Özdemir İnce

Dünya Barış Günü

1 Eylül 2009
MERSİN’in Demirışık Köyü muhtarı ve imamı Kör İbram’ın kızı “Güccük Gelin” Nasibe’nin dediğine bakılırsa 30 Ağustos günü doğmuşum. “Sen doğduğunda aşağıda bayram davulları çalıyordu” derdi. Ama nüfus kâğıdımda doğum günü olarak 1 Eylül 1936 yazıyor.

O yıllar Fındıkpınarı Yaylası’nda Zafer Bayramı bir hafta sürer, gündüzleri güreşler, sporlar yapılır, geceleri meşalelerin ışığında sinsin oynanırdı. Elbette bir hafta boyunca, “aşağıda”, çarşıda davullar çalardı. “Güccük Gelin” günleri karıştırmış olmalı.

Kevser halamın kocası “Dedem” Koca Çizmeli Ormancı Ahmet Efendi adımın “Zafer” olmasını istemiş. Ama beni dünyaya getiren Kürt ebe adımın Özdemir olmasında ısrar etmiş.

SAVAŞA GİRSEYDİK

Yazı sanatında “Özelden Genele” denen bir yöntem vardır. Bu yazı ile bu yöntemin taze bir örneğini veriyorum.

Bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü. 1 Eylül aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın 1939 yılında başladığı gün. Demek ki benim ikiyi bitirip üç yaşıma girdiğim ay ve yıl.

Türkiye savaşa girseydi kim bilir neler görecektim. 1902 doğumlu babam mutlaka askere alınacaktı. Ülke işgal edilecek, ya ABD ya da SSCB tarafından kurtarılacaktı.

Ama demirkıratlara göre Sağır Paşa (İnönü) Türkiye’yi savaşa sokmayarak erkekliğini iğdiş etmişti. “Tezek çamırı gibi kara ekmek yidirmişti.” Üstelik karneylen!

Hepimizin eski nüfus kâğıdında ekmek karnesi mührü, kaputbezi mührü vardır. Türkiye İkinci Dünya Savaşı yoksulluk ve yoksunluğunu Toprak Mahsulleri Ofisi ve Sümerbank sayesinde atlattı. Karne yönteminin mucidinin Kadrocu Şevket Süreyya Aydemir olduğu söylenir. Savaşa girseydik bunları da bulamazdık.

Yazının Devamını Oku

30 Ağustos 1922

30 Ağustos 2009
“SONU gelmez pazarlıklardan, Curzon’un Türklere baskı yapmak için bir ara salonu terk etme gösterisinden sonra, 1923 Temmuz’unda bir anlaşma şekillenebildi. Gözlerinin altında mor halkalar belirmiş olan İsmet Paşa, Türkiye adına imzayı attı, İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi de İngiltere adına imzaladı.

Lozan Antlaşması, Versailles’a, Trianon’a, St. Germain’e, Neuilly’ye ve Sevr’e benzemiyordu, yani Paris Konferansı’nın ürünü olan anlaşmalardan farklıydı. Curzon içinden, ‘Şimdiye kadar biz kendi barış anlaşmamızı dikte ediyorduk’ diye düşünmekteydi. ‘Şimdi düşmanla pazarlık ediyoruz, çünkü düşmanın ordusu var, bizim yok. Duyulmamış bir durum.” (Margaret MacMillan, “Paris 1919”, ODTÜ Yayıncılık, s. 442-443)

YÜZLEŞME

Benim başucu kitaplarımdan birinden Lausanne Antlaşması’yla ilgili satırlar...

19 Mayıs 1919’dan 24 Temmuz 1922’ye (3 yıl 2 ay 5 gün) bir dünya altüst olmuş, bir başka dünya kurulmuş. Bu süre içinde “Çanakkale geçilmez” sayesinde başarıya ulaşan Sovyet devrimi SSCB olarak Anadolu ihtilaline destek olmuş...

