Merak edenler, 28 Ekim tarihli Hürriyet’te konunun detaylarını okuyabilir. Sefer, aynı yazının içine bir de kutu açmış ve başlığını da, ‘Yeter Artık Noyan Doğan!’ diye atmış. Özetle, alıntı yapayım: “Noyan cuma günü Hürriyet’te önemli bir habere daha imza attı. Eğer planlanan yasal düzenleme hayata geçerse, depreme yönelik önemli bir güvence olan DASK sigortasını yaptırmayan bundan böyle elektrik hizmeti de alamayacak. Elektrik şirketleri DASK poliçesi satıp bunu faturadan taksit taksit tahsil edecekler. DASK’ın gerekliliğine yürekten inanıyor, destekliyorum. Ama TRT katkı payı, ÖTV, KDV vs. yetmezmiş gibi şimdi bir de DASK çıktı. Yeter artık diyorum Noyan, şu elektrik faturalarının üzerinden elimizi artık çeksek.”
ZORUNLU DEPREM SİGORTASI
Bu yazıdan sonra başta okuyucular olmak üzere eşten dosttan mesajlar aldım, ‘cevap vermeyecek misin?’ diye. Cevap veriyorum; benim suçum ne, Sefer? Kamu, zorunlu deprem sigortasının düzenli ve sürekli yapılması için çalışma başlattı. Bunun da elektrik hizmeti üzerinden yapılarak, sigorta poliçelerinin otomatik yenilenmesi planlanıyor. Merak edenler, 27 Ekim tarihli, ‘DASK’ı olmayana elektrik de yok’ başlıklı yazımdan detayları okuyabilir. Diyeceğim o ki, kamu karar veriyor, kamu uyguluyor, bize de bunu duyurması düşüyor. Yani, benimle bir alakası yok, sevgili Sefer.
Ama bu konuda diyeceklerim var. Zorunlu deprem sigortası uygulaması, 99 depreminden sonra başlatıldı. Amaç da depremin yarattığı ekonomik kaybın, devletin üzerinde yük yaratmaması, sigorta yoluyla telafi edilmesiydi. Her ne kadar adı zorunlu olsa da fiiliyatta hiçbir zorunluluğu yoktu. İsteyen yaptırıyor, isteyen yaptırmıyordu; ta ki, 2012 yılına kadar. 2012’de çıkartılan bir kanunla, o tarihe kadar sadece tapu işlemlerinde deprem sigortası zorunluluğu aranırken, o tarihten itibaren yeni su ve elektrik abonelik işlemlerinde de sigorta zorunluluğu getirildi. Peki, ne oldu? Vatandaş, tapu işlemi için sigorta yaptırdı, bir sene sonra poliçesini yenilemedi. Keza, yeni elektrik ve su aboneliği bağlatacak olanlar –ki, yasa mevcut elektriği ve suyu olanlara zaten zorunluluk getirmemişti- sigorta yaptırdı, bir sene sonra poliçelerini yenilemedi. Kimileri, elektrik veya suyu bağlattıktan sonra hemen gidip, poliçesini bile iptal ettirdi, ödediği primi de iade aldı.
Şunu da belirteyim, bugün, memleketteki sigortalanabilir 17,5 milyon konutun, 8,1 milyonu zorunlu deprem sigortası ile sigortalıdır. Konutların yüzde 47’ye yakının sigortalanması büyük bir başarıdır ve dünyada da başka bir örneği yoktur.
O zaman sorun ne? Bugün sigortalı olanların büyük bölümü; ya tapu işleminden ya elektrik ve su aboneliği yenilemesinden ya da bankadan kredi ile konut alımından dolayı yaptıranlar. Yani, süreklilik yok. Nitekim Mehmet Şimşek de açıkladı, 17 yılda düzenli ve sürekli sigortasını yaptıranların oranı sadece yüzde 2.
