Türkiye yine sonlarda. Bu defa sondan üçüncü.
Bunun en büyük sebebi okullarda öğrenmeye değil, ezbere dayalı bir eğitimin yapılması.
Sınav sisteminden, müfredattan ve en önemlisi de öğretmenin tutumlarından dolayı, eğitim öğrenmeye dayalı bir sisteme geçemiyor.
Öğretmen ve öğrenme
Robert Fulghum ‘Öğrenmem gereken her şeyi anaokulunda öğrendim’ adlı ünlü kitabında, hayat başarısını çok basit ama çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Anaokulunda bize ne öğretirler?
Arkadaşınla paylaş.
Arkadaşına vurma.
Aldığını şeyi yerine koy.
Prof. Raj,12000 öğrenciden toplanan verileri analiz ederek, anaokulları ile ilgili çok önemli sonuçlara ulaştı.
Araştırma
Prof. Raj 12000 öğrenciyi rastgele iki gruba ayırıyor. Ama iki grup arasında bir fark var: sınıf mevcudu.
İlk grupta ortalama sınıf mevcudu 15, ikinci grupta 22.
Başka bir analizde öğrencileri yine ikiye ayırıyor. Bu defa sadece öğretmen kalitesi farklı.
Birinci grupta etkili öğretmenler, ikinci grupta daha orta seviyede öğretmenler var.
Araştırma sonuçları çok çarpıcı.
Daha küçük sınıfta ve daha etkili öğretmenlerden eğitim alan öğrenciler, diğer gruptaki öğrencilere göre 1., 2., ve 3. sınıfta daha yüksek not alıyor.
‘Ne…..ne…… ‘ sorunu da büyüktür, ama o ikinci plandadır.
İnternette haberler altına yapılan yorumlara bakıyorum; facebook’ta, bloglarda, epostalarda yazılanları okuyorum, –de/da ve –ki eki çoğu zaman yanlış yazılıyor.
Peki bu nasıl olur da benim için ülkenin en büyük sorunu olur?
Bu aslında daha derin bir sorunun belirtisi.
Çağ değişti, deriz. Eskiden böyle miydi, deriz.
Neden acaba?
Evet çağın değişmiş olması bir etken. Ama olayın bir de psikolojik boyutu var.
Nasıl mı?
Deney
1897 yılında İngiliz bilim adamı Francis Galton kendi üzerinde ilginç bir hafıza deneyi yapıyor.
Eline bir kağıt, kalem alıyor ve başlıyor yürümeye.
Etrafında gördüğü her şeyi yazıyor. Yazdığı her objenin yanına o objenin hatırlattıklarını da yazıyor.
Bu gerçekten doğru mu? Güzel olmak avantaj sağlıyor mu?
1994 yılında Texas Üniversitesi ekonomistlerinden Prof. Daniel Hamermesh bir araştırma yapıyor.
İlk olarak uzmanlar çalışanların güzelliklerini ve yakışıklıklarını puanlıyor. Daha sonra bu kişilerin maaşları yazılıyor.
Güzellikleri ve maaşları arasında ilişkiye bakılıyor.
‘Bu 9 yılı nasıl geçirdiniz?’ diye sorduklarında, ‘Beynimizin gücünü kullanarak’ diyor.
Tibor, hapishanede inanılmaz bir yarışma başlatıyor: şiir çeviri yarışması. Aslında buna bir sosyal deney de diyebiliriz.
Neden inanılmaz?
Çünkü insanlar tek kişilik ya da iki, üç kişilik hücrelerde kalıyor. Birbirleriyle iletişimleri yok denecek kadar az.
Ayrıca ne kalem var ne kitap ne de kağıt.
Yarışma sözlü, hafızadan ve gardiyanlardan habersiz olmak zorunda.
Yarışma başlıyor
Tibor, ilk önce gizli bir mesajlaşma sistemi kuruyor. Tabii bu sistemi diğer mahkumlara öğretecek olanağı yok. Onun için diğer mahkumlar bu sistemi kendileri çözüyor.
Kerem ile Aslı,
Yusuf ile Züleyha,
Romeo ile Juliet.Enver Paşa ile Naciye Sultan,
Nazım ile Piraye,Şah-ı Cihan ile Mümtaz Mahal,
Tahir ile Zühre,
Napolyon ile Josephine.
Bütün bu isimlerin ortak özelliği ne?