Histeri nöbetleri içinde, tarihle yüzleşmemizi isteyen müziç zevata Kurtuluş Savaşı dönemi iç isyan ve ayaklanmalarını hatırlatacağım:

1. Aznavur İsyanı: Padişahın ve İngilizlerin kışkırtması ile.

2. Afyon Ayaklanması: Daha sonra Yunanlara sığınan Çopur Musa önderliğinde, Yunan kışkırtması ile isyanı.

3. Ali Batı İsyanı:

Yazının Devamını Oku

Kurtuluş Savaşı şehitleri anıtı

29 Ağustos 2009
İSTANBUL Teknik Üniversitesi (İTÜ) 1949 mezunu Yüksek Mühendis Orhan Yavuz bir tuhaf insan galiba. (Tuhaflığını biraz sonra anlatacağım.)

İTÜ’yü 1949’da bitirdiğine göre, doğum tarihini merak ettim, 1924 yılında Afyon’da doğmuş. Tam anlamıyla bir cumhuriyet çocuğu. Üniversiteyi de 14 Mayıs 1950’den önce bitirmiş. Bu da “iflah olmaz” cumhuriyetçiliğin yardımcı göstergelerinden biri.

15 BİN İSİM

Özyaşam öyküsünden öğrendiğime göre varlıklı bir insan. Şimdi 85 yaşında olan bu cumhuriyet çocuğu bundan 5 yıl önce “Büyük Taarruz Şehitliği” alanında tahsis edilecek bir bölüme bütün masrafları kendisi ödemek üzere bir “Kurtuluş Savaşı Şehitleri Anıtı” yaptırmak üzere girişimde bulunuyor. Gerisini, Orhan Yavuz’un zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e yazdığı, 22.09.2004 tarihli dilekçe-mektuptan aktarıyorum:

“Çok titiz bir ekip çalışması yapıldı. On beş bini aşkın şehidimizin isimleri, kimlikleri belirlendi. Bu çalışmalar ve sınıflandırma çok ilginç yorum ve sonuçları gün ışığına çıkardı. Bu isimleri mermere yazacak olan özel bir makine ithal edildi.

Bu hazırlıklardan sonra Afyon Valiliği’ne gerekli müracaat yapıldı. Uzunca bir zaman geçmesine rağmen yanıt alınmaması üzerine müracaat tekrarlandı. Bu konuda alınan yanıt eklice sunulmaktadır.

Günümüze kadar proje hakkında hiçbir gelişme sağlanamaması sonucu 2004 yılında bu proje için ayırdığım bütçe Akçakoca’da bir okul yapımına tahsis edilmiştir.”

Orhan Yavuz’un yazdığı dilekçelerden birine Afyon Valisi Muzaffer Dilek şöyle bir cevap vermiş:

“Ancak 17.03.2005 tarihinde gönderdiğiniz yazınızda dile getirdiğiniz projenizin gecikme durumu ile Valiliğimizin bir ilgisi bulunmamaktadır. Bahse konu şehitlikle ilgili karar mercii Valiliğimiz olmadığını bilgilerinize iletmek durumundayız.”

Yazının Devamını Oku

Kurtuluş Savaşı şehitlerimizin illere göre dağılımı

28 Ağustos 2009
“1071’de Türklere yardım etmeseydik Malazgirt’i kazanamazlardı” ile başlayıp “Cumhuriyeti birlikte kurduk, ama sonradan bize ihanet edildi.

İçinde bulunduğumuz çatışmanın en önemli kaynağı budur. Bu nedenle, Anayasa değiştirilmeli ve Türkler ve Kürtler ortak kurucu unsur olarak metne girmelidir. Ayrıca, Kürtlerin kimlikleri ve dilleri için anayasal güvence verilmelidir”e varan iddialara açıklık getirmek isteyen bir okur, Genelkurmay Başkanlığı verilerinden yararlanarak hazırladığı bir liste gönderdi. Bu listeye göre Kurtuluş Savaşı şehitlerinin illere göre dağılımı şöyle:

 

