Özdemir İnce

Siyasal İslam’ın kalesi olarak imam hatipler (1)

11 Ağustos 2009
SİYASAL İslamcı gazeteleri, AKP lejyonerlerini bir yana bırakalım. Sözüm öteki gazetelere ve köşe yazıcılarına. Son İHL katsayı operasyonundan ve yönetmelik değişikliğinden sonra bir kez daha fark ettim ki bu konuda yazı yazanların, haber yapanların Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ndan yani Öğrenim Birliği Yasası’ndan haberleri yok. Haberleri varsa bile, yazılarını döşenmeden önce söz konusu yasayı ve yasa gerekçesini okumayı akıllarına bile getirmiyorlar.

Bu ilgisizlik son derece yaygın zaten. Koalisyon ortağı MSP’nin tuzağına düşen Ecevit ve çevresindekiler Öğrenim Birliği Yasası’nı bilselerdi, kendilerine bu yasayı bir hatırlatan olsaydı, yaptıkları işin Cumhuriyet’in şahdamarını keseceğini mutlaka anlarlardı.

YASAYA RAĞMEN

On yıl önce Hürriyet gazetesinde yazmaya başladığım zaman, 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Anayasa’nın İnkılap Kanunlarının Korunması’na dair 174 maddesi ile tozlu mevzuat raflarında unutulup gitmişti. Bulundukları yerden bulup çıkardım (aslında 1980’lerden itibaren edebiyat dergilerinde yazdığım yazılarda söz konusu yasayı referans vermekteydim) ve başta dönemin Cumhurbaşkanı olmak üzere kamunun dikkatine sundum. Daha sonra Prof. Dr. İsa Eşme, Dr. A. Vehbi Ecer ve adlarını anamadığım için eksikli kaldığım öteki bilim adamları bu konuda bana yardımcı oldular.

Bilelim ve unutmayalım ki Anayasa’nın 174. maddesinin koruması altında olan bütün devrim yasaları Anayasa’nın ilk dört maddesi gibi değişmezlik koruması altındadır. Demek ki 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Öğrenim Birliği Yasası’na aykırı yasa çıkartılamaz, tüzük ve yönetmelik yapılamaz, genelge yayınlanamaz. Ama son yönetmelik değişikliğinde olduğu gibi bütün bunlar yapılıyor. Söz konusu yasanın ırzına geçercesine, 1950’den bu yana yüzlerce imam hatip okulu ve lisesi açıldı.

ONUR KIRICI

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 174: "Anayasa’nın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasamızın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz."

Anayasanın 174 maddesi olmasaydı bile TBMM’nin çıkardığı ilk yasalardan olan devrim yasalarının devlet kurucu nitelikleri dikkate alınarak bir tek harfine bile dokunulmaması gerekirdi.

Hukukçuların, Anayasa hukukçularının bu cinayet karşısında suskun kalmaları kendileri açısından son derece onur kırıcıdır.

ŞİDDETLE KINIYORUM

Laf olsun torba dolsun niyetiyle kaleme sarılan gazete yazıcılarını da şiddetle kınıyorum. Elbette düşünceyi yazılı ve sözlü açıklama özgürlüğü vardır, ama düşüncesi olanlar için vardır. Son günlerde, televizyonların "Flaş... Flaş... Flaş... Meslek liseleri ve imam hatip liselerinin önü açıldı!" yağcılığı karşısında şaşkına döndüm. Yazılarına "Eyvah! İmam hatipliler geliyor!" diye başlık atanların cehaletleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim.

Bu konuda yayınladığım eski yazıların, bu kez yayınlayacağım yedi yazının meslek içi gelişim dersi olarak kabul edilmesini temenni ediyorum. (Devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Anadilde öğretim mayını

9 Ağustos 2009
KİMSE bir şey öğrenmiyor: Kopenhag Kriterleri’nin açıklanmasından bu yana yazıyorum: Avrupa Birliği ve Kopenhag Kriterleri anadilde öğretimi değil, fakat anadilin özgürce öğrenilmesinin önündeki yasal engellerin kaldırılmasını istiyor. Fakat ne mümkün, ağzını açan "anadilde öğretim"den söz ediyor. Sadece DTP’liler, PKK’cılar ve "bir kısım" paralı asker köşe yazıcısı değil, aynı zamanda AB’nin ve Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile ilgili küçük memurları da bu konuda zırvalamaktan geri kalmıyorlar.

