Hopa’da maalesef sigortalılık oranı çok düşük. Uzmanlar hasarın sadece yüzde 10’unun sigorta şirketleri tarafından karşılanaca-ğını belirtiyor.
HANİ diyorlar ya, ‘son 50 yılın felaketi’ diye; belki Artvin’in Hopa ilçesi için öyle olabilir ama Türkiye için değil. Hatta Türkiye için sel felaketi sürpriz bile değil. Araştırmalar ortada. 2009 yılında İstanbul’da yaşanan sel felaketini bir kenara bırakıyorum –ki, asıl yüzyılın felaketi oydu- hemen hemen her yıl ortalama 24 sel baskını nedeniyle afet yaşanıyor. Son 10 yılda ise yaklaşık 300’ün üzerinde sel afeti yaşanmış ve 500’e yakın kişi hayatını kaybetmiş. Her yıl yaşanan felaketten dolayı oluşan maddi kayıp ise yıllık 150 milyon liranın üzerinde. Çarpıcı bir rakam daha vereyim. Bugüne kadar Türkiye’nin muhtelif illerinde yaşanın sel felaketlerinden dolayı 99 bine yakın kişi evsiz kalmış ve selin yarattığı maddi kayıp, 2.5 milyar doları geçmiş.
TAHMİNİ HASAR 15 MİLYON TL
Ve başta sigortacılar olmak üzere ekonomi çevrelerinin yaptığı araştırmalar; Türkiye’de depremden sonra en fazla can ve mal kaybına yol açan afetin sel olduğunu ortaya koyuyor. Yani, Hopa’da yaşan afet sürpriz olmadığı gibi ilk de son da olmayacak. Temel sorun ise, her yıl ciddi anlamda maddi ve manevi zarara yolaçan sel felaketleri yaşamamıza rağmen, kayıpları azaltıcı hiçbir önlem alınmaması. Açıkça söyleyeyim, Hopa’daki selin yarattığı akut durum bitince, her zaman olduğu gibi gündeme zararı kimin karşılayacağı gelecek. Yine her afette olduğu gibi halk, ‘nerede bu devlet’, siyasetçiler de ‘yaralarınız sarılacak’ diyecek. Yaralar sarılmayacak, birkaç hafta geçtikten sonra da herkes kendi hasarı ile baş başa kalacak. Uzmanlarla konuştum, Hopa’daki maddi hasarın 15 milyonu geçeceği tahmininde bulunuyorlar. Peki, bu zararı kim karşılayacak?
Artvin’e bağlı Hopa’da maalesef sigortalılık oranı çok düşük. Kaldı ki, Artvin ilinin genelinde konuttan işyerine sigortalılık oranı hem Türkiye ortalaması hem de Karadeniz ortalamasının çok altında. Örneğin, Artvin’de 32 bin konuttan sadece 10 binin zorunlu olan deprem sigortası, 300’ünün ise sel teminatı olan konut sigortası bulunuyor. Yani, trafik ve oto sigortalarının dışında ilçede başta KOBİ’ler olmak üzere ticari ve sanayi tesislerinin çoğunun sigortası bulunmuyor. Sigortalılık oranı düşük olduğu için de Hopa’daki selin neden olduğu zararın telafisinde sigorta şirketlerinin fazla etkisi olmayacak. Uzmanlar 15 milyonluk hasarın sadece yüzde 10’unun sigorta şirketleri tarafından ödeneceğini belirtiyor ki, bu da kasko sigortası olan araçların hasarından kaynaklanacak.
Tahmini maddi hasar tutarının 150 milyon lirayı geçtiği söyleniyor. Gündemdeki bir konu da sigorta şirketlerinin hasarları karşılayıp karşılamadığı.
SON günlerde terör olaylarına yönelik okuyucu soruları arttı. Kimileri sigortadan tazminat alıp, alamayacaklarını; kimileri de büyük şehirlerde artan olaylar nedeniyle sigorta yaptırıp, yaptıramayacaklarını merak ediyor. Kimileri ise sigortacıların, Doğu ve Güneydoğu’da sigorta satışını tamamen durduklarından, hasarı bile ödemediklerinden yakınıyor.
Öncelikle şunu belirteyim: PKK ve uzantısı terör örgütünün yol açtığı kargaşanın ekonomiye maliyeti her geçen gün artıyor. Araştırma yaptım; son bir ayda başta kamyon, TIR olmak üzere 180’e yakın araç, 100’e yakın da iş makinesi yakılmış ki, bunların yarısından fazlası kamuya ait araçlar. Aynı şekilde yine çoğunluğu kamuya ait 50’ye yakın işyerine de zarar verilmiş.