* * *


Adana (365), Adıyaman (20), Afyon (425), Ağrı (1), Aksaray (133), Amasya (261), Ankara (913), Antalya (339), Ardahan (22), Artvin (26), Aydın (204), Balıkesir (40), Bartın (143), Bilecik (192), Bayburt (18), Bingöl (3), Bitlis (10), Bolu (541), Burdur (157), Bursa (351), Çanakkale (28), Çankırı (334), Çorum (526), Denizli (541), Diyarbakır (44), Edirne (11), Elazığ (55), Erzincan (40), Erzurum (108), Eskişehir (289), Gaziantep (412), Giresun (324), Gümüşhane (40), Hakkâri (0), Hatay (3), Isparta (293), İçel-Mersin (405), İstanbul (179), İzmir (59), Kahramanmaraş (150), Karaman (182), Kars (13), Kastamonu (758), Kayseri (264), Kırıkkale (114), Kırklareli (8), Kırşehir (171), Kocaeli (203), Konya (780), Kütahya (228), Malatya (33), Manisa (51), Mardin (13), Muğla (208), Muş (5), Nevşehir (216), Niğde (201), Ordu (434), Rize (48), Sakarya (295), Samsun (405), Siirt (3), Sinop (399), Sivas (307), Şanlıurfa (51), Tekirdağ (6), Tokat (340), Trabzon (251), Uşak (25), Van (10), Yozgat (351), Zonguldak (358).


* * *

 

Yazının Devamını Oku

26 Ağustos 1922

26 Ağustos 2009
ADIMIN milliyetçi ya da ulusalcıya çıkmasını göze alarak 26 Ağustos 1922’nin ne anlama geldiğini açıklayacağım:

Yunan’ın bir töre cinayeti yüzünden Anadolu’yu işgal etmesi üzerine çıkan mahalle kavgasının son evresi 26 Ağustos 1922 günü Afyonkarahisar Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla sona ermiştir. Bu süreç içinde 30 Ağustos tarihinin önemli bir yeri vardır. Mustafa Kemal Paşa savaşı bizzat yönettiği için Dumlupınar Meydan Muharebesi aynı zamanda Başkumandanlık Meydan Muharebesi olarak da anılır.

SERAP DEĞİLMİŞ!

Demek ki Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yapılmış. Serap değilmiş! Hatır için kabul ediyorlar bu tarih metnini. Ediyorlar ama Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir niteliği olmadığını öne sürüyorlar. Hep yokuşa sürüyorlar.

Emperyalizm imparatorluk kurmayı hedefleyen bir fetih politikası stratejisidir. Bu terim bazen özel olarak neo-kolonyalizm için de kullanılabilir. Buna göre, bir devlet ve ulusun bir başka ulus ve devleti egemenliği altına alması emperyalizmdir.

Emperyalizm ile neo-kolonyalizmi birbirine karıştırmamak gerekir: Kolonyalizm (sömürgecilik) gerçekte bir toprak fethi, işgali anlamına gelir ama emperyalizmin toprak işgalinin ötesinde bir anlam içerir. Kültürel, siyasal ve ekonomik emperyalizmler de vardır.

İNALCIK’IN KİTABI

Demek oluyor ki ortada bir Sevres Antlaşması ve Sevres’in çizdiği bölüşüm haritası da olmasaydı, savaş bir karı-kız davasından çıkmış olsaydı bile, Anadolu’nun işgali kolonyalist ve emperyalist nitelik taşımaktaydı. O halde emperyalist nitelikli bir işgale karşı yapılan savaşa da kuşkusuz kibarlık icabı antiemperyalist savaş demek gerekir.

Bu hezeyanların hepsini geçelim. İki küçük aşiret arasında bir futbol topu yüzünden çıkan bu savaş dünyada nasıl yorumlanmıştır biz ona bakalım. Dün sözünü ettiğim “Paris 1919” adlı kitap son derece önemli. Bugün o kitap kadar önemli bir kitaptan alıntılar yapacağım. Halil İnalcık’ın Kırmızı Yayınevi tarafından yayınlanan “Atatürk ve Demokratik Türkiye”.

Yazının Devamını Oku

Bir de böyle yüzleşelim!

25 Ağustos 2009
12 MART ve 12 Eylül’ün kaba solu, Mustafa Kemal Paşa’yı en azından bir sosyalist devlet kurmadığı için eleştirirdi.