AMAÇ SİYASAL

Bir kez daha tekrarlayalım: Anadilde Öğretim, anaokulu, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimde söz konusu anadilin eğitim ve öğretim dili olarak kullanılması demektir.

Yani Kürtçe Anadilde Öğretim demek, eğitim ve öğretimin anaokulunda, ilköğretimde, ortaöğretimde ve yükseköğretimde Kürt dilinde ve lehçelerinde yapılması demektir.

Kopenhag Kriterleri’nde yazdığı gibi, Kürtçenin (Kürtçe diye yazmıyor tabii) öğrenilmesinin önündeki (varsa) yasal engellerin kaldırılması ise işin gerçek boyutu.

Bu seçmeli ders olabilir, ikinci dil olabilir, ayrı bir dil okulu olabilir. Bunun herhangi bir siyasal sonucu ve anlamı yoktur. Bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili bir durumdur.

Ancak, "Anadilde Öğretim"in amacı da sonucu da siyasaldır.

AYRILIKÇILIK

Anadilde Öğretim niçin yapılır? O dili kamusal alanda kullanmak için yapılır. Ne demek yani? Sadece eğitim ve öğretimde değil, aynı zamanda bütün mesleklerde ve devlet dairelerinde kullanmak için: Emniyette, yargıda, maliyede, bayındırlıkta, tapuda, resmi yazışmalarda, gümrükte, sağlıkta... Yani resmi dil!...

Anadil bu alanlarda kullanılmayacaksa Hukuk, Siyaset Bilim, Fen Bilimleri, Tıp ve Veterinerlik fakültelerinde neden Kürtçe öğretim yapılsın?

Sokak adları, Finlandiya’da, Belçika’da olduğu gibi iki dilde olabilir. Ancak hukuk fakültesinde eğitim Kürtçe yapılıyorsa, bu, mahkemelerde Kürtçe kullanılacağı; yasaların Kürtçe olacağı anlamına gelir. Böyle bir şey üniter bir devlette elbette mümkün değildir! Ama DTP milletvekillerine bakıyorsunuz, ülkenin üniter yapısına ve toprak bütünlüğüne aykırı bir istekte bulunmadıklarını, bulunmayacaklarını (retorik icabı) söylüyorlar.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Ben anadilde öğrenim hakkı istiyorum demek, ben federal düzen istiyorum, demektir. Bölgesel ayrılıkçılık. Üniter yapıdan federal yapıya geçilmek istendiğine göre, bu istek ayrılıkçılık olarak da tercüme edilir.

FEDERAL DEVLET

DTP-PKK hattı Güneydoğu’ya özerklik tanınmasını istiyormuş. Bu istek açıklandıktan sonra "Farklı kimlik ve kültürlere anayasal güvence getirilmesi", "Kürtçenin resmi eğitim dili olması", "Koruculuk sisteminin kaldırılması" gibi isteklerde bulunmak gereksiz tekrar. Çünkü özerklik ve federal (devlet) eyalet bunların hepsini içerir. Genel af ilan edilmesi, Öcalan’ın muhatap alınması falan ayrı bir fasıl. Üniter yapı bozulunca gerisi gelir ve iş en azından federal devlete gider. Türkiye Kürt Federal Devleti ile Irak Kürt Federal Devleti’nin ciddi bir sınıra gereksinimi var mıdır artık?

PKK’cılar, DTP’ciler, Kürtçüler, Kürt muhibbanları bana küfredeceklerine, ırkçı-mırkçı diyeceklerine, ilkin sözcüklerin ve deyimlerin doğru anlamını öğrensinler! Ben özerkliğe de, federasyona da, ayrılmaya da karşı değilim! Ama laf ebeliği ve demagoji yapılmasın!
Yazının Devamını Oku

Şaheser zırvalar

8 Ağustos 2009
AKŞAMLARDAN 27 Temmuz 2009 akşamı! Televizyonlardan Habertürk televizyonu! Sunuculardan Yiğit Bulut sunucu! Konu, galiba "Kürt açılımı"na bağlı yan konular.

"Kürt açılımı" çift anlamlı, tuhaf bir deyiş. Kürtlerin açılımı mı, yoksa başkalarının Kürtçülüğü odak alan açılımı mı? Benim bildiğim, Kürtçülerin herhangi bir açılımı yok!