TAHMİNİ HASAR 150 MİLYON TL
Tekstil ihracatçısı olduğunu belirten okuyucum, özetle şunları yazıyor: “İhracat yaptığımız ülkelerde bir süredir tahsilatta gecikmeler yaşıyoruz. Vadeler uzadı, 150 günü bile geçti. Önümüzdeki dönemde sattığımız malın parasını alamamaktan endişe ediyoruz. İç piyasa zaten malum, ihracatı da durdurursak kapıya kilit vurmak zorunda kalacağız. Ne yapacağımızı bilemez hale geldik.”
Durum tespiti yapalım: Türkiye’nin, Avrupa Birliği ülkelerine ihracatı, toplam ihracatın yüzde 45’ine yakın. Bu ülkeler de son yıllarda küresel krizle boğuşuyor. Diğer taraftan Türkiye’nin ihracatı da düşüyor. Bu yılın 7 ayında, ihracat yüzde 8,8 gerileyerek, 85 milyar dolar olarak gerçekleşti. Aynı dönemde Avrupa Birliği ülkelerine olan ihracatımız da yüzde 13 geriledi, 35 milyar dolar oldu.
Hal böyle olunca, ihracatçıların hem satış hem de tahsilat sorunu yaşamaları doğal. Görünen o ki, bu ülkelerdeki kriz bir süre daha devam edecek ve ihracatçılarımız da bundan nasibini alacak. Buraya kadar garip bir durum yok.
İHRACATÇI NE YAPMALI?
Açıkçası asıl garipsediğim, halen eski yöntemlerle ihracat yapılmaya çalışılması. Yani, bu ülkelerde kriz yokmuş gibi mal satılıp, karşılığında da tahsilat yapılacağının beklenmesi. Ne yapılması mı gerekiyor? Basit; böyle ortamlarda ihracatçının elini güçlendirecek birtakım enstrümanları kullanması gerekiyor. Bunlar ne mi? Faktoring ve alacak sigortası.
HAZİNE iki ay önce Hür Sigorta’ya, geçen hafta da Ege Sigorta’ya el koydu ve her iki şirketin faaliyetleri durduruldu, sorumlulukları da Güvence Hesabı’na devredildi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, 2000 yılından bu yana ilk defa sigorta şirketlerinin faaliyeti durduruluyor. Hatırlayacaksınız, 1999’daki ekonomik kriz nedeniyle bankalarla birlikte yaklaşık 13 sigorta şirketlerine de el konulmuştu.
Ege Sigorta’ya el konulması ile ilgili gelişmelere ve sigortalıların neler yapması gerektiğine geçen Cuma günkü yazımda detaylı değindim. Okuyuculardan da yüzlerce soru ve yorum aldım. Merak edilen iki konu var: Birincisi, Hazine’nin bu şirketlere neden el koyduğu ki, okuyucuların çoğunluğu, el koyma gerekçesini son dönemde yaşanan ekonomik durgunluğa bağlıyor. İkincisi ise bundan sonra sigorta şirketi seçerken daha temkinli davranılması gerektiği. Bazı okuyucular da el konulan iki şirketin Hazine’ye maliyetini merak ediyor.
HÜR SİGORTAYA DA EL KONULDU
Öncelikle şunu belirteyim: Hür Sigorta ve Ege Sigorta’ya el konulmasının ekonomideki durum ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok. Faaliyetlerinin durdurulması gerekiyordu, durduruldu. Geç bile kalındı. Neden mi? Teknik detaya girmeden anlatayım ki, bence vatandaşın bunları bilmesi gerekiyor.
Her iki şirketin de özellikle son yıllarda sattıkları poliçelerin neredeyse yarısından fazlasını trafik sigortası oluşturuyordu. Yani, bu şirketler, düşük fiyatla trafik sigortası satarak faaliyetlerini sürdürmeye çalışıyordu. Birçok defalar yazdım, sigorta şirketleri, son yıllarda trafik sigortasından ciddi zarar ediyor ki, 2014 yılında zarar neredeyse 1 milyar liraya yaklaşırken, bu yılın sadece ilk üç ayındaki zarar, 750 milyon lira oldu. Yine bu köşeden birçok defalar, bu zararın faturasının ağır olacağını, bazı şirketler açısından bu durumun sürdürülemeyeceğini de yazdım.
