görüntüler.
Bakıyorsunuz, her şey yerli yerinde ama bir şey var rahatsız eden... Ruh yok!
Onun için hep korkarım... Bir yeri düzeltmeye kalkıştığımızda "Amanın!" derim, "Gitti ruh!"
Şimdi bekle 150 yıl geçsin ki Tarlabaşı’na ruh gelsin!
MIŞ-MUŞ
Zehirli kene Yunanistan’da da Türk’ü ısırmış.Hedefi arayıp bulan son sistem füze misali!
Erdoğan, "Cumhuriyetin hiçbir kurumu yıpratılmasın" demiş.Bakmışsınız cumhuriyet gitmiş, kurumlar duruyor!
Yazının Devamını Oku 5 Temmuz 2008
Euro 2008 neydi kuzum? "Meydan muharebesi" mi?
"Sınır ötesi harekát" mı?
Bizim yüksek zevat ha bire "Başımız dik ve onurlu çıktık" deyip durdu da...
*
Köşecilerden biri diğerini eleştirdiğinde hemen cevabı geliyor.
Zehir zemberek.
Bazen de biri ötekini övüyor (Hangi dağda kurt ölüyorsa artık...).
Fakat karşı taraftan çıt yok.
Kavgaya hazırlıklıyız... Öteki türlüsündeyse ne yapacağımızı bilemiyoruz, apışıp kalıyoruz galiba.
*
Hiç "Hayırdır inşallah, dün gece rüyamda..." diye anlatmaya başlayan bir erkeğe rastladınız mı?
Erkekler rüya görmüyor galiba. Ergenlik çağında "hamamcı" olmalarına sebep olanlarını saymazsak...
*
Bahçe uzmanı Gülnur Önay "Dünya Isınıyor, Bahçem Değişiyor" adlı bir kitap yazmış.
"Su isteyen gül yerine, su istemeyen kuşburnu dikin" diyor mesela.
Susuz açan başka çiçekler de öneriyor... Afrika zambağı, menengiç, Anadolu karanfili...
Hepsi güzeldir elbet... Ama içim cız etti.
Gülsüz bahçe!
Bu küresel ısınma denen şey ilk defa çok koydu bana.
Bir dönem kapanıyor sahiden.
"Gül devri çocuklarıydık biz" diye şarkı söyleriz artık...
*
Ya çocuklar bir sabah aniden büyümüş olarak çıkıyorlar karşımıza...
Ya da biz çok dalgınız.
*
Her şey aklımıza gelirdi de bir gün şu cümlenin kurulacağı gelmezdi:
"Kene yaza damgasını vurdu!"
*
Aklınızda bulunsun!
Eğer kimsenin söylemeye cesaret edemediği bir şeyi dile getirmeye kalkacaksanız, hüküm hazırdır!
"Alkollü"
En son Latife Tekin’in başına geldi.
"Ne olmuş Karabük’e böyle, kadınları örtünmüş" diyen Tekin için, Karabük’ün AKP’li Belediye Başkanı "Alkollüydü" dedi.
Eğer sahiden alkollü idiyse Tekin, şöyle diyebiliriz:
İçki her türlü iyiliğin anasıdır!
*
Odanın kapısına seksi bir gecelik asın...
Yastıklarınıza, çarşafınıza koku sıkın...
Başucunuzda çikolata bulundurun...
İkinizin de sevdiği bir şarkıyı çalın... Ama ses ne yüksek olsun, ne alçak.
Masaj yapacağınız yağı önceden soğutun...
Lavanta kokulu mum yakın...
Göğüs uçlarınıza aromalı dudak parlatıcısı sürün...
Sevişmeye geçmeden önce saçlarınızla oynayın...
Vs., vs., vs.
Sonra?
Orgazm, üç saniye!
"Mesai uzun, ücret düşük" de denilebilir.
*
Gözümüz aydın!
Milletçe yırtmışız arkadaşlar!
Baksanıza... Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınanların arkası kesilmedi bir türlü.
Halbuki "iki kişi biraraya gelip de bir şeyleri organize edemez" diye bilirdik kendimizi di mi?
Neredeyse bütün Türkiye birleşmiş meğer!
MIŞ MUŞ
ÆEbru Şallı kocasının adını sırtına yazdırmış.Bunca yıl sonra! Demek "gaz verme" ihtiyacı hasıl oldu!
ÆKıvanç Tatlıtuğ "En büyük enerji kaynağım Azra" demiş.Arada ayrılmaları enerji nakil hatlarındaki arızadan!