ALTAN TAN

Katılanlardan biri, bu türden programların "Kamber’i" Altan Tan. Altan Tan bölgenin geri kalmışlığının toprak reformu yapılmamasına bağlanmasını her bakımdan bilgisizlik olarak tanımlıyor. Ve tezini kanıtlamak için, "Bir adam düşünün, diyor, 40 bin dönüm toprağı var; birkaç kez evlenmiş, 20-30 çocuğu olmuş, bu çocuklar evlenmiş, onların çocukları olmuş, toprak bunların arasında bölüşülmüş, adam başına 200-300 dönüm toprak düşüyor. Al sana toprak reformu!"

Böylesine bir şaheser zırvaya ulaşmak için insanın İslamcı ve Kürt milliyetçisi olması gerekir. 40 bin dönüm toprak kimlerin arasında paylaştırılmış? Mesela (adını biz uyduralım) Kocabaş ailesinin bireyleri arasında! Yabancıya toprak gitmiş mi? Gitmemiş!

Altan Tan toprak reformu kavramına toptancı bir katkıda bulunuyor ve toprak reformunun topraksız köylüyü topraklandırmak ve tarıma kazandırmak için yapıldığı teorisini berhava ediyor! İnsaf ki ne insaf!

FEDERATİF ÇÖZÜM!

Ülkenin bütünlüğüne ve devletin üniter yapısına saygılı olduklarını söylüyor Altan Tan. Fevkalade ve fevkalade! Ardından da Kürt dilinde eğitim ve öğretim istediklerini söylüyor. Gerçek demokrasi kurulduğu zaman Kürt sorunu (yani Kürtçülük) şıp diye sona erecekmiş. Sanki bir mucize! Sadece Altan Tan değil Kürtçülerin hiçbiri gerçek demokrasinin (kendilerince) ne anlama geldiğini, geleceğini söylemiyor.

Ama kopuk kopuk kaçamak konuşmalarından şunlar anlaşılıyor: Türkiye Kürdistanı olarak varsayılan bölgede eğitim ve öğretimin (anaokulundan post-doktoraya kadar) Kürt dillerinde yapılması; bölge belediyelerinin vergi koyup toplama hakkı; bölgesel polis örgütü; merkezi hükümetten en yüksek oranda yatırım ve katkı payı; giderek içişlerinde bağımsızlık ve benzeri şeyler. İstedikleri şey en azından özerklik! Federatif çözüm! Vallahi de, billahi de iki çözüme de karşı değilim. Laf ebeliğine, göz küllemelere karşıyım!

Üniter devlet yapısına karşı değiller, ama üniter devletin artık miadını doldurduğunu da söylüyorlar. Yani, ister dile, ister etnisiteye, ister göz rengine dayalı bir federatif yapı. Yahu kardeşim şunu başından söylesenize, "daha çok demokrasi deresi"nden yedi kez su getirmenin ne gereği var? Federasyon diye dayatın, içini dilediğiniz malzemeyle doldurursunuz!

1071’DEN BERİ

Üç aylarda ya da ramazanda cerre çıkmış hocaların köy köy gezmesi gibi televizyon televizyon geziyorlar. DTP, seçimlerde en kabadayı yüzde 5-6 oy almış. Demek ki seçmen Kürt vatandaşların yüzde 94-95’i DTP ve PKK gibi düşünmüyor. AKP, Türkiye Kürtlerini belki de DTP’den daha fazla temsil ediyor.

Bir uyarı: Tarihe, geçmişe, Cumhuriyet’in kuruluşuna dair konularda mitoslar, efsaneler, menkıbeler uydurmak hiç de tekin bir şey değildir, çünkü biri kırıcı olmayı göze alıp gerçekleri tek tek saymak zorunda kalabilir. Örneğin Kürtler 1071’den bu yana ne zaman devletin kurucu unsuru oldu; Kürtçe ne zaman Türkçe ile birlikte resmi devlet dili idi? Gibi.
Yazının Devamını Oku

