Sistemin kurulduğu günden bu yana 12 yılda, emeklilik fonları ortalama reel olarak yüzde 142 getiri sağladı. Hisse senedi fonlarını tercih edenler ise birikimlerini yüzde 285 artırdı.
UNUTMUYORUM, 2003 yılının ekim ayıydı, Bireysel Emeklilik Sistemi (BES), büyük tartışmalarla uygulamaya girmişti. O dönem, çoğu kesim, sistemin yürümeyeceğini, kimsenin bireysel emekliliğe katılmayacağını öne sürerek, muhalefet etmiş; hatta, kimileri, ‘birkaç yıla kalmaz uygulama patlar’ bile demişti. Geçen ekim ayında, sistem başlayalı 12 yıl oldu, bireysel emekliliğe 6 milyon kişi katıldı, emeklilik fonlarının toplamı da 45 milyar lirayı geçti. Bugün sisteme yönelik endişeler ortadan kalktığı gibi devletin yüzde 25 katkı yapması ile tartışılacak bir şey de kalmadı. Tek bir husus hariç; o da, “emeklilik fonlarının getirisi yok, birikimler eriyor, yüzde 25 devlet katkısını çıkar, emeklilik şirketlerinin hiçbir katkısı yok” eleştirisi. Öncelikle şunu belirteyim, fonların getiri konusu, emeklilik şirketlerinin alanına girmiyor; portföy yönetim şirketlerini ilgilendiriyor. Yani, getirideki başarı da başarısızlık da portföy yönetim şirketlerine ait.
GETİRİLER NEDEN DÜŞÜK?
Peki, gerçekten de getiri yok mu, BES’e girenlerin birikimleri eriyor mu? Fonların 12 yıllık performansını çıkarıp, tabloda gösterdim. Çok basit anlatayım: Bireysel emeklilik sistemi, enflasyonu düştüğünüzde 12 yılda, ortalama yüzde 142 getiri sağlamış. Yani, 2003 yılında sisteme bin lira yatıran bir kişinin; o, bin lirası bugün 2 bin 420 lira olmuş. Tabi, bu ortalama. Aynı kişi, 12 yıl önce yatırımlarını hisse senedi fonlarında değerlendirmeyi tercih etseydi; bin lirası bugün, 3 bin 852 lira olacaktı. Ama aynı kişi, ağırlıklı faiz içeren fonları yani, kamu borçlanma fonunu seçseydi; bin lirası, 12 yılda, 2 bin 746 lira olacaktı. Bu getiriyi beğenmediniz değil mi? Haklısınız. Ama risk almayıp, faizdi, repoydu gibi sabit getirili enstrümanlardan oluşan fonlara yatırım yaptınız mı, az getiriye de razı olacaksınız. Maalesef ki, bireysel emekliliğe girenlerin yüzde 85’i de işte bu az getirili; esnek, kamu borçlanma, standart ve likit fonları tercih ediyor. Bu fonların getirilerini de tabloda görebilirsiniz.
DOLAR MI, FAİZ Mİ, ALTIN MI?
Sabancı, bir açıklamasında, “100 günde yapılacak reformları dört gözle bekliyoruz” dedi, ancak gündemin yoğunluğu nedeniyle arada kaynadı gitti. Malumunuz, Ak Parti, seçimin hemen sonrasında ekonomik vaatlerin hayata geçirilmesi için 100 günlük acil eylem planının hazırlığına başladı. Önümüzdeki günlerde de detayları açıklanacak. İşte, ilk 100 günde yapılacakları içerecek olan eylem planı çok önemli. Neden mi? Anlatayım.
Geçenlerde reel sektör temsilcileri ile sohbet ederken, mevcut durum hakkında ilginç bir tablo çizdiler. Özetleyeyim: “Son dönemde üretim, fasona kaymaya başladı. Fabrikalar kapasitelerini ciddi azalttılar, üretmek yerine fasonculara ürettiriyorlar. Çünkü hem maliyetler arttı hem de yatırımcı uzun süredir önünü göremiyor. Asgari ücretteki artış konusu da işin tuzu biberi oldu. Sanayici üretmek yerine fasoncu ile anlaşıyor. Fabrikaların olduğu bölgelere git, çoğu fabrikanın bölünerek, fasonculara kiralandığını görürsün.”
ÜRETİM FASONA KAYIYOR
Açıkçası bu tablo iyi bir tablo değil. Fasonculuk demek; üretmiyoruz, istihdam yaratmıyoruz, markalaşamıyoruz ve daha da önemlisi büyüyemiyoruz demek. Sadece bu kadarla da bitmiyor. Fasonculuk, aynı zamanda başka sorunları da beraberinde getiriyor.
Reel sektör temsilcileri, o sorunları da şöyle sıralıyor: “Piyasada bir muteber fasoncular var bir de dönemsel ortaya çıkanlar var ki, şu anda mevcut durumdan dolayı dönemsel fasoncuların sayısı arttı. Maliyetler düşsün diye kaçak işçi çalıştırıyor. Çekleri karşılıksız çıkıyor. Banka kredisi kullanarak, bu işe girdiklerinden, kredilerini de ödemiyorlar. Öngörümüz, önümüzdeki dönemde bankaların bu çeşit kullandırdığı kredilerde ciddi sıkıntılar yaşanacak.”
Beklenen cevap geldi. TŞOF Başkanı Fevzi Apaydın, hem bir açıklama yollamış hem de ikisi taksiye ikisi minibüse ait; söylendiği gibi de yüksek primli dört tane poliçe örneği göndermiş. Poliçelere geleceğim ama önce Apaydın’ın açıklamasını kısaca paylaşayım:“Trafik sigortası primleri, esnafımız için çok yüksek tutarlara ulaşmış, primleri karşılanamaz, ödenemez hal almıştır. Sigorta yaptırmakta güçlük çeken esnaf, faaliyetlerini yapamaz duruma düşmüşlerdir. Sigorta şirketleri ise trafik sigortası nedeniyle zarar ettiklerini belirterek, primleri yükseltmenin yanı sıra poliçe düzenlememe yönünde politikalar uygulamışlardır. 2007’den beri yaşanan bu sıkıntılar, sınırlı sermayesi ile geçimini sağlamaya çalışan esnafımız için sorunlara neden olmuş; adeta ikinci bir vergi durumuna gelmiş, vergiden de fazla mali yük getirmiştir. Neticede, Hazine tarafından, 28.10.2015 tarihinden itibaren düzenlenecek poliçelerde, sigorta şirketlerince belirlenecek azami brüt prim tutarlarına sınır getirilmiştir. Yapılan düzenleme haklılığımızı ortaya koymaktadır. Amacımız ne esnafımızın ne de sigorta şirketlerinin zarar görmesi değildir. İstediğiniz zaman zatı-âlinizle bir araya gelip, çözüm bulma konusunda orta yolun bulunması için gayret gösterebiliriz.”
MİNİBÜSÜN YAPTIĞINA BAK!
Elbette, bu açıklamaya bir şeyler söyleyeceğim ama önce poliçe örneklerine değineyim. İki minibüsten birinin primi 12 bin, diğerinin ise 11 bin lira. Doğru, yüksek, ama niye yüksek? Sordum, soruşturdum. 12 bin lira prim ödeyen minibüs, iki büyük kazaya karıştığından primi yükselmiş. Yani, sistemde hasarlı sürücü statüsünde. 11 bin lira prim ödeyen minibüs ise çok ilginç; her sene hasar yapmış. Bakmış, durum kötü, minibüsü aile içinde birisine satmış ki, araç yeni giriş yapsın, prim düşsün. Taksilere gelince. Bir taksinin primi 4 bin, diğeri 3 bin 600 lira. Her iki sürücü de hasarsız. Sordum, İstanbul’da taksiler için bu primlerin normal olduğunu öğrendim. Hasarlı taksilerde ise primler 7 bin liralara kadar da çıkıyormuş.Daha da ilginci; bahsi geçen bu minibüsler var ya; yeni düzenlemeden yani, azami brüt prim tutarları uygulaması başladıktan, sonra hepsi poliçelerini iptal ettirmiş. Çünkü yeni uygulamada sigorta şirketleri minibüslerden en yüksek 3 bin 300 lira prim alabilecek. Yani adam her yıl hasar yapmış, primi 11 bin liralara çıkmış; daha da kaza yapıp, fiyatın daha da artacağından korkmuş, aracı el değiştirtmiş; şimdi de poliçeyi iptal edip, yenisini 3 bin liraya yaptırmış. Açıkça söyleyeyim, yeni dönemde bu adamın sisteme verdiği zararı, hasarsız sürücüler ödeyecek. Nasıl mı, primleri artacak da ondan.
TİCARİLERİN TRAFİK PRİMİ
Konu sigorta ise, tüketicinin şeffaf, doğru bilgilendirilmesi gerekiyor. Çünkü sigorta tüketicisi, artık eski tüketici değil. Soruyor, soruşturuyor, yön bile veriyor.
Geçenlerde Axa Sigorta’nın –ki, Türkiye’nin eski ve pazarda etkin şirketidir- CEO’su Guillaume Lejeune’nun bir açıklaması dikkatimi çekti. Lejeune, iki hususa değiniyor. Birincisi, Türk halkının sigortaya bakışı ki, bu konuda “Ülkenizde ‘inşallah’ kelimesini sıkça duyuyorum. Türk insanı hayat sigortası gibi formüllere yönelmek yerine işi Allah’a havale ediyor” diyor. İkincisi ise Türk sigorta pazarının mevcut durumu ki, bu konuda da Lejeune, “Sigorta sektörünün temelinde güven yer alıyor. Türkiye’de son dönemde iki şirket piyasadan çekildi. Bu tür olaylar, sektöre güveni olumsuz etkiliyor. Küçük ölçekli, kaldıramayacağı düzeyde rekabetçi fiyatla iş yapmaya çalışan bazı şirketler var” diyor.
Açıkça söyleyeyim, bu ülkede 45 milyona yakın poliçe var, potansiyel de yüksek ve sigorta pazarı da her yıl yüzde 5’lerin üzerinde büyüyor. Yabancı sermayeyi cezbeden de işte, bu. Allah’a havale durumu ise, çok eskilerde kaldı. Tek sorun, bilinç eksikliği. Burada da iş sigortacılara düşüyor.
AXA SİGORTA
Gelelim, Lejeune’un, sigorta pazarı hakkındaki tespitlerine. Burada biraz durup, gerçekleri konuşalım. İki şirketin pazardan çekilmesinin de, rekabetçi fiyatla iş yapılmasının da nedeni trafik sigortası ki, aylardır biz de bu konuya dikkat çekiyoruz. Konu trafik sigortası olunca, Axa’dan da bahsetmek gerekiyor.
Trafik sigortasından bahsediyorum. Yeni düzenleme tam seçime denk geldi, arada kaynadı gitti; hatırlatayım. Birkaç aydır Türkiye Şoförler Otomobilciler Federasyonu (TŞOF) ile Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) trafik sigortası primlerinden şikayet edip, devletin müdahale etmesini istiyordu. İstedikleri oldu. Sigorta şirketlerinin sadece ticari araçlar için uygulayacakları en yüksek prime standart geldi. Örneğin, şirketler, minibüslerden brüt 3 bin 300, taksilerden de 5 bin 400 liradan fazla prim talep edemeyecek. Uygulama sonrası TESK ve TŞOF ortak bir açıklama yaparak, “şoför esnafımız hem nefes alacak hem de şirketlerin keyfiyetinden kurtulacak” demişler.Açıkça söyleyeyim, iyi mi oldu, kötü mü oldu zamanla göreceğiz. Ama bir tespitte bulunayım: 2015 için söylüyorum, toplam 1 milyon 687 bin ticari araçtan sadece 25 bini, 5-6 bin liralar gibi yüksek prim ödüyor. Neden? Senede 3-5 kaza yaptıkları için. Mesela, memleketteki 86 minibüs, sigortaya 4 bin 500’er lira ödüyor. Neden? Son iki sene içinde 10 tane kaza yapmış da ondan. Minibüsçü değil, trafik canavarı mübarek. Geri kalanların primleri ise makul seviyelerde. Mesela, 2 bin 500 taksi -ki, toplam taksi sayısı 6 bin 200- sigortaya, ortalama 800 lira prim ödüyor. Memleketteki 44 bin minibüsten 13 bin 600’ü sigortaya, 430 lira ödüyor. Kim bunlar? Son üç sene içinde kazaya karışmamış olanlar. Özetle, hasarı olanın primi yüksek, olmayanın düşük.
ELİNİ VER, KOLUNU KAPTIR
Peki, bundan sonra ne olacak? Kaza yapanlar, yapmaya devam edecek; yapmayanlar ise onların verdiği zararı karşılayacak. Şöyle anlatayım: Hani şu çok kaza yapıp da 4 bin 500 lira prim ödeyen 86 minibüsçü var ya; onlar şimdi 3 bin 300 lira ödeyecek, yani rahat nefes alacak. Ancak kaza yapmadığı için 430 lira ödeyen minibüsçü kardeşimin primi, belki 600 belki de 800 lira olacak. Kaza yapmayan taksici esnafının da fiyatı artacak. O yüzden diyorum, bu uygulama iyi mi oldu, kötü mü oldu zaman gösterecek. Neyse, devam edelim. Primlere müdahale edildi, ticari araç sahipleri nefes aldı, rahatladı; tamam, değil mi? Değil, işte. İstekler bitmiyor. Şimdi de diyorlar ki, yeni düzenlemede fiyatlandırma yapılırken, büyük şehirlerle diğer il ve ilçelerin ayrımına yer verilmemiş. Haliyle düzenleme eksik olmuş. Daha bitmedi. Bir diğer esnaf ve sanatkar odası da çıkmış, sigorta maliyetlerinin azaltılması için kasko ile trafik sigortası birleştirilsin çağrısı yapmış. Hani derler ya, ‘elini ver kolunu kaptır’, o misal. Yakında, ‘ticari araçlardan trafik sigortası kaldırılsın’ derlerse, şaşırmayın.Şoförler, Otomobilciler Federasyonu ile Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu’na bir önerim var. Hiç bu kadar çırpınmalarına gerek yok, hemen bir sigorta şirketi kursunlar. Milyonlarca üyeleri var, rahatlıkla kooperatif şirketi kurabilirler. Kanun da buna izin veriyor. Örnekleri de var, yıllardır da faaliyet gösteriyorlar. Yenileri bile kuruluyor. Sizin neyiniz eksik. Altına imzamı atıyorum, şirket kurmak için müracaat etsinler, kimse hayır demez. Aksine, güle oynaya izin verirler. Yakışır da. Öyle her branşta ruhsat almalarına da gerek yok. Sadece trafik ve kasko sigortası için izin alsınlar, yeter. O zaman istedikleri ilde, istedikleri fiyata trafik ve kasko satarlar; isterlerse de iki ürünü birleştirirler. Hatta bu işten para bile kazanıp, gelir elde ederler. Şaka olsun diye söylemiyorum, aksine destekliyorum. Daha bitmedi. 26 Ekim tarihli, ‘Trafik sigortasının fiyatını devlet belirlesin’ başlıklı yazımda, hem TESK Başkanı Bendevi Palandöken’e hem de TŞOF Başkanı Fevzi Aydın’a çağrıda bulunup, “Söylendiği gibi hasarsız ve nedensiz hangi minibüs ya da taksinin primi bin liradan 12 bin liraya çıkmışsa; yazsınlar, araştırıp, buradan duyuracağım” demiştim. Unutmadım. İki hafta geçti, ses çıkmıyor. Demek ki, söylenen rakamlar gerçek değilmiş, amaç başkaymış.
Seçim sonuçlarına, ‘bu nasıl oldu, böyle bir sonuç nasıl çıktı?’ diyenler için çok kısa ve basit bir tespitte bulunayım.
Gerek 7 Haziran’dan önce, gerekse sonrasında muhalefet partilerinin tek başına iktidar heveslerinin olmaması, hatta kimi muhalefet liderlerinin bunu açıkça söylemesi ve AK Parti’siz bir hükümet alternatifinin olmaması nedeniyle; halk açıkça, ‘madem öyle tek başına iktidar olsun’ demiştir. Bu, bir. İkincisi, seçimin hemen öncesinde Ali Babacan, bir televizyon kanalında, “Ekonomik vaatlerimiz aynı ama halk, bizim bu vaatleri yerine getireceğimizi çok iyi bilir” demişti. Sadece bu iki neden bile bence yeterli.
Artık önümüze bakalım. Dikkat ettim de seçimin hemen sonrasında iş dünyası, ‘ekonomiye odaklanalım, öncelik ekonomi olsun’ demeye başladı ki; klasikleşmiştir, her seçim sonrası aynı söylemi duyarım. Ama iyi okunursa; önceliğin, ekonomi değil, Anayasa değişikliği olduğu anlaşılır. Bu da önümüzdeki dönemde de siyasete odaklanacağımız anlamına gelir. Ama öğrendiğime göre de AK Parti, yeni Anayasa çalışmaları ile ekonomik reformları birlikte yürütecekmiş.
ACELEYE GEREK YOK
Konu, ekonomik reform olunca, iş dünyasının özellikle de reel sektörün beklentisi yüksek ve acelesi de var. Siyasi ve ekonomik belirsiz nedeniyle yatırımlar durmuş, iç piyasa kilitlenmiş durumda. İhracatta da ciddi sıkıntılar var. Diğer taraftan enflasyon yüksek seyrediyor, büyüme yüzde 3’ler seviyesinde sıkıştı kaldı.
Yazacaklarım sosyal bir konuyu gündeme getirip, ortalarda dolaşan iddialara açıklık getirmek. Tavsiyem, bu gözle okumanız.
Soru şu: Balıkesir Valisi Mustafa Yaman, sigortadan haksız kazanç elde etmeye çalıştı mı? Bu da nereden çıktı diyeceksiniz. Anlatayım: Bir süredir Mustafa Yaman ile ilgili ortalarda bir iddia dolaşıyor. Balıkesir Valisi’nin, Ankara Çayyolu’nda, bir siteden konut aldığı, sitedeki konutların çok önceden gerçekleşen toprak kayması nedeniyle hasarlı olduğu ve Valinin, hasarlı konutu tanıdığı bir sigorta acentesine sigortalattığı, birkaç ay sonra da konutu yeni hasar görmüş gibi gösterip, sigortadan 500 bin lira tazminat talebinde bulunduğu iddia ediliyor.
İddiaları biraz daha detaylandırayım. Mustafa Yaman’ın, Ankara’daki konutu Balıkesir’deki bir acenteye sigortalattığı, hasar ihbarı sonrası eksperlerin siteye gidip araştırma yaptığı ve bölgedeki hasarın yıllar öncesinde meydana geldiği, hal böyle olunca da sigorta şirketinin Valinin tazminat talebini reddettiği söyleniyor.
İDDİALARA YANIT
İddialar böyle. Hemen belirteyim, bahsi geçen olay, 2014’ün sonlarına doğru oluyor ve sigortayı yapan şirket, Aviva Sigorta ki, şimdiki adı Unico Sigorta. Geçen yıl Aviva’yı Hollandalı Kibele Grubu satın aldı, adını da Unico Sigorta olarak değiştirdi.
Ticari araç sahipleri ise, ‘işte budur’ diye sevinecektir. Ne kızın, ne sevinin. Başlıktaki teklif bana ait değil. Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Başkanı Fevzi Apaydın’ın isteği. Aydın, özetle, “Geçen yıl İstanbul’da bin 300 ile 2 bin 500 lira prim ödeyen iki minibüse, bu sene kazaları olmadığı halde 11 bin 810 lira ile 12 bin 310 lira poliçe kesildi. Ticari taksilerin primi ise 2 bin 650 ila 6 bin lira arasında değişiyor. Sigortanın risk ve fiyatı devlet tarafından belirlensin” diyor. Sadece Fevzi Aydın değil, Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Başkanı Bendevi Palandöken de, benzer şikayetlerde bulunup; devletin, sigortacıların keyfiyetinden esnafı kurtarmasını istiyor.Peki, trafik sigortasının primlerini devlet mi belirlemeli? Birkaç sigortacıya sordum. Ama önce bahsi geçen rakamlar dikkatimi çektiği için bir araştırma yaptım. Söylendiği gibi primler minibüslerde 10-12 bin liralara, taksilerde de 6 bin liralara çıkıyor mu?
TİCARİ ARAÇLARIN PRİMİ
Doğru, mesela, 5 bin lira prim ödeyen taksiler var. Kim bunlar? Senede 3’den fazla ölümlü kazaya karışınlar. Bu sene 28 adet taksi, trafik sigortasına 5 bin lira ödemiş. Türkiye’de toplam 6 bin taksiden sadece 28’inin ödediği prim, 5 bin lira. Üç yıldır hasar yapmayan taksilerin primi ise sadece 800 lira. Taksi başına düşen ortalama prim ise bin 170 lira. Minibüslere de baktım. En yüksek prim 4 bin 500 lira. Toplam 44 bin minibüsten sadece 86’sı bu primi ödüyor. Neden? Çünkü senede 3’ten fazla ölümlü kazaya karışıyor da ondan. Kusura bakmayın ama bunlara minibüs şoförü değil trafik canavarı deniyor. Hasarı olmayanlar ise yıllık 430 lira ödüyor. Minibüslerde ortalama prim ise 640 lira. Mesela sigortaya 8 bin lira prim ödeyen kamyonlar da var. 43 bin kamyondan sadece 324’ü bu paraya sigorta yaptırıyor. Neden? Adam kamyoncu değil canavar da ondan.Şunu da söyleyeyim, araştırdım, 1 milyon 700 bin ticari araçtan sigortaya yılda 12 bin liralar ödeyen bir tane bile araç yok. Kusura bakmayın ortalarda dolaşan rakamlar gerçeği yansıtmıyor. Ne mi demek istiyorum? Tüm patırtıyı çıkaran; senede üç-beş ölümlü kazaya neden olan 20 bin ticari araç sürücüsü. Toplam ticari araçların yüzde 5’i bile değil. İşte, Otomobilciler Federasyonu da, Esnaf Konfederasyonu da eleştirilerini bu kesime dayanarak yapıyor.
ÇAĞRIDA BULUNUYORUM