ÆÖldüren kenenin İstanbul’a geldiği iddia edilmiş."İstanbul’un taşı toprağı insan" dedi, geldi demek!
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2008
İÇİMİZDEN "bilim adamı" çıkmasaydı, ne olurdu halimiz, düşündünüz mü hiç?<br><br>Belki de hálá iki taşı birbirine sürtüp ateş çıkarmaya çalışıyorduk. Gerçi el yordamıyla, deneye yanıla bir şeyler bulurduk ama tekerleğin icadına geldiğimizde dünyanın da sonu gelmiş olurdu herhalde.
Hakikaten tek tek ellerini öpmek lazım.
Hatta bir kısmı var ki insanlığa hizmet için gece yatmıyor.
Sabah kalkıp bakıyoruz, iki "buluş" daha!
Bir durun, dinlenin, di mi?
Yok!
Hayır, biraz dinlenseler, kalkınca ölüme çare bulacaklar belki...
Fakat hiç durmadıklarından... E, yorgun yorgun bulduğunuz şey de ona göre oluyor tabii.
Mesela en son, áşık olduğumuz ve sevdiğimiz kişiyle sevişirsek daha çok mutlu olacağımızı bulmuşlar.
"Yapmayın yav!" diyesi geliyor insanın.
Hakikaten "Allah Allah!" yani!
Nasıl keşfettiler acaba bunu?
"Yine farecikleri serseme çevirdiler" diyeceğim ama farelerde seks var aşk yok!
İki kişiyi çevirip sorsalardı anlarlardı gerçi ama bilim adamları bunu yediremez kendine, illa laboratuvar ortamında bulacaklar!
Çiftleri bir alete bağladılar herhalde...
Bir Leyla’yla Mecnun’un ABD temsilcisini, bir de barda birbirini kaldırmış götüren bir çift buldular, ayak bileklerine kabloyu geçirdiler!
İnsan ayağında kabloyla nasıl sevişir?
Hayır, fiziksel olarak demiyorum... Gerçi o da zor. Kıpraşamazsın, edemezsin...
Benim gibi evhamlılar için hele... Elektrik çarpacak diye korkar insan ayol!
Hayır, çarptığını anlamaları da zor; bakmışsınız adam odun kömürü olmaya doğru yol alırken bilim adamları "Çırpına çırpına orgazm gerçekleşiyor" diye not düşüyorlar!
Yine de eksik olmasınlar...
Onlar bizi güldürüyor, Allah da onları güldürsün inşallah!
Kızdım kendime...
MUTLU Tönbekici’nin yazısı (30 Haziran-Vatan) balyoz gibi indi kafama!
Kısaca, gazetecilerin, köşe yazarlarının, olayların üstüne mal bulmuş Mağribi gibi atlarken, kahramanların zaten altüst olmuş hayatlarını daha da zorlaştırdıklarını hesaba katmadıklarından söz ediyordu.
Çok hak verdim.
Ama ne yazık ki Mutlu’yu okumadan birkaç saat önce onun bu satırları yazmasına neden olan olayla ilgili yazımı gazeteye göndermiştim. Yapacak bir şey yoktu.
Çok kızdım kendime...
Ne vardı sanki isimleri tekrar tekrar anarak olayı bir daha gündeme getirecek!
Ama oldu bir kere... Büyük ihtimalle her zaman da olacak. Ama doz ayarlanabilir elbet.
MIŞ-MUŞ
Erdoğan, "Gönül Köprüsü Projesi" çerçevesinde kabul ettiği çocuklardan birine, esmer teni nedeniyle "Sen çok ’çaklıt’ kaldın" demiş.Artık tercümana gerek yok, İngilizceyi söktü!
Obama’nın ayısı, iç çamaşırı, tişörtü, ABD’de peynir-ekmek gibi satılıyormuş.Bizde olsa iç savaş sebebi!
Japonya’da bir adam 74 yaşında porno yıldızı olmuş."Komedi-porno" diye bir tür icat ettiler demek!
Yazının Devamını Oku 1 Temmuz 2008
ŞU dışkı hadisesi...<br><br>Yazar ve üniversite hocası Sevan Nişanyan’ın bir kavanoz dışkıyı eşinin başından aşağı boşalttığını bilmeyeniniz yoktur.
E, memleket hop oturup hop kalkarken benim sessiz kalmam olmaz!
Özellikle bir kadın olarak.
Fakat ben artık kadınlığımdan şüphe eder oldum!
Neden derseniz, bakıyorum, birimize araba çarpsa "Kadın şiddet görüyor!" diye ayağa fırlayan hemcinslerim var. Ben onlardan değilim.
Yazının Devamını Oku 29 Haziran 2008
İNSANOĞLUNUN "köşe yazarı" denen takımı, her sabah kafasında yanmış olan bir ampulle uyanır!<br><br>Allah’ın hikmeti midir artık... Yoksa ampul falan yoktur da yazar kendisinden öğle vaktine kadar bir yazı beklendiğinden can havliyle öyle mi zanneder... Serap görmek gibi yani bir nevi.
Şimdi "ampul" deyince...
"Radar"a yakalanmışımdır büyük ihtimalle!
Radar misali bir kısım okur var ki "tak" diye yakalıyor!
"Seni gidi AKP’li!
’Ampul yandı’ diyeceğine ’Şimşek çaktı’ diyebilirdin!"
Aslında doğru. Diyebilirdim.
Sakın bilinçaltım AKP’li olmasın benim!
Ne bileyim... Belki insanın bir de yükselen burcu olması gibi bilinçaltı partisi de vardır!
Yahut İstanbullu herkesin aslen başka bir yerli olması gibi... Belki herkes aslen başka partili!
Özellikle köşe yazarları...
Ki bu "başka parti" AKP’ye tekabül ediyor. Çünkü "Siz CHP’li misiniz kuzum!" diyen tek bir mektup almış tek bir köşe yazarı yoktur bu topraklarda!
* * *
Uzatmayayım, bugün, bu köşede şunu iddia edeceğim:
Dünyanın herhangi bir noktasından hareket eden ve birbirine zıt yönlerde dümdüz ilerleyen iki insanın, iki aracın, iki böceğin, işte her ne ise onun, neticede bir zaman sonra bir noktada buluşması gibi, birbirine taban tabana zıt fikirleri olan iki kişinin gide gide varacağı yer, aynı olabilir!
Budur bugünkü ampul!
Örnek vermek gerekirse, "az medeni" olmakla "çok medeni" olmanın, son noktada insanı aynı kılığa soktuğunu söyleyebilirim.
"Eski sevgiliyle dost olmak ya da olmamak" meselesi mesela...
Hangisinin doğru olduğu hususunda daha önce "Ayrılığın şekline ve sevgilinin ’kim’ olduğuna bağlı olarak değişir" diye özetlenebilecek bir beyanım olmuştu...
Fikrimi değiştirmiş değilim.
Fakat konuya tekrar girme ihtiyacını hissettim.
Neden?
Gördüm ki...
Medeniyetin, mesela sokağa tükürmeme, kırmızı ışıkta durma, komşuya selam verme, kuyruğa girme falan gibi halleri söz konusu olduğunda kaplumbağa yavaşlığında yol alan yurdum insanı, "mezhebi genişletme" hususunda ışık hızıyla ilerlemiş, "medeniyetin tepe noktasını bile geride bırakmıştır!"
Yeni sevgilisiyle kavga eden eski sevgiliyi omuza yatırıp teselli etmeler falan...
Medeniyette doz aşımı!
Bir de sevgiliyi birlikte çektirilmiş fotoğraflardan oyup çıkartanlar var...
Görünce kaldırım değiştirenler...
Bu da "düşük doz" oluyor!
Sonuç?
Hasta "sizlere ömür".
Birinde ilaç yetersizliğinden, ötekinde ilaç zehirlenmesinden.
İkisi de "uç"ta oluyor işte neticede!
"Hangi uç?" diye sormazlar adama...
"Uç" deyip geçerler!
MIŞ-MUŞ
Manken-şarkıcı Fatoş Kabasakal, "Mütevazıyım" demiş.Böyle belirteceksiniz arada ki bir karışıklık olmasın!
Gülşen görüntüsünü değiştirmiş.Zaten ondan kalıcı olamıyorlar; görünce tanıyamıyoruz.
Alman, Fransız ve İsveçli sosyalist partiler, CHP’nin, sol parti olmadığı için uyarılmasını istemişler.Neyse... Moralimizi bozmayalım, CHP hiç olmazsa dünyada tek örnek olmayı başarmıştır!
Yazının Devamını Oku 28 Haziran 2008
Her ülkenin bir bayrağı olması fikri kimden çıktıysa... Şu son turnuva vesilesiyle yeniden anmak herkesin boynunun borcu olsun! Çıkarın tribünlerden, sokak kutlamalarından bayrağı... Ne kalıyor geriye?
Hiç.
En son seccade misali yere sermiş üstünde secde ediyordu bir grup.
Diyeceğim bir maç bile kutlayamazmışız!
*
Dikkat ediyor musunuz...