Cami ve minarelerde hoparlörlerin kullanılması

7 Ağustos 2009
DİYANET İşleri Başkanlığı yönetmeliğinin 21. maddesini birlikte okuyalım: "MADDE 21- (1) Başkanlığımız mevzuatına göre minarelerde bulunan hoparlörlerden yalnızca ezan ve sala okunması gerekmektedir. Bazı yerlerde cami içerisinde icra edilen vaaz, mevlit ve benzeri diğer dini programların minarede bulunan hoparlörlerden yayınlandığı, bu durumun da hoşnutsuzluğa ve şikáyetlere sebep olduğu, Başkanlığımıza intikal eden bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu sebeple;

a) Cami içinde yapılan vaaz, mevlit ve benzeri programlar, minare hoparlörlerinden yayınlanmayacaktır.

b) İbadet esnasında cami içindeki ses cihazlarının sabah, akşam ve yatsı gibi cemaatin az olduğu vakitlerde kullanılmaması ve yalın sesle iktifa edilmesi, ayrıca diğer vakitlerde kulağı rahatsız etmeyecek ve huşu içinde dinlenmesine imkán verecek şekilde ses ayarının yapılması sağlanacaktır.

c) Hoparlörlerin ses düzeninin, ezanın çevrede duyulmasını sağlayacak fakat yakın komşuları da rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması temin edilecektir.

ç) Milli güvenliğin icap ettirdiği durumlar ile yangın, deprem, sel felaketi gibi olağanüstü durumlar hariç olmak üzere cami hoparlörleri, ezan ve gerektiğinde sala dışında kullanılmayacaktır.

(2) Camilerden uzak mahalle veya yazlık sitelerde ikamet eden vatandaşların okunan ezandan istifade edebilmeleri amacıyla belediye yayın cihazından verilmesi, cami ya da mescit bulunmayan yerlere alıcı cihaz konulması hususunda Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı mütalaasında; ’Cami ve mescit bulunmayan yerlerde ezan okunmasının meşru olduğu göz önünde bulundurularak, halkın talebi olması şartıyla cami, mescit ve minaresi bulunmayan yerlere, merkezi ezandan yararlanmak amacıyla hoparlör takılmasında sakınca yoktur’ denilmektedir. Buna göre;

a) Hoparlörün takılmasını semt halkının çoğunluğunun istemesi,

b) Cami hoparlörünün monte edileceği yerin/birimin, telefon, elektrik GSM direği vb. mekánların sahibinin ve yetkililerinin onayının alınması,

c) Uzlaşma usul ve esaslarına riayet edilmesi,

ç) Görüntü ve ses kirliliğine meydan verilmemesi,

Hususları yerine getirildikten sonra, mülki amirin onayı alınarak talep edilen ve izin verilen yere ezan sesini nakletmek için hoparlör takılabilecektir."

* * *

17 Temmuz Cuma günü yayınladığım "Çok Açık Gizli Hedef" yazımı hatırlarsınız. Yazıya okurlardan herhangi bir olumsuz tepki gelmedi. Tam tersine yüzlerce olumlu kutlama mesajı aldım. Yazının yayınlandığı tarihten bir gün sonra (18.07.09) bizim köyün cami hoparlörü genelgeye uygun şekilde ses verdi. Sonra her şey eskisine döndü.

Anladığım kadarıyla, tek tek camilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gönderdiği genelgeleri umursadığı yok. Bazı camiler kendi bağımsızlığını ilan etmiş, anarşik ve disiplin tanımaz bir derebeyi durumunda. Ya da genelge yayınlayan Diyanet İşleri Başkanlığı, genelgenin arkasından işmar edip sanki siz bildiğinizi okuyun demekte.

Ancak yasalar ve DİB genelgeleri, sivil toplum örgütlerine ve vatandaşlara disiplinsiz camiler yüzünden DİB’i mahkemeye vermek hakkını tanımakta. Benim vekilliğim bu kadar !
Yazının Devamını Oku

Demokratik merkezin şansı

5 Ağustos 2009
DEMOKRATİK sağın, merkez sağın ya da demokratik merkezin önündeki en büyük engel demokrasi ile hiçbir ilişkisi olmayan tarikat ve cemaatler. Bilimkurgu filmlerinin sürü psikolojisi ve disiplini içinde yaşayan robotlar bunlar. Bireysel düşünme yetenekleri yoktur. İsterlerse "Prof. Dr" olsunlar, bireysel bilinçleri yoktur. Ortak akıl(!) ile idare edilirler. O akıl da şeyhin, liderin, hocanın, hoca efendinin kafasının içindedir. * * *

1 Ağustos yazımda DP Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez’in partisiyle ilgili açıklamasını okudunuz. Benim dikkatimi çeken yer, "Demokratik ve merkez geleneğinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle hiçbir zaman meselesi olmamıştır" cümlesi. Oysa ben bu yazı dışında yayınladığım 10 yazıda bu ilişkiyi anlattım.