Bitmedi. Hatırlayın, Marmara depreminin ekonomiye maliyeti 15 milyar doların üzerinde oldu. Yıllarca vergilerle bu maliyeti karşılamaya çalıştık. Deprem nedeniyle getirilen vergiler daha iki-üç yıl öncesinde kalktı. Yaşanacak benzer bir depremin –ki, yaşanma oranını bu ülkede artık bilmeyen yok - yaratacağı maddi hasarı sanırım anlatmama gerek yok. Bu işi de deprem ve sigorta bilincine havale edersek korkarım geç kalacağız. Kaldı ki, 17 yılda ne kadar bilinçlendiğimiz de ortada. Bu yüzden elektrik olur, su olur, orasını bilemem, deprem sigortasının sürekliliğinin bir şekilde sağlanması gerekiyor. Ve bana göre bu konu, elektrik üzerindeki ÖTV’den, KDV’den daha önemli.
Sevgili Sefer, hani diyorsun ya, “
İlk bakışta, hem son yıllarda artan özel sektörün borcuna önlem getirmek hem de döviz piyasasındaki dalgalanmaları sınırlamak adına doğru bir düzenleme gibi gözükse de durum pek de öyle değil; özellikle de yatırım yapmak için ucuz finansman arayan KOBİ’ler için. Nasıl mı? Mevcut uygulamada, ticari veya mesleki amaç taşıyan finansal kiralamaya ilişkin bedeller, döviz üzerinden yapılabiliyor. Yani, şirketler, yatırımlarını finansal kiralama ile yaptıklarında, kiralama bedellerini döviz üzerinden ödüyor. İşte yeni yapılacak düzenlemede bu imkan ortadan kalkacak. Peki, bu ne anlama geliyor. KOBİ’ler artık finansal kiralama ile yatırım yaptıklarında, leasing şirketlerine kira bedellerini döviz üzerinde ödeyemeyecek.
YENİ DÜZENLEME SORUN OLACAK
Şimdi diyeceksiniz ki, ‘ne var canım, TL üzerinden ödesinler’. Maalesef, kazın ayağı öyle değil. Anlatayım ki, eğer bu düzenleme uygulamaya geçerse, yaratacağı sonuçların ne olacağı iyi anlaşılsın. Bugün makine yatırımlarının büyük kısmı leasing ile yapılıyor. Reel sektör banka kredisi kullanmıyor, finansal kiralama yapıyor. Neden? Vadeler 3-5 yıla, hatta kimi durumlarda 10 yıla varacak kadar uzun; operasyonel olarak kolay ve daha da önemlisi şirkete maliyeti daha ucuz. Bu yüzden bugün altyapı, enerji gibi projeler leasingle finanse ediliyor.
Peki, finansal kiralama şirketleri bu imkanı nasıl sunuyor? Yurtdışından sağladıkları orta ve uzun vadeli döviz kredileri ile. Dünya Bankası, Avrupa Kalkınma Bankası gibi yurtdışından 5-7 yıl vadeli ve ucuz finansman bulup, Türkiye’ye getiriyorlar. Daha açık bir anlatımla, şirketler, dövizle borçlanıp, yurtdışından uzun vadeli, ucuz fon buluyorlar; bunları da yurtiçinde ağırlıklı KOBİ’lere dövizle, uzun vadeli ve ucuz kullandırıyorlar. O KOBİ’ler de, bu kaynakla yatırım yapıyor. Bundan dolayıdır ki, bugün, leasing şirketlerinin yatırımlarını finanse ettikleri işletmelerden alacaklarının 35 milyar TL’si döviz, sadece 12 milyar TL’si Türk lirası cinsinden.
Yeni düzenleme ile bu imkan ortadan kalkacak. Kimin için kalkacak? Elbette finansal kiralama şirketleri açısından sorun olacak ama asıl reel sektör bu işten büyük zarar görecek. Sanayicilerle konuştum. Kimilerinin böyle bir düzenleme olacağından haberi bile yok. Olanlar ise, ‘eğer hayata geçerse sonuçları bizim açımızdan vahim olur’ diyor.