BAŞBAKAN Davutoğlu’nun CHP ile koalisyon kuramadıklarını açıklamasının ardından, piyasalar için yeni bir belirsizlik dönemi başlamış oldu. Piyasalar açıklamadan önce bu ihtimali bir ölçüde fiyatladılar ama görünen o ki; bu olumsuzluğu fiyatlamaya devam edecekler. Bir başka deyişle kurlarda ve faizde “rekor üzerine rekor” dönemi başlamış oldu.
Siyasetteki bu yeni gelişme üzerine, en az 3 ay sürecek yeni ve yoğun bir belirsizlik ve buna bağlı piyasalarda spekülasyon döneminin başladığını söylemek yerinde olacak. Bir başka deyişle yeni bir seçim yapılıp, yeni bir hükümet kurulana kadar söylentisi bol, aşırı hareketli bir süreç yaşamamız kaçınılmaz olacak. FED’in faiz artırımına ilişkin haberler başta olmak üzere, olası küresel gelişmeler de hareketlerin boyutunu iyice büyütebilir.
Konuştuğumuz piyasa oyuncuları dün TL’nin dolar karşısındaki değer kaybının devam ettiğini ama siyasi belirsizliğin büyük ölçüde artık fiyatlandığını söylediler. Dolayısıyla koalisyon kurulamaması nedeniyle TL’nin bundan sonra aşırı değer kaybı yaşamayacağını tahmin ediyorlar. Buna karşılık FED’den gelecek haberlere bağlı olarak içerde doların değer kazancının devam edebileceği görüşü hakim. FED’in yanı sıra Çin’den gelen yeni hareket üzerine Avrupa ve diğer gelişmekte olan ülkelerin takınacağı tutum da, bu 3 aylık sürede yaşanacak hareketleri yakından etkileyecek.
Tüm bu unsurlara ek olarak, İncirlik’ten İŞİD bombalamasının başlamasını ve bunun terör hareketlerinde yaratacağı büyütücü etkiyi de gözönüne almak gerekiyor. Dolayısıyla terör hareketlerinin artma riski, önümüzdeki dönem piyasayı bozma ihtimali yüksek unsurlar içinde görülüyor.
Böylesine bir süreçten geçmemize rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin koalisyona yanaşmaması, piyasalarda “Bile bile ekonominin tehlikeye atılması” olarak yorumlanıyor.
Şimdi yeni seçim ve ardından kurulabilecek hükümet formülleri hep gündemde olacak ve her yeni haber yeni spekülasyon anlamına gelecek. Yani koalisyon kurmamakla, yeni yoğun bir spekülasyon döneminin önü bilerek açılmış oldu.
KUR MERKEZ’E BAĞLI
Hazine, Euro Yatırım’a ait Ege Sigorta’ya el koydu. Şirket, Güvence Hesabı’na devredilirken, yeni yönetim de tasfiye sürecine başladı. 104 milyon zararı olan Ege Sigorta’nın 1 milyona yakın da poliçesi bulunuyor.
HAZİNE, Ege Sigorta’ya el koyarak, faaliyetini durdurdu. Gerekçe ise şirketin başta hasar ödeme olmak üzere yükümlülüklerini karşılayamayacak duruma düşmesi. Hazine Müsteşarlığı, hisselerinin tamamı Euro Yatırım Menkul Değerler’e ait olan; eski adıyla Euro Sigorta olan Ege Sigorta’ya, 7 Ağustos’ta el koydu. Şirket, Güvence Hesabı’na devredilirken, Hazine tarafından oluşturulan yeni yönetim de tasfiye sürecine başladı.
2007’DE TMSF SATTI
‘Bu da nereden çıktı, gündem bu mu yani’ diyeceksiniz ki, haklısınız. Aylardır siyasetle yatıp, siyasetle kalktığımızdan sıra bir türlü ekonomiye gelemedi. Görünen o ki, uzun bir süre daha gelemeyecek. O yüzden ucundan bucağından biraz değinelim istedim.