Yeni Demokrat Parti’nin romantik saplantısından kurtulup kendini doğru tanımlaması ve programına "Demokrat Parti"nin Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle bir sorunu yoktur, olmayacaktır" cümlesini yazması. Böylece ayıplı merkez geleceği özgürleşmiş, çağdaşlaşmış ve gerçekten demokratik olacaktır.

"Olmadı" demenin hiçbir önemi yok. Önemli olan "olmayacak" sözünü vermek(ti). Beklediğim açıklığı DP lideri Hüsamettin Cindoruk "Ilımlı İslam devletine geçit yok" cümlesi ile getirdi (Cumhuriyet, 03.08.09)

* * *

Türkiye’nin siyasal ortamını kirlerinden temizlemeye DP büyük katkıda bulunabilir. DP’nin en büyük hedefi, dindar, muhafazakár ama laik ve demokrat olup AKP’ye oy veren kitle olmalı. 1923 cumhuriyetini yıkmak isteyen, demokrasiyle en küçük ilişkisi bulunmayan, bütün iradesini "führer"in (şeyhin, şefin, liderin, hocanın, hoca efendinin) eline teslim etmiş tarikat ve cemaatle hiçbir ilişki kurmamalı. Zaten kuramaz!

Önemli olan, ilk seçimde AKP’ye ait olmayan oyları onun elinden almak. Bu yüzde 10 olur, yüzde 15 olur! Önemli değil. Allah bereket versin!

Laikliği yeniden tanımlamadan, türbanperestlik yapmadan, imam-hatip goygoyculuğuna sapmadan, dindar, muhafazakár, liberal düşünceli pasif kitleyi, laik, demokrat ve sosyal cumhuriyetin ilkeleriyle (merkez sağda) ilk kez buluşturmak mümkündür.

Halkımızın değerleri, kuşkusuz, siyasal İslam’ın, tarikatların, cemaatlerin temsil ettiği değerler değildir. O değerler demokratik merkez sağ ve solun temsil ettiği değerler olmalı!

* * *

Merkez sağın, demokratik merkezin insanı bireydir, kendinin ve toplumun bilincinde olan bireydir. Hiçbir şeyhin, hiçbir führerin müridi olmadığı gibi, kendisi de mürit peşinde koşmayan özgür ve demokrat insandır. Merkez sağ dindarı kendine dindardır. Dininin ilkelerini devletin ilkeleri haline getirmez, getirmek isteyenlere karşı çıkar. Bunun sonu demokratik menzildir.

Tarikatlara, cemaatlere, siyasal İslam’a teslim olmuş bir rejim, demokratik gücünü mutlaka yitirir ve teokratik bir mutlakiyet rejimine dönüşür. AKP hükümetinin içinde yürüdüğü, gittiği yol, teokratik mutlakiyetin yolu. Bunun somut kanıtlarını son bir yıl içinde bol bol vermiştir.

Dolayısıyla, AKP zihniyeti rejimin teminatı değil, rejimin mezarını kazan bir fesattır.

Rejimin teminatı merkez sağ ile merkez soldur. Ve siyasette merkez diye bir şey yoktur.

Demokrat Parti’nin şansı açık olsun! (Yazı dizisinin sonu!)
Yazının Devamını Oku

Demokratik merkezi inşa etmek (4)

4 Ağustos 2009
MERKEZ sağın akademik bir tanımını yapmaya gerek yok. Google tanımı yeter: Politikada muhafazakárlığa, dindarlığa, maneviyatçılığa, gelenekçilik ve milliyetçiliğe önem veren, liberal siyasette muhafazakár görüşe önem veren anlayışa merkez sağ denir. Yani 1950’den bu yana ve özellikle de Milliyetçi Cephe hükümetleri (Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi) döneminde uygulanan milliyetçi muhafazakár politika!...

