Araştırmalardan erkeklere dair bir şey daha öğrendim.
Kadınlar aşklarını nasıl seçiyor?
Daha önce ‘Aşkınızı nasıl seçiyorsunuz?’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Kadınlar aşklarını seçerken erkeklerin kokusuna bakıyor.
Aynı araştırma henüz erkeklerde yapılmamıştı.
(Devam etmeden önce, önceki yazımı okumanızı öneririm. Buradan okuyabilirsiniz. Aşkınızı nasıl seçiyorsunuz? )
Andrew Trees’in Penguen Yayınlarından çıkan Aşkı Çözmek (Decoding Love) adlı kitabını okurken aynı deneyin erkekler üzerinde de yapıldığını öğrendim.
14 farklı ülkeden katılımcılar ile akşam yemeği yiyoruz. Yanıma Kosovalı bir kadın oturuyor. Adı Melinda Mula.
Sohbete başlıyoruz. “Bana Kosova Savaşını biraz anlatır mısınız?” diyorum.
“Emin misin dinlemek istediğine?” diyor.
“Evet”diyorum, başlıyor.
Kosova Savaşı
“Bağımsızlığımızı ilan ettikten sonra Sırp’lar bizi istila etti. Ben Gjakova şehrinde yaşıyorum. Sırp askerlerinin ve gerillanın en yoğun olduğu bölge burası.
Arnavutluk sınırında olduğu için, Sırplar insanların çoğunu burada topluyor ve oradan da Arnavutluk’a gönderiyor.
Sadece 9.00 ile 13.00 arası sokağa çıkma izni var. Onun dışında evdeyiz. Zor bir hayatımız var.
Ama bugünlük ‘Yeni Alıntılanabilir Einstein’ (The New Quotable Einstein) kitabından Einstein’in sarfettiği çok güzel bir paragrafı aktarmak istiyorum.
“İnsanoğlunun en büyük zaafı, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanması. Hatta bütün yiyecekleri, hayvanları ve doğayı kendine sunulmuş bir nimet sanıyor. Evren dediğimiz bütün içerisinde, kendisini diğer canlılardan ayrı tutuyor. Çevreyi istediği gibi kullanıyor. Yıkıyor, yok ediyor.
Halbuki insanoğlu bu evrende zincirin sadece küçük bir parçası. Bunu redderek aslında kendisine bir hapishane yaratıyor. İnsanın bu yanılgıdan kurtulması en büyük özgürlük. Tabii bu da tam olarak mümkün olmayabilir ama bu çabanın kendisi de bir özgürlük.”
Zaten benim bütün derdim de bu.
Burada yaşayan kabileler arasında sürekli savaşlar oluyor. Tabii bazen kabileler güçlerini birleştirip, başka kabilelere karşı savaş açıyor.
Yine böyle bir güç birliğinden sonra, beş kabile büyük bir kabile kurmaya karar veriyor. Ama bu bir yönetim sorunu doğuruyor. Kabilenin ileri gelenleri bir yönetim kuruyor ve bir de reis seçiyor. Böylece yönetim sorunu çözülüyor. Kararlar ortak alınıyor.
Ama gel zaman git zaman, reis ve ekibi tek başına karar almaya başlıyor. Bu da kabile halkını rahatsız ediyor. Ama bunun karşında halk ne yapacağını bilmiyor.
******
Bir gün bir kabile üyesi “Helen Uygarlığında Sokrates diye bir adam varmış. Bir akademisi varmış. Ben oraya bizim şu fille gidip bir bakayım. Belki onlardan bir yöntem öğrenirim” diyor ve yola koyuluyor. Annesi “Geç kalma oğlum akşam yemekte en çok sevdiğin fare var” dese de bizim ulak 15 yıl sonra dönüyor.
******
Başlıyor öğrendiklerini anlatmaya.