KOBİ’LER YATIRIM YAPAMAYACAK
Geçtim, leasing pazarının küçülmesini, leasing şirketlerinin sıkıntıya düşeceğini falan... Şirketler, mecburen TL ile borçlanacağından (Bu durumda leasing şirketlerini de bankalar fonlayacak) maliyetler yükselecek ve KOBİ’lere de düşük maliyetli, uzun vadeli finansman sağlanamayacak. Bu sefer KOBİ’ler ister bankadan, ister leasing şirketinden olsun yüksek faizle borçlanmak durumunda kalacak. Yani bugün yaşanan ve ekonomi yönetiminden reel sektöre kadar tüm kesimlerin şikayet ettiği yüksek faiz ortamı kalıcı hale gelecek. Sonuç; alternatif finansman imkanı elinden alınan ve yüksek faize mahkum edilen reel sektör, yatırım yapamayacak hale gelecek. İşte, durum bu kadar vahim olacak; eğer bu düzenleme yapılırsa. Ne mi demek istiyorum? Yatırıma, büyümeye ihtiyacımız olduğu tam da bu zamanlarda, bu düzenlemelerle, kendi ayağımıza kurşun sıkıyor, kendi kendimizi baltalıyoruz diyorum ve ekliyorum; illa da düzenleme yapılacaksa başta finansal kiralama olmak üzere özellikle reel sektöre destek veren kesimlerin bu işten muaf tutulması gerekiyor.
YAŞLI ve engelli yakınları, aylık, bin 27 lira maaş desteği alacaklarını biliyor mu? Eminim, çoğu kişi, böyle bir hakkı bilmediği gibi, bu haktan da yararlanmıyor da. Oysa bugün 800 bin kişiye engelli desteği ya da bilinen adıyla evde bakım aylığı ödeniyor. Peki, kimler bu imkandan yararlanabilir? Başkasının yardımı ve bakımı olmadan hayatını devam ettiremeyen, tek başına ihtiyaçlarını (beslenme, giyinme, merdiven inip çıkabilme gibi) gideremeyenlere bakanlar, engelli destek maaşı alabiliyor.
KİMLER YARARLANABİLİR?
Tabi, destekten yararlanmanın şartları var. Birincisi, maaş alacak olanların, engelli veya yaşlı kişinin akrabası olması; akrabası bulunmaması durumunda da yasal vasisi olması gerekiyor. Yani, evde bakım aylığı, ağır özürlü olan kişilere bakmayı kabul etmiş akraba ya da vasisine verilen bir ücret. Yeri gelmişken, ‘ağır özürlü’ anlamını da açayım. Tam teşekküllü devlet hastanesinden kişinin, ağır engelli olduğunu belirten sağlık kurulu yazısı ve engel oranının da yüzde 50’inin üzerinde olması gerekiyor. Kurul raporunda, ağır engelli kısmının evet olarak belirtilmesi de şart.
ÖNCE Bireysel Emeklilik Sistemi’ne (BES) otomatik katılım ile ilgili kısa bir değerlendirme ile başlayayım. Sene başından bu yana 7.5 milyon çalışan sisteme girdi ve bunların 4 milyonu cayma hakkını kullanarak, ayrıldı. 3.3 milyon çalışan ise sistemde kalarak, tasarruf etmeye başladı. Otomatik BES’teki toplam fon tutarı ise 1.3 milyar TL’yi geçti.
Gelelim, emeklilik fonlarına ve sistemde kalanların birikimlerinin 10 aylık sürede ne kadar değerlendiğine. İşin aslı, konu emeklilik olunca, 10 aylık süre çok kısa. Hele ki, çalışanların bir kısmının sene başında, bir kısmının Nisan ayında, bir kısmının da Temmuz ayında sisteme giriş yaptığını hesaba katacak olursak; bu kadar kısa sürelerde getiriden bile bahsedilmez. Ama ben yine de Ocak ayının sonunda girenler için bir değerlendirme yapayım. Okuyuculardan otomatik BES hakkında gelen soru ve yorumlara baktığımda, ‘ne getiri elde ettim?’, ‘bu işin bir getirisi var mı?’ diye merak edenleri bir kenara koyuyorum; çoğunluğunun, birikimlerinin hangi fonlarda ve nasıl değerlendiğini bile bilmedikleri, hatta kimilerinin devlet katkısından bile bihaber olduğu dikkatimi çekti.