UTANMAZ HERİFLER

Kuruluşundan bu yana AKP’yi destekleyen travesti ("travesti"nin burada eşcinsellikle ilişkisi yoktur. Sözlüklere bakıla!) solcular artık Türkiye’nin muhafazakárlaşmaya başladığını yazıyorlar. Günaydın, tünaydın!

Türkiye, AKP tarzı modernleşme sürecine "muhafazakár modernite" niteliği kazandırabilirmiş. Peki bu muhafazakár modernite Cumhuriyet’in laiklik ilkesiyle bağdaşacak mı? Gerçek demokrasiyi kurabilir mi, mevcut demokrasiyi sürdürebilir mi? Her zaman olduğu gibi bu soruların yanıtı yok!

Her zaman olduğu gibi burada da denge uzmanlığı yapıyorlar: "Rejimi koruma amacını demokratikleşmenin önüne koyan ve bu temelde de, siyasette siyaset dışı askeri ve yargısal müdahaleleri büyük ölçüde destekleyen CHP ve laik orta sınıf muhafazakarlığı". Kambersiz düğün olmuyor tabii... El insaf! Siyasal İslamcı AKP’nin muhafazakár modernitesi demokrat, ama CHP ve laik orta sınıf demokrasi karşıtı. Utanmaz herifler!...

TESLİM BAYRAĞI

Gelelim yeni Demokrat Parti’ye! Yeni Demokrat Parti’nin ve AKP’nin ataları aynı: Adnan Menderes’in Demokrat Parti’si!

AKP, iktidarda bulunduğu 6 yıl içinde, eskiden siyasal İslam’ın gizlice, takiye ile yaptığı şeyi (devletin yapısını İslamiye çevirme operasyonunu) sürdürmüş; yüksek yargı organları dışında devletin bütün organlarını ele geçirmiş durumda. (TSK, Harbiyelere sivil liselerden öğrenci almayı sürdürürse yakında o da teslim bayrağı çeker. Tek kaynak askeri liseler olmalı.)

Türk-İslam sentezci ve aynı zamanda ümmetçi (ikisi birlikte nasıl oluyor?) AKP!

AKP’nin iç destekçileri: Tarikat ve cemaatler; İslamileştirilmiş varoşlar, gençler, kadınlar; iktidarın nimetlerinden yararlanmak isteyen Anadolu İslami sermayesi; laiklik karşıtı dindar, muhafazakár kitle; İslamcılaşmış işçi sınıfı, İslamcılaşmış orta sınıf, İslamcılaşmış Kürtler.

Yurtdışında göçmen-işçi konumunda yaşayan siyasal İslamcı TC vatandaşları.

AKP’nin dış destekçileri: Laik Türkiye toplumunun ılımlı İslam’a dönmesini programlayan ABD, AB, uluslararası kuruluşlar (Dünya Bankası, İMF), küresel sermaye.

KUTSAL DEĞERLER

Merkez sağı temsil eden partiler (eski Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğru Yol Partisi) 1950’den bu yana, bir yandan laik Cumhuriyet’e sadık olduklarını ilan ederken bir yandan da toplumu ve devlet yapılarını İslamileştirmek için ter döktüler. Doğrusu neredeyse başardılar.

Genel Başkan Yardımcısı H. Ufuk Söylemez’e göre Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle hiçbir zaman meselesi olmamış bir gelenekten(?) gelen Demokrat Parti böyle bir ortamda nasıl siyaset yapacak, yapmayı düşünüyor? Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle çatışmayan bir siyaset yüce halkımızın kutsal değerleriyle(!) çatışmayacak mı?

Cumhuriyet’in kurucu ilkeleriyle çatışmayan bir merkez sağ partisinin sol karşısında iktidara gelmesi tedirgin etmez beni. Demokrasi devam eder! (Devam edecek.)
Yazının Devamını Oku

Demokratik merkezi inşa etmek (3)

2 Ağustos 2009
ASKERİ darbelerle ilgili yanılsamalardan (illusion) kurtulmamız gerek: 1. Askeri darbe iktidarın temsil ettiği ideoloji ve uygulamalara karşı yapılacağı gibi;

2. İktidara karşı olmamakla birlikte, iktidar, darbenin gerçek hedefine karşı etkili bir varlık gösteremediği için de yapılır.

Bu bağlamda, 1961 Anayasası dışında, 27 Mayıs epeyce karışıktır. Bulanıktır!

