Doğru ve bu zamanın ünlüleri kendi malzemelerini kendileri yaratıyor.
Mesela Didem’in, sonradan “tost dansı” diye esprisini yaptığı dans videosunu sosyal medyasına yüklemesi gibi.
Bu videonun çok izlenip konuşulacağını elbette tahmin etmiştir Didem.
Olumlu olumsuz bir sürü yorum alacağını, geyiğinin yapılacağını da...
Bu zamanın geçmişten en büyük farkı bu işte: Kendi imajını ana akım medyanın eline bırakmadan kendin yaratıyorsun.
Sınırlarını belirliyorsun. Samimiyet dereceni, mesafeni ayarlıyorsun.
Şehir tam anlamıyla yapış yapış. İki adım atıyorsun, ter okyanusundasın.
Taksiye binince her seferinde yalvarıyorum mesela, “Abi klima yok mu?”
Aslında var tabii, ama o klima hep “bi zahmet” açılıyor, homurdana homurdana.
Vur dedin mi öldürenler de oluyor tabii.
Geçtiğimiz günlerde bir amca sonuna kadar -intikam alırcasına- açtı, sanırsın Alaska’dayız.
Neyse, işte böyle yapış günlerden birinin akşamında Kuruçeşme’deki Les Ottomans Oteli’ndeki bir partideyim.
Red Bull’un düzenlediği partiye girer girmez anlıyorum, “Buralar da esmiyor.”
Şöyle demiş, en genç ve hop zıp starımız Aleyna Tilki: “Çok çalıştığım için tatil yapmaya fırsat bulamıyorum. Yapacak olsam da bu Türkiye olmaz zaten. Türkiye’de tatil mi yapılır? Yurtdışını tercih ederim.”
Eminim bu cümlesi yüzünden birçok insan Aleyna’ya kıl olacak.
“Ülkeni neden sevmiyorsun? O zaman git başka yerde yaşa” diyecek...
Aleyna Tilki içinden geldiği gibi, hesapsız konuşan biri. En azından dışarıdan görünen o. Onun yaşındaki birine de kendi ülkesinin değil yurtdışının cazip ve heyecan verici gelmesi gayet normal.
Ama eminim Aleyna bir süre sonra burada da -diğer birçok ünlü arkadaşı gibi- tatil yapmanın aslında keyifli olduğunu görecek.
Hayır, Türkiye’nin nefis denizi, doğası, şusu busundan dolayı değil. Tamamen arkadaşlıklardan bahsediyorum.
Yemekleri yaptığı malzemelerin giderek pahalı hale geldiğini söylüyordu.
Ama buna rağmen menüdeki fiyatları değiştirmediklerini de...
“Eğer fiyatlara zam yaparsak müşterilerin tepki göstereceğine eminim. Çünkü şu anda bile herkes tabakları paylaşımlı sipariş ediyor. Mesela bir pizza ve salatayı iki kişi paylaşarak yiyor.”
Anladığım o ki önümüzdeki eylül-ekim ayları için mekanlar birbirine bakarak hareket edecek. Ya hepsi toplu halde yavaş yavaş menüdeki fiyatları yükseltecek ya da hiçbir şey yapmayıp bir şekilde idare edecekler.
Ki idare etmeleri zor görünüyor. En başta kira ve personel giderleri yüksek...
Şu anda tüm popüler mekanların derdi bu.
Mabel Matiz konserinden notlar
Mabel Matiz’in Harbiye Açıkhava’da verdiği ilk konserine gittim.
Bu cümle üzerine yorumlar gırla.
Vay efendim, eşinden (Mirgün Cabas) geçen ay boşanan bir kadın nasıl böyle hain şeyler söylermiş filan filan...
Studio 11’de yayınlanan röportaja baktım. Ünsal öyle söylememiş aslında.
Röportajı yapan sormuş, “En seksi dönemindesin, yaşla mı alakalı bu” diye.
Ünsal da şöyle yanıtlamış: “Kadın olarak iyi ve güçlü hissettiğim bir dönemdeyim. Sanırım bu yaşlar hayatımın en mutlu yaşları.”
Görüldüğü üzere gayet normal bir cümle.
Gülşen’in Ordu konserinde başına gelen tam da bu.
Ordu Belediye Başkanı sahneye çıkmadan önce bir sunucu Gülşen’in kulağına eğilip şöyle fısıldamış:
“Başkan gelmeden önce çorabını toparla.”
Sunucu kişinin “çorap” dediği aslında çorap gibi duran bir çizme.
Onun da farkında değil yani!
Gülşen doğal olarak bu şuursuzluğa tepki gösterdi ve ardından çok net, çok nefis bir açıklama yaptı: “Artık birtakım kişilerin, kadın erkek fark etmeden başkalarının giyim kuşam ve yaşam tarzına saygısızca müdahale etme hakkını kendilerinde görmelerinin bir son bulması gerektiğine inanıyorum.”
SABAHA KADAR SERTAB DİYE BAĞIRSANIZ DA...
Aslında belediye konserleri
Bir yanda çoğunluğu yabancı marka olan otellerin sunduğu lüks dünyayı yaşayanlar...
Aynı şekilde sayısı giderek artan milyon dolarlık konut projelerinde bu yaşam tarzını devam ettirenler.
Öte yanda ise Bodrum’a yıllardır gidip gelen yazlıkçılar, sezon boyunca sadece site hayatı yaşayanlar yahut Bodrum’a sonradan göç etmiş, artık yaz kış buralı olan bohem şehirliler...
MEĞER KÜÇÜK BİR KASABAYMIŞ
Bu iki farklı dünyadan alanı giderek genişleyeni ilk gruptakiler.
En çarpıcı misal: Beş milyon metrekarelik bir alana yayılan Kaplankaya.
Karadan gidildiğinde Bodrum’a iki saat, Gündoğan’dan tekneyle gidilirse 35 dakika uzaklıkta olan Kaplankaya meğer küçük çapta bir kasaba olup çıkmış bile.
Ben orada sadece otel var sanıyordum, yanılmışım.
DİLLERDEKİ RESTORAN
Yabancı şefleri seviyoruz. Özellikle gastronomisi son yıllarda yükselişte olan Peru’dan kopup gelmişse daha da çok.
Bu nedenle Bodrum’un en taze restoranlarından Brava cumartesi gecesi tıklım tıklımdı. Restoranın şefi Perulu Diego Munaz dolayısıyla. Gastronomi meraklıları onun parlak kariyerini zaten yakından biliyor.
Bilmeyenler için kısa özet geçelim:
Munaz, Lima’daki meşhur Astrid&Gaston restoranında şef olarak çalıştığı yıllarda buranın popüler listelere en üst sıralardan girmesini sağlamış, kendisi de bu restoranla daha çok tanınmıştı.
Daha sonra Munaz restoranı bırakıp dünyayı dolaşmaya ve farklı mutfakları incelemeye adadı hayatını. Hatta bu özelliğinden dolayı New York Times onu, “takip edilmesi gereken dört göçebe şef”ten biri olarak göstermişti.
İşte göçebe Munaz bu yaz başı Bodrum’a geldi ve The Bodrum Edition içine konuşlanan Brava’nın mutfağı ona emanet edildi.
Hemen söylemeli: