26 Kasım 2008
İSLAMCILARIN, AKP iktidarının lala, kethüda ve danişmenlerinin Anayasa’nın başlangıç ilkeleri ve değişmez maddeleriyle bunca uğraşmalarını anlamakta güçlük çekiyorum. Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesi Anayasa’nın tamamının değiştirilmesi anlamına gelir. Bunu hukuk birinci sınıftan ayrılma şair biliyor da kocaman kocaman Anayasa hukuku profesörleri, Anayasa Mahkemesi başkanları bilmiyor. Bu konuyu cuma günü ele alacağım.
* * *
Anayasa’nın ilk dört maddesini tartışma konusu yapmak, söndürür mü acaba diye ateşe benzin dökmeye benzer. Anayasa’nın muhaliflerinden tarafsız (!) Taraf Gazetesi (13.10.2008), Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı tarafından düzenlenen "Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler" konulu sempozyumun konuşmacısı ve düzenleyicilerinden Prof. Heiner Kühne ile yaptığı söyleşiye onun ağzından şöyle bir başlık atmış: "Avrupa’nın değiştirilemezleri hürriyetlere güvence içindir!"
Bu cümleyi okuyanlar Prof. Kühne’nin TC Anayasası’ndaki değişmezlerin özgürlükleri ezdiği düşüncesinde olduğunu sanabilirler. Tam tersine, Prof. Heiner Kühne, "Ancak ben sempozyumda konuşan Türk konuşmacıların aksine, Türk Anayasası’ndaki değiştirilmez maddelerin, özgürlükleri engellediğini düşünmüyorum" diyor.
* * *
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2008
HALKIN yüzde 91.37 oyu ile 18.10.1982 tarihinde kabul edilip 20.10.1982 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa’nın Başlangıç ve Genel Esaslar bölümünü birlikte okuyalım:
* * *BAŞLANGIÇ: Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda; // Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde; // Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasa’da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı; // Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu; // Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı; // Her Türk vatandaşının bu Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu; // Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu; // Fikir, inanç ve kararıyla anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere, Türk milleti tarafından, demokrasiye áşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.
* * *GENEL ESASLAR MADDE 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyet’tir.
MADDE 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
MADDE 3: Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Bayrağı, şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara’dır.
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2008
GENÇ ve değerli yazar Hürriyet Yaşar, "Yiğit iken ölenlere" (Can Yayınları) başlıklı bir antoloji gönderdi. Antoloji, 12 Mart Öyküleri’nden oluşuyor. 30 yazar, 30 öykü! Kitabı elime alıp alt başlığını okuyunca, içinde hemen Nezihe Meriç’in "Tan’ın Öyküsü"nü aradım. Öykü vardı. Bu beni çok sevindirdi.
* * *
11 Ağustos 1971 günü, saat beşe doğru, Bodrum’da, o dönemin ve bütün dönemlerin en güzel barı Han’da Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından gözaltına alındım. Büyük ve uzun bir masanın çevresinde toplanmış, Mikis Theodorakis’in "Z" adlı plağını dinliyorduk. O gün Fransız dostlarımız getirmişti Ülker’le evlenme yıldönümümüz için. Ülker henüz gelmemişti. Gözaltına alınmak şaşırtmadı beni. Bekliyordum.
Öykünün benimle ilgili bölümü önemli değil. (Başladığım ama bir türlü bitirmeye cesaret edemediğim bir yazı.)
Bundan sonrası oğlum Tan’la, Tanbey’le ilgili.
* * *
Beni önce İzmir’e, sonra Ankara’ya götürdüler, Ankara’da Yıldırım’a tıktılar. Birkaç gün sonra Ülker ile Tanbey, Ankara’ya gelmişler. Ve polislerin evi aramaya gelmelerini beklemeye başlamışlar. Tanbey o sırada 8 yaşında. Üçüncü sınıfa geçmiş. Annesine beni neden gözaltına aldıklarını soruyor. Ülker, "Babana soru soracaklar" diye yanıtlıyor. "Eve gelip bize de soru soracaklar" diyor.
Tan’ı bir düşüncedir alıyor. "Anne, polislere söyle bana dördüncü sınıftan soru sormasınlar" diyor.
Nezihe Meriç, 1978 yılında bu cümleden yola çıkarak 12 Mart dünyasını yansıtan yürek buran müthiş bir öykü yazdı. "Dumanaltı" adlı kitabında yer alan öykü şöyle bitiyor:
"Tan gülecekti, dudağının kenarında bir kırışık belirirken kayboldu; sıkıntı, tasa üstün geldi.
- Anne, polisler bana da soru sorarlar mı?
- Sorabilirler. Bana öyle çok soru sordular ki, sana kalmış olabileceğini sanmıyorum. Keşke, ayol biraz da Tan’a saklayın, deseydim.
- Anne, sahi bana da sorarlar mı?
- Sorsunlar hayatım, ne var bunda? Korkacak bir şey yok ki!
- Ama anne, bana üçüncü sınıftan sorsunlar. Biz daha dördü okumadık ki!
O zaman dayanamadım işte. Sarıldım oğluma. "Ah canım benim!" diye inledim. Elimde değildi inlememek. Yorgundum. Sinirlerim haraptı. Birikmiş tüm sıkıntıları, kırgınlıkları, acıları, hırsları, gerginlikleri bir araya toplayarak hüngür hüngür ağlamak istedim. Yapamadım. Katıldım kaldım."
* * *
"Yiğit iken ölenlere"de yer alan 30 yazarın çoğu 12 Mart zulmunü hem içeride, hem dışarıda bizzat yaşadılar. Erdal Öz, Demirtaş Ceyhun, Aziz Nesin, Sevgi Soysal, Fakir Baykurt, Oktay Akbal, içerideydiler. Ama o dönemde dışarıda olmak da "içeride olmak" gibi bir şeydi. 1971’de doğanlar şimdi 37 yaşında!
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2008
’1921 Anayasası’nın özerklikle ilgili 11-22. maddeleri arasında yer alan 11 madde neden 1924 Anayasası’nda yer almadı?" sorusunu yanıtlamak isteyen anayasa hukukçularına köşem açıktır. Lütfen ilgilensinler! * * *
Bu konuyla neden ilgileniyorum, bunu yanıtlamam gerek. Kendime iki soru soruyorum:
1. Acaba kurucu irade şûralar (sovyetler) yönetiminin vilayetlerde bir tür sosyalist idareye yol açmasından mı çekindi?
2. Yoksa, Gazi (Mustafa Kemal) Paşa’nın İstanbul gazetecileriyle İzmit Kasrı görüşmesinde Kürtlerle ilgili olarak dile getirdiği, ("... Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklikler oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edecektir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da birlikte ifade etmek gerekir") görüşlerden dolayı mı 1924 Anayasası’nda bu maddelere yer verilmedi?
* * *
Şimdi Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bazı olayları tarihlerine göre sıralayalım:
1. İzmit Kasrı görüşmeleri: 19 Ocak 1923
2. Cumhuriyetin ilanı: 29 Ekim 1923
3. Tevhid-i Tedrisat Kanunu: 3 Mart 1924
4. Hilafetin kaldırılmasına dair 431 sayılı kanun: 3 Mart 1924
5. 1924 Anayasası’nın kabulü: 20 Nisan 1924
6. Şeyh Sait İsyanı’nın başlaması: 13 Şubat 1925
7. Şeyh Sait ve 47 asi arkadaşının idamı: 29 Haziran 1925.
Bu tarihlere göre Şeyh Sait İsyanı’nı irdeleyebiliriz: Şeyh Sait İsyanı ile ilgili davanın savcısı Ahmet Süreya Örgeevren’in "Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklál Mahkemesi" (Temel Yayınları, 2002) adlı kitabında söz konusu dava sanıklarının ifadeleri ve itirafları yer alıyor. Şeyh Sait verdiği ifadelerde Kürtlerin özerkliğine kesinlikle değinmemekte, isyanın nedeni olarak şeriatı göstermektedir (s. 187-191).
Bir de Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılan medreseleri ayaklanma nedeni olarak göstermektedir (s. 193). "Maksadımız, Diyarbekir’e girdikten sonra birtakım adamları toplayıp, ulema ve erdemli insanları toplayıp hükûmetimizle görüşme yapacaktık. İçkiyi yasaklayacak, medreseleri açacaktık. Vakit kalmadı" demektedir.
