O yıllar Fındıkpınarı Yaylası’nda Zafer Bayramı bir hafta sürer, gündüzleri güreşler, sporlar yapılır, geceleri meşalelerin ışığında sinsin oynanırdı. Elbette bir hafta boyunca, “aşağıda”, çarşıda davullar çalardı. “Güccük Gelin” günleri karıştırmış olmalı.
Kevser halamın kocası “Dedem” Koca Çizmeli Ormancı Ahmet Efendi adımın “Zafer” olmasını istemiş. Ama beni dünyaya getiren Kürt ebe adımın Özdemir olmasında ısrar etmiş.
SAVAŞA GİRSEYDİK
Yazı sanatında “Özelden Genele” denen bir yöntem vardır. Bu yazı ile bu yöntemin taze bir örneğini veriyorum.
Bugün, 1 Eylül Dünya Barış Günü. 1 Eylül aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın 1939 yılında başladığı gün. Demek ki benim ikiyi bitirip üç yaşıma girdiğim ay ve yıl.
Türkiye savaşa girseydi kim bilir neler görecektim. 1902 doğumlu babam mutlaka askere alınacaktı. Ülke işgal edilecek, ya ABD ya da SSCB tarafından kurtarılacaktı.
Ama demirkıratlara göre Sağır Paşa (İnönü) Türkiye’yi savaşa sokmayarak erkekliğini iğdiş etmişti. “Tezek çamırı gibi kara ekmek yidirmişti.” Üstelik karneylen!
Hepimizin eski nüfus kâğıdında ekmek karnesi mührü, kaputbezi mührü vardır. Türkiye İkinci Dünya Savaşı yoksulluk ve yoksunluğunu Toprak Mahsulleri Ofisi ve Sümerbank sayesinde atlattı. Karne yönteminin mucidinin Kadrocu Şevket Süreyya Aydemir olduğu söylenir. Savaşa girseydik bunları da bulamazdık.
Lozan Antlaşması, Versailles’a, Trianon’a, St. Germain’e, Neuilly’ye ve Sevr’e benzemiyordu, yani Paris Konferansı’nın ürünü olan anlaşmalardan farklıydı. Curzon içinden, ‘Şimdiye kadar biz kendi barış anlaşmamızı dikte ediyorduk’ diye düşünmekteydi. ‘Şimdi düşmanla pazarlık ediyoruz, çünkü düşmanın ordusu var, bizim yok. Duyulmamış bir durum.” (Margaret MacMillan, “Paris 1919”, ODTÜ Yayıncılık, s. 442-443)
YÜZLEŞME
Benim başucu kitaplarımdan birinden Lausanne Antlaşması’yla ilgili satırlar...
19 Mayıs 1919’dan 24 Temmuz 1922’ye (3 yıl 2 ay 5 gün) bir dünya altüst olmuş, bir başka dünya kurulmuş. Bu süre içinde “Çanakkale geçilmez” sayesinde başarıya ulaşan Sovyet devrimi SSCB olarak Anadolu ihtilaline destek olmuş...
Histeri nöbetleri içinde, tarihle yüzleşmemizi isteyen müziç zevata Kurtuluş Savaşı dönemi iç isyan ve ayaklanmalarını hatırlatacağım:
1. Aznavur İsyanı: Padişahın ve İngilizlerin kışkırtması ile.
2. Afyon Ayaklanması: Daha sonra Yunanlara sığınan Çopur Musa önderliğinde, Yunan kışkırtması ile isyanı.
3. Ali Batı İsyanı:
İTÜ’yü 1949’da bitirdiğine göre, doğum tarihini merak ettim, 1924 yılında Afyon’da doğmuş. Tam anlamıyla bir cumhuriyet çocuğu. Üniversiteyi de 14 Mayıs 1950’den önce bitirmiş. Bu da “iflah olmaz” cumhuriyetçiliğin yardımcı göstergelerinden biri.
15 BİN İSİM
Özyaşam öyküsünden öğrendiğime göre varlıklı bir insan. Şimdi 85 yaşında olan bu cumhuriyet çocuğu bundan 5 yıl önce “Büyük Taarruz Şehitliği” alanında tahsis edilecek bir bölüme bütün masrafları kendisi ödemek üzere bir “Kurtuluş Savaşı Şehitleri Anıtı” yaptırmak üzere girişimde bulunuyor. Gerisini, Orhan Yavuz’un zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e yazdığı, 22.09.2004 tarihli dilekçe-mektuptan aktarıyorum:
“Çok titiz bir ekip çalışması yapıldı. On beş bini aşkın şehidimizin isimleri, kimlikleri belirlendi. Bu çalışmalar ve sınıflandırma çok ilginç yorum ve sonuçları gün ışığına çıkardı. Bu isimleri mermere yazacak olan özel bir makine ithal edildi.
