Bir de stadyum konserlerini tabii...
Çünkü stadyum konserinin enerjisi başkadır.
O kalabalık, o alkışlar, o ışıklar insanı başka bir havaya sokar.
O yüzden Shakira bahane, stadyumda toplu bir eğlence ayininin içinde olmak şahaneydi diyebilirim.
Shakira’ya da haksızlık etmeyeyim.
Çok sempatikti, çok seksiydi. Bol bol göbek attı, seyirciye övgüler yağdırdı.
Önceki gece Harbiye Açıkhava’da verdiği konserde -haklı olarak- öyle sinirlendi ki Ajda Pekkan, bir ara dedim ki “Şarkıdaki dize gerçekleşecek ve Ajda’nın intikamı çok acı olacak”.
Ajda neden mi sinirlendi?
Ses sistemindeki abuk aksaklıklardan dolayı.
Düşünün, dakika bir gol bir, konserin ilk şarkısında Ajda’nın sesini duyamadık!
Mikrofon kapalıydı, arızalıydı ya da her neyse; bir şey olmuştu işte.
Sonra Ajda’nın sesi gelir gibi oldu, ama hâlâ bir tuhaflık vardı.
O zaman dilimize yerleşen bazı cinsiyetçi kalıpların da değişmesi gerekiyor.
Özellikle de medyada!
Artık...
Kadın milletvekili, kadın yazar, kadın gazeteci, kadın polis, kadın pilot diyerek mesleği icra eden kişinin “kadın” olduğunu belirtme devri bitti.
Aslında bu alışkanlık çok çok önceden bitmeliydi.
Nasıl “Erkek milletvekili, erkek yazar, erkek pilot” demiyorsak, bir işi yapanın kadın olduğunu belirtme gereği de asla duyulmamalıydı.
Malum, önüne “kadın” eklenince farkında olmadan o mesleği yapana karşı bir önyargı da oluşuyor.
İlk sırada The Bodrum Edition’ın İstanbul ’74 tarafından organize edilen açılış daveti vardı.
İngiliz sanatçı Robert Montgomery’nin otelin plajına konuşlandırdığı Bodrum şiiri Instagram’da en çok bakılan şeylerden biriydi.
Ayrıca moda tasarımcısı Ümit Benan’ın otel içindeki ’74 Escape’te sergilenmeye başlanan koleksiyon parçaları da konuşulanlar arasında yerini aldı.
Çeşme’nin dile düşen hadisesi ise merakla açılışı beklenen Momo Beach’ti.
Konsept tasarımını Ece Akbulut’un yaptığı plaj, cumartesi günü şahane bir günbatımı partisiyle kapılarını açtı ve tulum havası estiren ambiyansıyla gelenlerden olumlu puan aldı. Kalabalık arasında ağustosta evlenmeyi planlayan İdil Fırat ve Mert Fırat çifti de vardı.
Marmaris Hisarönü tarafındaki D Maris Bay’de ise Vogue Dergisi’nin daveti vardı hafta sonu. Davetten akılda kalan kareler genelde dizi oyuncularına aitti.
Çaba yoksa ilişki de yok
Bir adet Lamborghini marka otomobil.
Böyle bir “şeyi” köyün ara sokaklarında görünce insan haliyle ürküyor.
Lüks anlayışımız hâlâ ne kadar demode diye...
Çünkü lüks anlayışının rotası “havalı oyuncaklara sahip olmaktan” çıkalı bin yıl oldu.
Geçtiğimiz günlerde Stefano Ricci de Hürriyet’ten Aslı Barış’a verdiği röportajda benzer şeylerden bahsediyordu:
“Lüks denen şey beş yıldızlı bir otelde kalmak ya da çok hızlı, havalı bir araba kullanmak değildir. Lüks, çölün ortasında içecek temiz su bulmaktır.
Aşk, gerçek bir lüks.
Sevdiğin işte çalışmak ya da seni çok seven bir aileyle yediğin bir yemek...
Bürsin haklı ama bir yandan da içinde bulunduğu jenerasyonun hayli trend olmaya başlayan şu tutumunu kaçırmış:
Evet, herkes çevresindeki evliliklere bakıp çoğunlukla başarısızlık görüyor.
Ama yine de evlenme fikrinden vazgeçmiyor.
Hatta evliliğe bodoslama dalıyor.
Çünkü şu içinde bulunduğumuz aşırı hızlı çağın sürükleyici deliliği malum:
Peşine de muhakkak bir lüks tekne eklenir.
Yazları o tekneyle koy koy gezilir, arkadaşlar davet edilir.
Derken Los Angeles’a yol düşürülür. Çünkü trend budur.
Daha önce oraya giden abiler, ablalar örnek alınır.
Orada hem dil geliştirilir hem de memleketten uzakta kafa boşaltılır...
Şu ana dek ünlüler okyanusundaki davranış kalıpları az çok böyleydi.
Bu yeni magazin ünlüler magazini gibi neşeli değil, aldatmalar filan da yok.
Daha çok panik ve korku unsurları taşıyor.
Sürekli bir “Kaçın kurtulun, tedbir alın, bizden günah gitti” tadı var meteoroloji magazininde.
Hollywood’un kıyamet filmleri gibi.
Gerçi iki magazinin ortak bir özelliği de var: “Az sonra” çılgınlığı.
Mesela üç gün önce süper hücreli bir fırtına az sonra başlıyor denildi, saat bile verildi ama meteoroloji über yanıldı tabii. Gelen giden olmadı.