Ama 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri sanıldığı gibi Adalet Partisi iktidarına karşı olmayıp, darbenin hedeflediği düşmanla iyi mücadele edemediği (edebilmek) için yapılmıştır.

MUHALEFETE DARBE

Yani 12 Mart ve 12 Eylül iktidar partisine karşı değil ama muhalefetteki, sokaktaki sola (sosyal demokrasi, komünizm) karşı yapılmıştır.

12 Eylül’ün Süleyman Demirel başta olmak üzere öteki parti liderlerini gözaltına alması, partilerini kapatması ileri sürdüğüm gerçeği değiştirmez.

Partiler kapatılmış, liderleri de gözaltına alınmıştır, çünkü bu partiler kendi aralarında dalaşırken büyük ve geleneksel düşmana, sola karşı etkili bir politika üretememişlerdir.

12 Eylül ve Kenan Evren çok etkili(!) bir politika icat edip bizzat kendileri siyasal İslam’ı temsil etmişlerdir. 12 Mart’ın Erbakan’a Milli Selamet Partisi’ni yalvararak kurdurduğu dikkate alınırsa, iki darbenin birbirinden farklı olmadığı görülür.

Bu da gösteriyor ki 12 Mart ve 12 Eylül kesinlikle (toptan) sola karşı, onu ezmek için yapılmıştır. Sonuç olarak tekmil sağa ve siyasal İslam’a hizmet etmişlerdir.

ZEHİRLİ KELEBEK

1980’lerin başından itibaren her şey öylesine bir yalana büründü ki her yazıdan önce bir yalan kırma paragrafı yazmak gerekiyor. Tıpkı kar temizler gibi.

6 Kasım 1983’te iktidara gelen ANAP’ın 12 Eylül darbecisi cumhurbaşkanı Kenan Evren’e "şükran plaketi" vermiş olduğunu söylesek günümüzün demokrasiperest sağcılarını inandıramayız.

Aynı şey AKP için de söz konusu. AKP’nin muhafazakár demokrat bir parti olduğu söyleniyor. Önce kendisi söyledi bunu! Kesinlikle bir merkez sağ parti değil. O, DP, AP, YTP, ANAP ve DYP içinde, merkez sağ elmasının içinde, siyasal İslam kurdu olarak yaşadı. Çürük elma yere düşerken zehirli bir kelebeğe dönüştü. AKP nasıl bir parti?

İdeoloji olarak Cumhuriyet karşıtı siyasal İslamcı bir parti. Kimse başka sıfat aramasın! ABD, AB ve küresel kapitalizm (Dünya Bankası ve IMF) dışardan dayattığı için ekonomi anlayışı liberal görünüyor. Biri siyasal İslamcı, ikincisi muhafazakár İslamcı iki tabanı var. (Avantacı göçebe seçmen ile "cezalandırmacı", "tepkici" saçma seçmenleri saymıyorum. )

CUMHURİYET’E KARŞI

Hiçbir iktidar bu ikili tabanın giderek daha da sekterleşmesini, radikalleşmesini kontrol edemez. Bu sekterlik ve radikallik kesinlikle kozasından çıkacak ve demokrasinin sınırları iyice daralıp şeriatın kapısı açılacak. O zaman da "Ne yapalım millet iradesi!" diyecekler.

AKP’nin yere düşen çürük elmanın çekirdeğinden büyümüş, büyüyecek yeni bir merkez sağ elmasına ihtiyacı yok. Böyle bir şey olanaksız. Olsa olsa onu bir stepne olarak kullanır.

AKP elmasının içinde de bir kurt var, ama bu kurt demokrasi kurdu değil, İslam devleti kurdu. O zaman kurtuluş askeri darbede mi? TSK demokrasi ve laiklik için darbe yapmaz; hiçbir zaman yapmadı zaten. Bu nedenle bir daha askeri darbe olmayacak! Ergenekon’un yapmak istediği temizlik askeri darbeye karşı değil, Cumhuriyet’e karşı!.. (Devam edecek.)
Yazının Devamını Oku

Demokratik merkezi inşa etmek (2)