Bu hazırlıklardan sonra Afyon Valiliği’ne gerekli müracaat yapıldı. Uzunca bir zaman geçmesine rağmen yanıt alınmaması üzerine müracaat tekrarlandı. Bu konuda alınan yanıt eklice sunulmaktadır.
Günümüze kadar proje hakkında hiçbir gelişme sağlanamaması sonucu 2004 yılında bu proje için ayırdığım bütçe Akçakoca’da bir okul yapımına tahsis edilmiştir.”
Orhan Yavuz’un yazdığı dilekçelerden birine Afyon Valisi Muzaffer Dilek şöyle bir cevap vermiş:
“Ancak 17.03.2005 tarihinde gönderdiğiniz yazınızda dile getirdiğiniz projenizin gecikme durumu ile Valiliğimizin bir ilgisi bulunmamaktadır. Bahse konu şehitlikle ilgili karar mercii Valiliğimiz olmadığını bilgilerinize iletmek durumundayız.”
İçinde bulunduğumuz çatışmanın en önemli kaynağı budur. Bu nedenle, Anayasa değiştirilmeli ve Türkler ve Kürtler ortak kurucu unsur olarak metne girmelidir. Ayrıca, Kürtlerin kimlikleri ve dilleri için anayasal güvence verilmelidir”e varan iddialara açıklık getirmek isteyen bir okur, Genelkurmay Başkanlığı verilerinden yararlanarak hazırladığı bir liste gönderdi. Bu listeye göre Kurtuluş Savaşı şehitlerinin illere göre dağılımı şöyle:
* * *
Adana (365), Adıyaman (20), Afyon (425), Ağrı (1), Aksaray (133), Amasya (261), Ankara (913), Antalya (339), Ardahan (22), Artvin (26), Aydın (204), Balıkesir (40), Bartın (143), Bilecik (192), Bayburt (18), Bingöl (3), Bitlis (10), Bolu (541), Burdur (157), Bursa (351), Çanakkale (28), Çankırı (334), Çorum (526), Denizli (541), Diyarbakır (44), Edirne (11), Elazığ (55), Erzincan (40), Erzurum (108), Eskişehir (289), Gaziantep (412), Giresun (324), Gümüşhane (40), Hakkâri (0), Hatay (3), Isparta (293), İçel-Mersin (405), İstanbul (179), İzmir (59), Kahramanmaraş (150), Karaman (182), Kars (13), Kastamonu (758), Kayseri (264), Kırıkkale (114), Kırklareli (8), Kırşehir (171), Kocaeli (203), Konya (780), Kütahya (228), Malatya (33), Manisa (51), Mardin (13), Muğla (208), Muş (5), Nevşehir (216), Niğde (201), Ordu (434), Rize (48), Sakarya (295), Samsun (405), Siirt (3), Sinop (399), Sivas (307), Şanlıurfa (51), Tekirdağ (6), Tokat (340), Trabzon (251), Uşak (25), Van (10), Yozgat (351), Zonguldak (358).
* * *
Yunan’ın bir töre cinayeti yüzünden Anadolu’yu işgal etmesi üzerine çıkan mahalle kavgasının son evresi 26 Ağustos 1922 günü Afyonkarahisar Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla sona ermiştir. Bu süreç içinde 30 Ağustos tarihinin önemli bir yeri vardır. Mustafa Kemal Paşa savaşı bizzat yönettiği için Dumlupınar Meydan Muharebesi aynı zamanda Başkumandanlık Meydan Muharebesi olarak da anılır.
SERAP DEĞİLMİŞ!
Demek ki Kurtuluş Savaşı diye bir savaş yapılmış. Serap değilmiş! Hatır için kabul ediyorlar bu tarih metnini. Ediyorlar ama Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist bir niteliği olmadığını öne sürüyorlar. Hep yokuşa sürüyorlar.
Emperyalizm imparatorluk kurmayı hedefleyen bir fetih politikası stratejisidir. Bu terim bazen özel olarak neo-kolonyalizm için de kullanılabilir. Buna göre, bir devlet ve ulusun bir başka ulus ve devleti egemenliği altına alması emperyalizmdir.
Emperyalizm ile neo-kolonyalizmi birbirine karıştırmamak gerekir: Kolonyalizm (sömürgecilik) gerçekte bir toprak fethi, işgali anlamına gelir ama emperyalizmin toprak işgalinin ötesinde bir anlam içerir. Kültürel, siyasal ve ekonomik emperyalizmler de vardır.