Geçenlerde finansçı bir dostumla sohbet ederken, laf döndü dolaştı, bildik konuya geldi; ‘iflas erteleme’ye. Dostum, “Bu işin iyice suyu çıktı” diyerek başladı anlatmaya ve devam etti: “Adam iflas erteleme istiyor, sonra da yıllarca ortalarda göğsünü gere gere dolaşıyor; altında son model şoförlü araç, en lüks restoranlarda yiyip, içiyor, eski hayatına devam ediyor. O firmayla çalışan onlarca şirket ise parasını alamadığından, batıyor.”Konu bildik ve uzun yıllardır da gündemde ama her sene farklı bir boyut kazanıyor, yarattığı mağduriyet de katlanarak artıyor. Malumunuz, 2001 krizinden sonra zorda olan şirketlere nefes aldırmak için iflas ertelemenin şartları kolaylaştırıldı; 2008’de ise iflas erteleme isteyen şirketlerin sayısında ciddi artış oldu. Küçük bir araştırma yaptım, sadece son 2-3 yılda ise denizcilikten turizme, inşaattan tekstile kadar bu sisteme sarılan şirketlerin sayısı 100’ü geçmiş. Bunlar büyük ve ismi bilinen şirketler. Bir de bunların iflas ertelemeye gitmesiyle zora düşerek, aynı yola başvuran şirketlerde var ki, sayıları ciddi boyutta.
FIRSATÇILIK HALİNE GELDİ
Gerçekten zora düşüp, bir çıkış yolu olarak bu uygulamaya sarılanlara kimse bir şey demiyor. Ama bir de yasal boşluktan yararlanarak iflas ertelemeyi borçlardan kaçma yöntemi olarak görüp, kötüye kullananlar var ki, asıl sorun da burada. İşin hukuki boyutunu bir kenara bırakıyorum, o konuya hiç girmeyeceğim. Peşin peşin söyleyeyim, yazacaklarımdan da kimse alınmasın, gücenmesin.
Ama bakıyorsunuz şirket, birden bire iflas erteleme istiyor, kolay yoldan da karar aldırıyor. Alınan kararlarda öyle şartlar var ki; bankacı krediyi, faktoringci alacağını, leasingci kirasını, finansman şirketi taksitini alamıyor. O şirkete mal veren ya da o şirketle çalışan onlarca küçük işletmede ne malını geri alabiliyor ne de alacağını tahsil edebiliyor.
2011 yılında çıkartılan bir yasa ile trafik kazalarında tedavi giderlerini Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), karşılamaya başladı ki, bu tarihe kadar yıllardır sağlık giderleri trafik sigortasından ödeniyordu. 2011 yılından itibaren de sigorta şirketlerinin bu alandaki sorumluluğu ortadan kalktı.
Tabii, yasa çıkarmakla iş bitmiyor, uygulanabilir olması da gerekiyor. Nitekim, bu düzenleme uygulandı ama hem ciddi kaos yarattı hem de vatandaş mağdur oldu. Şöyle ki, yeni düzenlemeye kadar kazalarda sağlık giderleri trafik sigortasının limitleri dahilinde ödeniyordu ki, 2011 yılında bu limit kişi başına 200 bin liraydı. SGK’ya geçince durum değişti ve SGK, kendi belirlediği fiyatlar üzerinden ödemeye başladı.
Daha açık şöyle anlatayım: Kaza geçiren vatandaş, ister özel ister kamu olsun, en yakındaki özel hastanenin acil servisine gidebiliyor; yoğun bakımdaki tüm tedavi giderleri de SGK tarafından karşılanıyor. Sorun da bundan sonra başlıyor. Vatandaş, tedavisinin devamı için ya devlet hastanesine ya SGK’nın anlaşmalı olduğu kuruma gidecek ya da bulunduğu hastanede tedaviye devam edecek. Devlete giderse sorun yok, beş kuruş ödemeden çıkıyor. Ancak diğer alternatiflerden birini seçerse; hastane, tedavi sonrası önüne bir fatura koyuyor ve bu faturanın da sadece yüzde 20, bilemediniz yüzde 30’unu SGK karşılıyor, gerisini vatandaş cebinden ödemek zorunda kalıyor.
VATANDAŞ NASIL MAĞDUR EDİLDİ?
Hal böyle olunca da SGK’dan tedavi giderini alamayan vatandaş, ya sigorta şirketlerinin kapısını çaldı ama karşılık alamadı ya da hem SGK’yı hem de sigorta şirketini mahkemeye verdi. İşte son 5 yıldır trafik kazalarında bu kaos yaşanıyor. Geçen zaman içinde kimi mahkemeler, SGK’nın tüm giderleri karşılaması yönünde karar aldıysa da uygulanmadı.