“Orada yönetimin kararından halk memnun değilse, hemen toplanıyorlar ve karara karşı çıkmak için meydana çıkıyorlar. Birlikte hareket edip, topluca seslerini duyuruyorlar. “
En çok ilgi gören çalışma, değişimi engelleyen etkenleri keşfetmeyi öğreten çalışmaydı.
Katılımcılar bu metotu hem örgütlerine hem de kendi hayatlarına uyguladı. Bir haftada bile inanılmaz yol kat edip, mesaj atanlar oldu.
Sanırım bu işin en büyük hazı, insanların hayatlarına katkıda bulunmak.
Nedir değişimin önündeki engeller? Bunu irdelemek için ilk önce iki kavramı açmak gerekiyor.
“Özgür Bey erkek arkadaşım çok bencil davranıyor. .......Bencil olmak, birey olmak mıdır?.....”
Güzel ve önemli bir soru. Birey olmak ile bencil olmak tamamen farklı şeyler. Bu konuyu biraz daha açmak gerekecek sanırım.
Harvard Üniversitesinden Prof. Robert Kegan bu adımları çok iyi açıklıyor. Adımları okuyun, bakalım siz hangisine giriyorsunuz. Daha çok birey misiniz, bencil mi?
Ha unutmayın bu bir yolculuk. Birey olma yolundaki yolculuğa herkes bencil başlıyor. Tek bir tanıma da girmeyebilirsiniz. Aralarda (duraklarda) olup, her iki özelliği gösteriyor olabilirsiniz.
Araçsal düşünenler (benciller)
Birey olmanın en alt basamağında ‘araçsal’ düşünenler var. Bu kişiler her şeyi siyah beyaz görüyor. Onlar için hayat doğrular ve yanlışlardan ibaret. Bu kişiler için bir şey ya doğrudur, ya yanlıştır. Ortası yok.
Ceza ve ödül kavramları da çok önemli bu kişiler için. Bir davranış ya ödül getirir ya ceza. Ödül getiren davranışları yapmak çok önemli.
Bu kişiler hayattaki objeleri ve kişileri kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını karşılayan araçlar olarak görür. Onun için bu kişilere araçsal düşünenler diyoruz. Otoriteyi sorgulamaz bu kişiler. Çünkü ceza gelebilir. İhtiyaçları karşılandığı sürece mutludur.
“Özgür bey küsmek üzereyiz, sevgi yazısı yazmayacak mısınız?
Sevgi makalenizde gençlere gerçek umutlarını anlatınız.
Birey olmak nasıl bir coşkudur, ne kapılar açar, …………..birey kendini nasıl sever onu anlatın..........
Ömer İnan
Genç bir doktor
Birey Olmak
Kendimce anlatayım.
Lisedeyken felsefe öğretmenimiz ütopik bir dünya yaratmamızı istemişti. Bunu ödev olarak verdi ve not verecekti.
(Yazıyı buradan okuyabilirsiniz. http://www.hürriyet.com.tr/yazarlar/12574290.asp?yazarid=313&gid=61)
Şimdi bu sürecin altında yatan mekanizmayı anlatacağım.
İnsanların düşünme tarzları onların hayatını etkileyen en büyük etken. Düşünme tarzını da ikiye ayırmak mümkün: sabit fikirliler ve gelişim odaklılar.
Sabit Fikirliler
Sabit fikirliler; karakterin, ahlâkın, kişiliğin ve zekanın doğuştan geldiğini, sabit olduğunu ve degişemeyeceğini düşünür. Durum böyle olunca, onlar için amaç kendilerinde bu özelliklerden fazlasıyla olduğunu göstermektir. Kendilerini ispatlamak önemlidir.
Gelişim Odaklılar
Gelişim odaklılar ise karakterin, ahlâkın, kişiliğin ve zekanın doğuştan gelmediğini ve çaba ile geliştirilebileceğini düşünür. Durum böyle olunca, onlar için amaç her koşulda bunları geliştirmektir.
Burada önemli olan bu özelliklerin doğuştan gelip gelmediği değil. Önemli olan kişinin neye inandığı.