Çoğu "aşk" haberinde "erkek kızı kapmış" oluyor.
Son "kapan" Özcan Deniz!
Gazeteciye göre Yaprak Dökümü’nün "Necla"sı Fahriye Evcen’i "kapmış" Deniz.
Ortada bir "mal" var anlayacağınız...
Kapanın elinde kalıyor!
Ama töre cinayetlerine karşıyız, o ayrı!
Oysa "kadın"a bakışımız o cinayeti işleyenlerden hiç de farklı değil.
Zincirin halkalarıyız hepimiz. Onlar son halka sadece.
*
Tatlı ama kısa.
Tatsız ama uzun.
İki ömür arasında kaldık!
İkisinden birini seçmek durumundayız.
Ünlü kalp cerrahı Mehmet Öz, marul, ıspanak, maydanoz, zencefil ve limonu "blender"dan geçirip içmemizi tavsiye ediyor.
Mehmet Öz’ün tavsiyesini aktaran gazetenin bir başka sayfasında ise iştah açıcı minik pastalardan söz ediliyor.
Ne diyeyim...
İnsan, insan olalı böyle eziyet görmemiştir!
*
"Devrimler travma yaratır."
Evet katılıyorum.
Ama sadece bu cümleye. Önündekilere, ardındakilere değil.
Devrimin her türlüsü illaki toplumun bir kısmının üzerinde travma yaratır. Oy vermediğimiz partinin iktidarı bile yaratırken...
Fakat Atatürk devrimlerinin travma yarattığını söyleyenler, ellerinden gelse bir gecede ne gibi değişiklikler yapmak isterler kimbilir?
Toplumun travmasını düşünürler mi acaba?
Eminim o zaman şimdi akıllarına gelmeyen (aslında işlerine gelmeyen), bir sürü gerekçeyle savunurlar yaptıklarını. Tabii canları isterse!
Şu da var: Her ağızlarını açtıklarında toplumda yarattıkları travmanın farkındalar mı?
*
Kayahan...
Ne güzel şarkılar yaptı.
Damardan, unutulmaz...
Nilüfer...
Ne güzel söyledi o şarkıları.
Deyim yerindeyse "tam yerini buldu" şarkılar.
Başka söyleyenler de oldu... Ama hangisi aklınızda?
Peki nedir Kayahan’ın Nilüfer’e şarkılarını okutmamaktaki ısrarı, inadı?
Anlayan varsa bana da anlatsın.
Ama baştan söyleyeyim, "Prensip" bile deseniz anlamayacağım.
Çünkü Kayahan artık çoğu prensibin, tıpkı hırslarımız gibi anlamsız olduğunun farkına varacak yaştadır.
*
Bazen koskoca bir yazı "son cümle" için yazılır.
Şahane olduğunu düşündüğü o son cümle için bir köşe, hatta bir kitap dolusu laf edebilir bir yazar.
MIŞ MUŞ
Æ Murat Han ve Aysu Baceoğlu’ndan sonra şarkıcı Ece Anlı’yı da kene ısırmış.Şöhret meraklısı kene! Fakat imzalı fotoğraf toplayacak hali yok, kan topluyor elbet!
ÆErkekler memelerini aldırıp, vücutlarına ameliyatla kas yaptırıyorlarmış.Diyorum ki, çok geç olmadan sahici erkek ve kadından birer tane örnek saklasak... İlerki nesillere atalarının aslını göstermek açısından.
ÆTaze şarkıcı Asuman Krause yarışmada şarkıcı koçluğu yapacakmış.Ne gülüyorsunuz... Siz geceleri uyurken kız yol katetti demek!
ÆEndonezya’da halkın yarısı şeriat istiyormuş.Ne yapacaksınız, aklın fikrin de özürlüsü var.
ÆABD’de yapılan bir araştırmaya göre aşırı hareketlilik ülsere, kızgınlık kansere, saldırganlık kalp hastalıklarına neden oluyormuş.Biz bunları kısaca "Hızlı yaşa, genç öl, cesedin yakışıklı olsun", "Öfkeyle kalkan zararla oturur" gibi cümlelerle ifade ediyoruz.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2008
YAN masadan yanar döner meyve yok ama konu var!<br><br>50-55 yaşlarında iki kadın...
Üzgün görünüyorlar.
Biri ağlıyor hatta.
Keyfim kaçıyor. Kimsenin derdi olmasın istiyorum. Hastalık, ölüm hele...
Neyse iki kadınınki öyle bir şey değil. Biraz kulak kabartınca öğreniyorum meseleyi.
Yazının Devamını Oku