OTOMATİK KATILIMDAN ÇIKMADILARÖnce fonlarla başlayayım. Sisteme giren tüm çalışanların birikimleri ilk bir yıl boyunca ‘başlangıç fonu’ adı verilen fonlarda değerlendiriliyor ve kişilere faizli-faizsiz fon olmak üzere iki seçenek sunuluyor. İsteyenler birikimlerini faiz içeren fonları, isteyen faiz içermeyen fonları seçiyor. Nitekim otomatik katılımda kalanların yüzde 59’u faizsiz fonları seçti. Peki, başlangıç fonunun içinde neler var? Faizli fon; yüzde 60 mevduat faizi veya katılma hesabı, yüzde 20 borçlanma araçları-gelir ortaklığı senetleri-kira sertifikaları, yüzde 20 ters repodan oluşuyor. Faizsiz fon ise; yüzde 60 TL cinsinden katılma hesabı, yüzde 40 gelir ortaklığı senetleri-kira sertifikalarından oluşuyor.
Bir yıldan sonra ise yine faizli ve faizsiz olmak üzere standart fonlar devreye giriyor ve sistemde bir yılını dolduran, herhangi bir fon tercihi yapmayanların birikimleri emeklilik şirketleri tarafından otomatik olarak standart fonlara yönlendiriliyor. Diyelim ki, bu yılın nisan ayında sisteme giriş yaptınız, 2018 Nisan’da, herhangi bir fon tercihiniz olmazsa, başlangıç fonundan çıkıp, standart fona geçeceksiniz. Yok, ‘ben ne başlangıç, ne de standart fon istemiyorum, risk almak istiyorum’ diyorsanız; emeklilik şirketi size bir risk profili anketi yaptırıp, farklı fonlar sunabilecek ama şimdilik bu fonlardan bahsetmek için erken.
FONUN 9 AYLIK GETİRİSİ YÜZDE 6.64Gelelim, getiri konusuna. Ocak sonunda otomatik BES’e giren ve 9 aydır sistemde olanların birikimlerinin getirisinden bahsedeceğim. Her ay maaşlarından BES için yüzde 3 kesinti yapılan ve birikimleri başlangıç fonunda değerlendirilen bu kişiler; 9 ayda (şubat-eylül) birikimlerine yüzde 6.64 getiri elde ettiler. Bu getiriyi de aynı dönemde TÜFE’deki yüzde 4.4’lük enflasyonla mukayese edersek, başlangıç fonu enflasyonun yüzde 2.24 üzerinde reel getirili sağlamış demektir.
Daha açık şöyle anlatayım. 2 bin lira maaş alan bir çalışanın, her ay 60 liradan (aylık maaştan yapılan yüzde 3 kesinti) 9 ayda maaşından otomatik BES için 540 lira kesilip, fona aktarıldı. İşte o, 540 lira, fonun getirisi ile bugün 576 lira oldu. Bunda daha devlet katkısı yok. Maaştan kesilen tutar kadar devlet de her ay yüzde 25 katkı yapıyor. Çalışanın birikimi yüzde 25’lik devlet katkısı ile birlikte 9 ayda 675 lira oldu. Buna 9 aydaki 36 liralık fon getirisini ekleyin, bir de ilk 2 aydan sonra sistemden çıkmadığı için devletin yaptığı ekstra 1000 liralık katkıyı da koyun; 9 ayın sonunda, o çalışanın toplam BES birikimi, 1.711 lira oldu. Yani, 9 ayda 540 lira maaşından ödeyen çalışanın, bugün hesabında 1.711 lirası var. Bu da ödediğinin 3 katından fazla birikimi var demektir.