* * *
1921 Anayasası’nın 11. ve devamı maddeleriyle ilgili olarak yasa çıkartılması gerekmekteydi. Bu yasalar çıkartılmamıştır.
Şeyh Sait İsyanı (13 Şubat 1924), 1924 Anayasası’nın çıkmasından (20 Nisan 1924) sonra olduğu için, 11 maddelik değişikliğin isyana tepkiyle bir ilişkisi bulunmamaktadır. Olsa olsa isyan değişikliğe tepki olabilir. Öyleyse değişikliğin nedeni şûralar (sovyetler) yönetimi mi?
Şeyh Sait İsyanı’nın, Anayasa değişikliğiyle özerk Kürt yönetimi olasılığının ortadan kalmasından dolayı yapılmadığı dava dosyasından anlaşılmaktadır. Şeyh Sait’in ifadesine göre isyanın nedeni şeriat uygulanmasına son verilmesi ve medreselerin kapatılmasıdır.
Durum anayasa hukukçularının, her türlü tarihçinin ciddi dikkatlerine sunulur.
Yazının Devamını Oku 21 Kasım 2008
TARİHİMİZLE yüzleşmemiz, dersler çıkartıp (gerektiğinde) utanıp özür dilememiz ve böylece "demokrat adam" olmamız tavsiye ediliyor. Buna herhangi bir itirazım yok! Ancak ıvır zıvırla, dedikodularla yüzleşiyorlar da asıl yüzleşmemiz, hesaplaşmamız gereken maddelerden hep uzak duruyorlar.
Cumhuriyet tarihinin bence en önemli olayı -haydi olaylarından biri diyelim- 1921 Anayasası’nda yer alan yerel özerklik maddelerinin, 1960 yılına kadar yürürlükte kalacak 1924 yasasında yer almaması. Yani çıkartılması!
1921 Anayasası’nın 11-22. maddeleri arasında bulunan 11 maddesi neden 1924 Anayasası’nda yer almadı?
Bazı tahminlerim var ama sadece tahmin! Taha Parla’nın "Türkiye’de Anayasalar", A.Şeref Gözübüyük’ün "Açıklamalı Türk Anayasaları", Bülent Tanör’ün "Osmanlı-Türk Anayasa Gelişmeleri" kitaplarında ve başka yerlerde sorduğum sorunun yanıtını bulamadım.
1921 Anayasası’nda yer alıp 1924 Anayasası’nda bulunmayan maddeler aşağıdadır:
* * *
MADDE 11- Vilayet mahalli işlerde manevi şahsiyete ve özerkliğe sahiptir. Dış ve iç siyaset, şer’i, adli ve askeri işler, uluslararası iktisadi ilişkiler ve hükümetin genel vergileri ile birden fazla vilayeti ilgilendiren hususlar istisna olmak üzere Büyük Millet Meclisi tarafından konacak kanunlar gereğince vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve idaresi vilayet şûralarının yetkisi içindedir.
MADDE 12- Vilayet şûraları, vilayetler halkınca seçilmiş üyelerden meydana gelir. Vilayet şûralarının toplantı dönemi iki senedir. Toplantı süresi senede iki aydır.
MADDE 13- Vilayet şûrası, üyeleri arasında yürütme görevini yapacak bir başkan ile değişik bölümleri idareye memur üyeden teşekkül etmek üzere bir yönetim kurulu seçer. Yürütme yetkisi, sürekli olan bu kurula aittir.
MADDE 14- Vilayette Büyük Millet Meclisi’nin vekili ve mümessili olmak üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından tayin olunup, vazifesi devletin genel ve ortak görevlerini yerine getirmektir. Vali, yalnız devletin genel görevleri ile yerel görevler arasında zıtlaşma meydana gelmesi durumunda müdahale eder.
MADDE 15- Kaza (ilçe) yalnız idari ve inzibati cüzü olup manevi şahsiyeti haiz değildir. İdaresi, Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından atanmış ve valinin emri altında bir kaymakama verilmiştir.
MADDE 16- Nahiye, özel hayatında özerkliği olan bir manevi şahsiyettir.
MADDE 17- Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır.
MADDE 18- Nahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya seçilmiş üyelerden meydana gelir.