İNALCIK’IN KİTABI
Demek oluyor ki ortada bir Sevres Antlaşması ve Sevres’in çizdiği bölüşüm haritası da olmasaydı, savaş bir karı-kız davasından çıkmış olsaydı bile, Anadolu’nun işgali kolonyalist ve emperyalist nitelik taşımaktaydı. O halde emperyalist nitelikli bir işgale karşı yapılan savaşa da kuşkusuz kibarlık icabı antiemperyalist savaş demek gerekir.
Bu hezeyanların hepsini geçelim. İki küçük aşiret arasında bir futbol topu yüzünden çıkan bu savaş dünyada nasıl yorumlanmıştır biz ona bakalım. Dün sözünü ettiğim “Paris 1919” adlı kitap son derece önemli. Bugün o kitap kadar önemli bir kitaptan alıntılar yapacağım. Halil İnalcık’ın Kırmızı Yayınevi tarafından yayınlanan “Atatürk ve Demokratik Türkiye”.
Dinci sağ, siyasal İslam ise laik bir devlet kurduğu için ondan nefret eder. Şimdiye kadar Kurtuluş Savaşı hakkında olumlu konuşan bir siyasal İslamcıya rastlamadım. Konuşurlarsa, resmiyet zoruyla ve yarım ağızla konuşurlar. Buna karşın Çanakkale’yi geçilmez yapanların Müslüman evliyalar olduğu efsanesini (!) yayarlar.
Liberaller ise şıpınişi bir Anglo-Amerikan demokrasisi kuramadığı ve iç ve dış koşulların zorlamasıyla devletçi ekonomiyi seçmek zorunda kaldığı için onu marazlı bir ısrarla yererler. Ruh çağırır gibi tarihle yüzleşme seansları, oturumları yaparlar.
Bir de tuhaf bir türden tarih yazıcıları, siyaset bilimcileri vardır ki Kurtuluş Savaşı’nı küçümserler, antiemperyalist niteliğini kabul etmezler. Onlara göre yeni Türkiye devleti düvel-i muazzamanın hoşgörüsü sayesinde kurulmuştur. Eğer işi sıkı tutsalarmış? Fevkalelâde (“olağanaltı” ya da “bayağının bayağısı” demek) düşüncelerdir bunlar
BABAYİĞİTLER!
Bu gabilikler arasında sonuncusunu hırpalamak hatta dövmek zorundayız. Efendim, İngiliz ve Fransızlar işe karışmamışlar ve zavallı Yunan palikaryasını Anadolu’ya sürmüşler. (Sırası gelmişken bir düzeltme yapalım. “Palikarya” ile hakaret üretmek mümkün değildir. “Palikari” delikanlı anlamına gelir. “Palikarya” ise çoğuludur. “Babayiğitler” demek.)
Bu türden zavallılıkları ne yazık ki ciddiye almak gerek, günümüzün gençlerine satış yapabilirler. Ben sadece bir kitaptan alıntı yapacağım:
“Açık” ile “kapalı” nasıl da güzel güzel birlikte yaşıyorlar, aman saplantılarımızla keyiflerini kaçırmayalım mı?! Nazar değmesin!!!!!!
Ben, bu türden örneklerin hiçbirini ciddiye al(a)mam!
Bir zamanlar (80’ler, 90’lar), Gölköy-Türkbükü barlarında peşimizi bırakmayan türbanlı dilberler de gördüm. Öpüşüp koklaşanlarını da gördüm! Ama hepsi laik ortamda! Sıkıysa kendi mahallelerinde yapsın(lar)!!!!!!!!!!!!!
DİNİ TERBİYE!
Türkiye karpuz gibi çatlayıp bölündü, parçalandı. Parçalanmanın gerisinde büyük oranda imam hatipler var. Nasıl olmasınlar? Başbakan R. T. Erdoğan’ı muhterem pederleri daha iyi bir dini terbiye alabilmesi için bu okula göndermiş. Aldığı dini terbiye maşallah konuşmasından, jest ve mimiklerinden belli.
Falanca ya da filanca CHP’liyi babası imam hatibe göndermediği için dini terbiyesi eksik (!?) kalmış. Hadi canım sen de!
2004 yılı TESEV raporuna göre: İHL’lerde birinci derecede sevilen lider yüzde 66.2 ile Hz. Muhammed. Atatürk’ün sevilme oranı yüzde 9.6.
Genel liselerde bu oran Atatürk için yüzde 77.6, Hz. Muhammed için yüzde 12.2.