Dinci sağ, siyasal İslam ise laik bir devlet kurduğu için ondan nefret eder. Şimdiye kadar Kurtuluş Savaşı hakkında olumlu konuşan bir siyasal İslamcıya rastlamadım. Konuşurlarsa, resmiyet zoruyla ve yarım ağızla konuşurlar. Buna karşın Çanakkale’yi geçilmez yapanların Müslüman evliyalar olduğu efsanesini (!) yayarlar.

Liberaller ise şıpınişi bir Anglo-Amerikan demokrasisi kuramadığı ve iç ve dış koşulların zorlamasıyla devletçi ekonomiyi seçmek zorunda kaldığı için onu marazlı bir ısrarla yererler. Ruh çağırır gibi tarihle yüzleşme seansları, oturumları yaparlar.

Bir de tuhaf bir türden tarih yazıcıları, siyaset bilimcileri vardır ki Kurtuluş Savaşı’nı küçümserler, antiemperyalist niteliğini kabul etmezler. Onlara göre yeni Türkiye devleti düvel-i muazzamanın hoşgörüsü sayesinde kurulmuştur. Eğer işi sıkı tutsalarmış? Fevkalelâde (“olağanaltı” ya da “bayağının bayağısı” demek) düşüncelerdir bunlar

 

BABAYİĞİTLER!

 

Bu gabilikler arasında sonuncusunu hırpalamak hatta dövmek zorundayız. Efendim, İngiliz ve Fransızlar işe karışmamışlar ve zavallı Yunan palikaryasını Anadolu’ya sürmüşler. (Sırası gelmişken bir düzeltme yapalım. “Palikarya” ile hakaret üretmek mümkün değildir. “Palikari” delikanlı anlamına gelir. “Palikarya” ise çoğuludur. “Babayiğitler” demek.)

Bu türden zavallılıkları ne yazık ki ciddiye almak gerek, günümüzün gençlerine satış yapabilirler. Ben sadece bir kitaptan alıntı yapacağım:

Yazının Devamını Oku

’Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat’

23 Ağustos 2009
ERGENEKON davasının savcı iddianamelerini okumadım. Benim işim değil. Ama bu metinler içinde yer alan belgelerin başta rahmetli Türkan Saylan olmak üzere, dava ile doğrudan ilgisi olmayan insanlar aleyhine basında nasıl kullanıldığını herkes gibi ben de biliyorum. Başta sancaktar Vakit Gazetesi olmak üzere İslamcı, iktidarcı, AKP’ci medya olmak üzere nasıl kullanıldığını gördük, görüyoruz. Ama Fethullah Gülen ve cemaatinin Ergenekon iddianamesinde ve belgelerinde adının geçip geçmediğini kimse merak etmedi. Merak etmedi diyorum, belki de edemedi, çünkü basına yansımadı.

ŞENER’İN KİTABI

Ancak Milliyet Gazetesi muhabiri Nedim Şener’in "Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat" (Güncel Yayıncılık) adlı kitap çalışması bu merakımı sonuna kadar giderdi. Nedim Şener kitabına yazdığı önsözde şunları söylüyor:

"Bu kitapta yer alan belgelerin böylesi bir ihtiyacı (F.G. hakkındaki kuşkuları gidermek ya da kanıtlamak. Ö.İ.) ne ölçüde karşıladığı tartışılabilir. Ama Fethullah Gülen’in ifade ettiği şekilde, ’cemaatin anlaşılamamasının’ temel nedenlerinden birini oluşturduğu da gerçek."

"Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında da, cemaat tam anlamıyla şeffaflaşıncaya kadar Ergenekon davası ekleri arasında bulunan Türkiye Cumhuriyeti güvenlik kurumlarının hazırladığı resmi istihbarat raporları anlam taşımaya devam edecektir."

"Nitekim ’gizli bir örgütlenme’ düşüncesi yaratan kendi propaganda faaliyetleri dışında, hareket hakkındaki en büyük bilgi yığını da bu raporlarda yer alıyor."