MADDE 19- İdare heyeti ve nahiye müdürü, nahiye şûrası tarafından seçilir.
MADDE 20- Nahiye şûrası ve yönetim kurulu kazai (yargısal), iktisadi ve mali yetkilere sahip olup bunların derecesi özel yasa ile belirlenir.
MADDE 21- Nahiye, bir veya birkaç köyden oluştuğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir.
* * *
1921 Anayasası’nın yukarıdaki maddeleri 1924 Anayasası’ndan neden yer almadı? (Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2008
14 Temmuz 1789 Büyük Fransız Devrimi’nin şiarı özgürlük, eşitlik, kardeşlik idi. Toplumsal felsefe ve programı ise 28 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde özetlenmişti: "Bildirge; insanların eşit doğduğunu ve eşit yaşamaları gerektiğini, insanların zulme karşı direnme hakkı olduğunu, her türlü egemenliğin esasının millete dayalı olduğunu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağını, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğunu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağını ortaya koyuyordu."
SINIRSIZ EŞİTSİZLİK
1789’tan bu yana yaşadığımız siyasal, toplumsal ve ekonomik serüven ve deneyimlerin toplamı Büyük Fransız Devrimi’nin şiarı olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsünün bir arada olmaması durumunda insanlık adına etkili sonuçlar çıkamayacağını gösterdi.
Anglosakson zihniyetinin sınırsız liberalizmi eşitlikleri ortadan kaldırdığı gibi toplumdaki (var olan) kardeşlik duygu ve dayanışmasını da yok etti.
Eşitlik ilkesini öne çıkartan klasik komünist rejimlerde ise bireysel özgürlüklerin sakatlanıp yok edildiği ve "kardeşlik"e dayalı toplumun yaratılamadığı görüldü.
"Kardeşlik" ve "kardeşlik dayanışması" olmadan tek başına özgürlük ve eşitlik hiçbir işe yaramıyor. Yirminci yüzyıl özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’e dayalı, insancıl toplum (sistemi) yaratamadı.
BAŞBAKAN DÜŞÜNDÜ MÜ!
Başta Başbakan olmak üzere günümüz iktidar sahiplerinin hayatlarının herhangi bir saniyesinde yukarıda yazdıklarımı düşünmüş olabileceklerini sanmıyorum. Çünkü onların Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik ile herhangi bir alışverişleri yok. Olmadı!
Olmuş olsa, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nden ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden nasibini almış bir insan, "İftira at, tutmazsa iz bırakır. Teknikleri bu. Geçmişte komünistler böyle yapmıştı" der miydi?
Başbakan, statükonun ilericilere, değişimcilere, özgürlük-eşitlik-kardeşlik şiarına inananlara karşı kullanılan 1000 yıllık iftiranın bir bölümünü kullanıyor: Birine "komünist" dediniz miydi ne insan hakları kalır, ne eşitlik, ne özgürlük ne de kardeşlik!
KARANLIĞI TEMSİL
Nizamülmülk’ün icat ettiği formül o dönemde Mazdekilere, Karmatilere, Batınilere, Babek’e karşı kullanıldı. Bu muhaliflere karşı kullanılan kapıya külah asma safsatası yirminci yüzyılda komünistlerin kapısına asılan şapka yalanına dönüştü. Böyle bir olaya gözüyle tanık olmuş bir tek insan bile yoktur. Komünistler bunun benzeri hangi iftirayı attı?
Başbakan’ın bu hezeyanına tepki gösteren Avukat Sedat Vural, Ankara Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açmış. Avukat Sedat Vural, Başbakan’ın bu sözleriyle sosyalist düşünceye sahip insanlara hakaret ettiğini ileri sürüyor.