1 Ağustos 2009
GÜNLERDİR yazmakta olduğum yazıların amacı Demokrat Parti’nin adresini bulmak ve olası müşteri kitlesinin kimler olabileceğini tartışmaktı. DP’nin Genel Başkan Yardımcısı, eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez ile yaptığım telefonla kutlama görüşmesinde, kendisinden DP ile ilgili bir açıklama göndermesini rica ettim. Zarif düşünceli Ufuk Söylemez bana aşağıdaki açıklamayı gönderdi:

* * *

"DP, bize göre, keskin ve azgın bir hesaplaşma ve rövanş motivasyonuyla şekillenen ve insanımıza büyük değişim olarak sunulan bir süreci sonlandırmak bakımından çok önemli bir şans. AKP zihniyetinin yandaş medyasında, DP’de yönetimin, bu geleneğin asli aktörlerine geçmiş olmasından duyulan büyük rahatsızlık bu tespitin doğruluğunun en açık kanıtı.

Şimdi bizlere düşen, önümüzdeki bu çok önemli ama belki de son şansı iyi değerlendirmek. Türk toplumunun geçmişte büyük çoğunluğunun desteğini almış olması anlamında sosyal ve demokratik merkezini temsil ettiğini düşündüğümüz siyasi geleneğimizin yeniden canlanmasını sağlamak. Onu baştan aşağı, yeni gerçeklerimizi de doğru okuyarak, yeniden inşa etmek. Bu, elbette, yaşanan yıkıcı süreçler nedeniyle kolay bir teşebbüs değil. Ancak, bazılarının öyle olmasını arzuladıkları için iddia ettikleri gibi, olağanüstü zor ve neredeyse imkánsız bir teşebbüs de değil. Aksine gerekenleri gerektiği şekilde yaparsak önümüzdeki ilk seçimlerde tarihi bir başarıya imza atacağımızdan hiç şüphe duymuyoruz.

Demokratik ve sosyal merkez geleneği karakterize eden temel nitelik sağduyu, makul olma ve kapsayıcılıktır. Ayrıca onun Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle hiçbir zaman meselesi olmamıştır. Geleneğin bu niteliklerinin ne kadar hayati bir önem taşıdığı, sanıyoruz, bugün hiç olmadığı kadar anlaşılıyor: merkez geleneğinin yerine ikame edilen rövanşistlerin her geçen gün eylemli olarak açığa vuran asli niyetleriyle.

Bu konuda yardımcımız olacak diğer faktör, ekonomimizi getirdikleri hazin nokta olacak. İnsanımız, Türkiye’de sadece küresel bir kriz değil, aynı zamanda, kendi iktisadi krizini yaşadığını ve bu krizin tamamen AKP zihniyetinin ekonomi yönetiminde benzeri görülmemiş başarısızlığının eseri olduğunu kısa bir sürede iyice anlamış olacak. O zaman, işte, her şeyi gözden geçirecek ve tercihlerini yeniden şekillendirmek zorunda olduğunu görecek. Bütün bu yaşadığımız olaylar, hukukun yerle bir edilmesi, sahte gündemler, hep insanımızın görüşünü bulandırmak, onun çıplak gerçeklerle yüzleşmesini engellemek için.

Ama nafile, insanların gerçeklerle buluşmasını belki geciktirebilirsiniz; ama zamanı gelmişse, engellemeniz mümkün değildir. AKP zihniyeti, genel seçimler kapımıza dayandığı zaman, seçim tarihini öne çekmiş olsa bile, tam dokuz yıl iktidar olmuş olacak. Bu, insanımızın çıplak gerçeklerin sorumlulukları için hak ettikleri demokratik cezayı kesmesi için yeterli bir süredir. Yeter ki, biz, DP olarak, bu gerçeklerle yüzleşme ve onları anlama sürecini katalize edecek bir kapsayıcı organizasyonu gerçekleştirmeyi başaralım.

Tekrar etmeye gerek var mı bilmiyorum ama tekrarlamak isterim, sosyal ve demokratik merkez geleneğinin asli kurumsal aktörü olarak Demokrat Parti, bunu başarma kararlılığına ve bu kararlılığı hayata geçirecek güce fazlasıyla sahiptir."

* * *

DP Genel Başkan Yardımcısı Ufuk Söylemez’in partisiyle ilgili açıklamasını okudunuz. Benim dikkatimi çeken yer, "Demokratik ve merkez geleneğinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle hiçbir zaman meselesi olmamıştır" cümlesi. (Devam edecek.)
Yazının Devamını Oku