"Devlet ve Fethullah Gülen ’anlaşmazlığının’ arkasındaki bu raporlar, adeta bir ’külliyat’ gibi Ergenekon davasının ekleri arasında karşımıza çıkıyor."
(S.10-11)

RAPORLAR VARMIŞ

Benim bir fantezi olarak düşündüğüm şey meğer gerçekmiş; Ergenekon dosyaları arasında devlet birimlerinin hazırladığı raporlar varmış. İlginç! Peki hangi amaçla?

Emniyet Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Teftiş Kurulu, MİT, Ankara Emniyet Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı gibi devlet kurumlarının Fethullah Gülen ve hareketi hakkında, ilgili makamlara ve Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne sunulmak üzere hazırladığı raporların Ergenekon davası dosyalarında işleri ne? Bu sorunun iki yanıtı var:

1. Fethullah Gülen ve hareketi şüpheli durumdadır, dava süresi içinde sanık durumuna geçecektir. Amaç: Resmi raporlara göre muzır olduğu kabul edilen Fethullah Gülen ve hareketini cezalandırmak.

2. Tam tersi: Dava süresi içinde, bu raporları hazırlayan kişi ve kurumları yargılayıp cezalandırmak.

Başka bir nedeni olabilir mi bu iki nedenin dışında? Savcılık, davanın gidişatına göre bu iki olasılıktan birini kullanacak. Belki de hiçbiri. Kim bilir?

SAVCI DA OKUSUN

5 Haziran 2009 tarihinde "Bir Polis Meslek Yüksekokulu" başlıklı yazımda, bu okullardaki Fethullahçı örgütlenmeyle ilgili bir elektronik ihbar mektubu yayınlamıştım. Polis Akademisi Başkanlığı’nın cevabını da 7 Haziran günü yayınladım. Daha sonra bir savcılık bana ihbarcının kimliğini sordu. Bilgisayardan sildiğim için kaynağımı açıklamadım. Silmeseydim de zaten açıklamazdım. Bilgime başvuran savcılığın Nedim Şener’in kitabını okumasını hararetle tavsiye ederim. Çok yararlanacaktır! Ama dikkat etsin, Erzincan Başsavcısı gibi başına dert açabilir!
Yazının Devamını Oku

Bölünmenin göstergesi

22 Ağustos 2009
SİZ “kadınlar matinesinde göbek atan türbanlı kadın”, “diskoda kendinden geçen türbanlı kız”, Boğaziçi Üniversitesi’nde ya da Kızılay’da “bir oğlanla el ele gezen türbanlı taze” öykülerini ciddiye alıyor musunuz?

“Açık” ile “kapalı” nasıl da güzel güzel birlikte yaşıyorlar, aman saplantılarımızla keyiflerini kaçırmayalım mı?! Nazar değmesin!!!!!!

Ben, bu türden örneklerin hiçbirini ciddiye al(a)mam!

Bir zamanlar (80’ler, 90’lar), Gölköy-Türkbükü barlarında peşimizi bırakmayan türbanlı dilberler de gördüm. Öpüşüp koklaşanlarını da gördüm! Ama hepsi laik ortamda! Sıkıysa kendi mahallelerinde yapsın(lar)!!!!!!!!!!!!!

DİNİ TERBİYE!

Türkiye karpuz gibi çatlayıp bölündü, parçalandı. Parçalanmanın gerisinde büyük oranda imam hatipler var. Nasıl olmasınlar? Başbakan R. T. Erdoğan’ı muhterem pederleri daha iyi bir dini terbiye alabilmesi için bu okula göndermiş. Aldığı dini terbiye maşallah konuşmasından, jest ve mimiklerinden belli.

Falanca ya da filanca CHP’liyi babası imam hatibe göndermediği için dini terbiyesi eksik (!?) kalmış. Hadi canım sen de!

2004 yılı TESEV raporuna göre: İHL’lerde birinci derecede sevilen lider yüzde 66.2 ile Hz. Muhammed. Atatürk’ün sevilme oranı yüzde 9.6.

Genel liselerde bu oran Atatürk için yüzde 77.6, Hz. Muhammed için yüzde 12.2.

Yazının Devamını Oku