Kuşkusuz sosyalizm ile komünizm aynı şey değil. Ama statükonun iktidarları, kestirmeden giderek özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’i savunanları komünist ilan ederek yasadışına itmişlerdir. Türkiye böyle bir geçmiş yaşadı ve günümüz başbakanı her haliyle bu kötü ve karanlık geçmişi temsil ediyor.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2008
8 Kasım 2008 tarihli Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasında müthiş bir fotoğraf yayınlandı. Van DHA muhabiri Fahrettin Gök’ün geçtiği haberin fotoğrafında "beşuş çehreli" yani güleç yüzlü dört erkek görülüyor önde. Ellerinde, üzerinde "Obama Vanlılar Seni Seviyor", "İçimizden Birisin", "Dünyanın Kaderini Değiştirecek İnsansın!" yazılı pankartlar taşımaktalar. Van’ın Gürpınar İlçesi Çavuştepe Köyü sakinleri, ABD’nin 44’üncü başkanı seçilen Barack Obama için 44 kurban kesip davul zurna eşliğinde halay çekmişler. Kestikleri kurbanların kanını Obama posterlerine sürmüşler. Akıl edip kurban etlerini de Harlemli kara derililere gönderselerdi bari. Ya da Obama’nın Kenya’daki köylülerine...
Ayrıca, bir Van kedisini Beyaz Saray’a göndereceklermiş.
Karşılığında ne istiyorlar acaba? Bu gösteri çıkarsız olamaz!..
NEDEN SİZDEN BİRİ!
Hayatımda bu kadar yanık yağ kokan bir gösteriye tanıklık etmedim. 1950’lerde Celal İnce, "Imerika, Imerika, Türkler dünya durdukça..." diye bir şarkı söylerdi. Gerisi neydi unuttum... Belki de "Türkler dost kalacaktır sana" gibi bir şeydi. Bu fotoğraf Celal İnce’nin şarkısından da beter!
Harvard mezunu ve "Çikolata Renkli" olmasına karşın bir WASP seçkini olan Barack Obama neden sizden biri olsun? Neden "Dünyanın kaderini değiştirecek insan" olsun, nereden biliyorsunuz? O da kapitalizm ve liberalizmin "adamı" değil mi?
Tam anlamıyla bir mizah anıtı! Bizim sevindirik gazete yazıcılarının Van versiyonu!
VANLILARIN YÜZLEŞMESİ
Hurşit Güneş, 31 Ekim 2008 tarihli Milliyet Gazetesi’nde, "Kriz Neoliberalizmi Yüzleşmeye Sürükledi" başlıklı bir yazı, aslında bir ders metni yayınladı. Daha önce yayınladığım "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" temalı yazılarımı büyük ölçüde doğrulayan bir ders:
"Son yirmi yıl, ülkemizdeki neoliberal hegemonyanın siyasal düzlemde muhafazakár bir ittifaka dayandığı açık. Ekonomik düzlemde de küresel bir mali kriz kazasına uğradılar. Şimdi çok sevdikleri bir sözcükle karşı karşıyalar; yüzleşmek. Bu iki gerçekle yüzleşmek ve özeleştiride bulunmak zorundalar." Vanlıların yüzleşmesi işte böyle!..
SADAKADAN EL AÇMAYA
Ve bizim neoliberallerin "Obama" yazılarının mesajı, Van köylülerinin naif sloganlarından hiç de farklı değil.
Obama dünyanın kaderini değiştirecek adam imiş! Siz önce kendinize Van’ın kaderini değiştirecek "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" ilkelerinin uygulayıcısı bir belediye başkanı seçin. Oysa, büyük bir olasılıkla, cemaatçi bir AKP’liyi ya da etnikçi bir DTP’liyi belediye başkanı olarak seçecekler. Genel seçimlerde de oylarını aynı odaklara verecekler.
Yüzlerce yıldır ne kapitalizm ne de eski ya da yeni liberalizm halkların kaderini değiştirebildi.
Ne de Türkiye’nin muhafazakár mukaddesatçıları!.. Aynı kampın temsilcisi Obama da aynı malzeme ve aynı yöntemlerle insanlığa yaraşır bir şey yapabilecek değil.
Geriye, AKP’nin dağıttığı sadakayla yetinmeyenlerin, Obama’ya el açması kalıyor.
Bir şey daha var: ABD’nin artık "eski" olan büyükelçisi Ross Wilson, "Başkan değişir, politika aynen kalır" (Cumhuriyet, 08.11.08) diyor. Van köylülerinin bilgisine sunulur!..
Yazının Devamını Oku 16 Kasım 2008
31 Ekim 2008 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin 21. sayfasında yayınlanan, Canan Korkmaz imzalı ve "Konsolos: Atatürk Yoksa Bayrak Var" başlıklı haberi birlikte okuyalım: "TÜRKİYE’nin Chicago Başkonsolosu Kenan İpek’in Cumhuriyet’in 85. yılı şerefine verdiği resepsiyon, Atatürk resmi bulunmadığı için gerginliğe sahne oldu. The Union League Club’ta verilen geleneksel Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda her yıl Atatürk’ün resminin olduğu podyumda bu yıl Atatürk resmini göremeyen davetliler, Başkonsolos Kenan İpek’e bu değişikliğin nedenini sordular. Bu soruya sert tepki gösteren İpek, ’Atatürk’ün resmi yok ama bayrağımız var’ demekle yetindi ve davetlilerin ısrarı üzerine ’Çok istiyorsanız gidin getirin’ dedi. Bunun üzerine araya giren Konsolos Yardımcısı Azize Sargın, ’Merak etmeyin getiririz, unutulmuş’ diyerek davetlileri yatıştırdı. 20 dakika sonra getirilen Atatürk portresi alkışlarla karşılandı."
* * *
Aynı konuda, benzeri bir haber de İsveç’in başkenti Stockholm’den geldi. İsveç’te yaşayan bir gazeteci arkadaşımız, "Cumhuriyet Bayramı Kutlamaları" ile ilgili gözlemlerini yazıyor. Onu da birlikte okuyalım:
"İsveç’te 22 yıldır yaşıyorum. Gazeteci olarak yaklaşık 20 yıldır girmediğim yer kalmadı. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin var oluşu ile yakından ilgili olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın, Türkiye’deki kutlamaların yüzde 1’ine dahi ulaşamadığına tanık oldum.
Özellikle Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği bu günde çok kötü bir sınav veriyor. İsveçli, yabancı diplomatlar ve Türklere kutlama resepsiyonu verilmiyor mu? Hem de Türk mutfağından kurulu mükemmel sofralar kurularak harika bir şekilde. Yıllardır kendime sorarım; buraya gelen Türk’üne, İsveçlisine, yabancı diplomatına neden burada toplanıldığını anlatan bir mesaj verilmiyor? Bu bayram sadece yemek yenilen, içki içilen, sohbet edilen bir bayram mı?
Bir Türk gazetecisi olarak haberimin konusu Cumhuriyet Bayramı olduğu için bu bayramın olmazsa olmazlarından olan Türk bayrağını bizzat Büyükelçi’ye giderek ısmarlamam beni çok üzdü. Çünkü bir gazetecinin görevi duyduğunu, gördüğünü gözlemleyerek yazmaktır. Ancak bir gazetecinin haberini kotarabilmek için Büyükelçi’den bayrak istemesi kadar acı bir durum olamazdı. Hele Büyükelçi’nin, ’Bayrağı şimdi nereden bulacağız’ şeklindeki yaklaşımı da sanırım Cumhuriyet’in 85. yılında kullanılan günün gafı niteliğindeydi. Hep merak etmişimdir: Neden Cumhuriyet’i böyle onurla, gururla, coşku ile kutlamada çekingeniz. Haberlerimizde hep coşku kelimesini kullanıyoruz. Ancak görüntülerde bunu yaşamak pek öyle olmuyor. Gelecekte daha coşkulu, daha samimi duygularla nice Cumhuriyet Bayramlarını kutlama dileği ile..."
* * *
Arkadaşımızın kaygı ve yakınmalarını, kuşkularını anlamakta hiç zorlanmıyoruz. Alışageldiğimiz düzenin dışına çıkıldığı ya da o düzen eksik kaldığı zaman, çok haklı olarak, iktidar partisinin ideolojisinden, bu ideolojinin bürokratlar üzerinde yarattığı baskıdan kuşkulanmaya başlıyoruz.
Bu iki örnek belki çoğaltılabilir. Bu nedenle Dışişleri Bakanlığı, ulusal bayramlarımızın dış temsilciliklerde nasıl kutlanacağına dair bir yöntem belirlemesi gerekir. Bir yönetmelik! Çünkü kimi yerde bayraksız ve kimi yerde de Atatürk’süz ulusal bayram olmaz!
Yazının Devamını Oku