ZORUNLU deprem sigortasını düzenli yaptırmayana elektrik de yok. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, düzenli ve süreklilik arz edecek şekilde deprem sigortası yaptırılması için Hazine olarak çalışma başlattıklarını açıklayarak, zorunlu deprem sigortasında değişikliğe gidileceğinin sinyalini verdi. Mehmet Şimşek açıklamasında, “2000-2017 döneminde düzenli ve sürekli zorunlu deprem sigortası yaptıranların oranı yüzde 2 düzeyinde. Bu oran çok düşük. Hazine olarak çalışma başlatıyoruz. Bu kapsamda zorunlu deprem sigortalılık oranını yüzde 100’e çıkarmak hedefiyle düzenli abonelikleri olan tüm ev ve binalara sigorta yaptırma çağrısında bulunacağız. Mevcut poliçesini yenilemeyenleri de uyaracağız. Yaptığımız uyarıya cevap vermeyenler, otomatik sigortalanacak ve prim tahsilatının yapılması için mekanizma tesis edilecek” dedi.
POLİÇE OTOMATİK YENİLENECEKKamu kaynaklarından öğrendiğime göre, konutlara verilen elektrik hizmeti üzerinden, zorunlu deprem sigortasının sürekli hale getirilmesi planlanıyor. Bugün için Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) tarafından yürütülen zorunlu deprem sigortası; yeni elektrik ve su abonelikleri ile tüm tapu işlemlerinde ve bankalardan kredi ile konut alımında zorunlu tutuluyor. Yani, konutuna yeni elektrik ve su bağlatacaklar ya da abone değişikliği yapacaklar sigorta poliçesini elektrik ve su idarelerine zorunlu ibraz ediyor. Sigorta poliçesi olmadan konuta elektrik ve su bağlanmıyor. Ancak elektrik ve su bağlandıktan birkaç gün sonra poliçe ya iptal ettiriliyor ya da bir sene sonra poliçenin süresi bittiğinden deprem sigortası yenilenmiyor.
Yeni uygulamada ise elektrik idareleri zorunlu deprem sigortasının takipçisi olacak. Konuta elektrik bağlanırken yaptırılan deprem sigortasının bir yıl sonra yenilemesi geldiğinde, önce 3 ay boyunca tüketiciye yenileme yapması hatırlatılacak, yine de sigorta yapılmazsa, poliçeler otomatik olarak yenilenecek. Sigorta primi ise elektrik faturasına yüklenecek ve tüketici, aylık taksitler halinde zorunlu deprem sigortası primini elektrik faturası ile birlikte ödeyecek. Ödemeyene ise elektrik hizmeti verilmeyecek. Böylece hem vatandaşların poliçe iptal etmesinin önüne geçilecek hem de zorunlu deprem sigortasının sürekli yapılması sağlanacak. Bu süreklilik de Türkiye’deki 21 elektrik dağıtım şirketi aracılığı ile yapılacak.
ELEKTRİK FATURASINA YANSIYACAKÖğrendiğime göre de elektrik dağıtım şirketlerine zorunlu deprem sigortası yapma yetkisi verilmesi de masadaki seçeneklerden biri. Kaldı ki, bu şirketlerin zaten sigorta acenteliği yapma yetkisi bulunuyor. Böylece, Türkiye’nin her yerindeki elektrik dağıtım şirketlerinin ofisleri zorunlu deprem sigortası da yapabilecek. Ancak, yine öğrendiğime göre sigorta acentelerini mağdur etmeyecek bir formül üzerinde de çalışılıyor.
KONUTLARIN YÜZDE 46’SI SİGORTALI99 Marmara depremi sonrası depremin yol açtığı zararların sigorta aracılığı ile giderilmesi için 2000 yılında Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuruldu ve zorunlu deprem sigortası uygulaması başlatıldı. Aradan geçen 17 yılda ise Türkiye’de sigortalanabilir 17,6 milyon konuttan 8,1 milyonu yani, yüzde 46’sı, deprem sigortası ile sigortalandı.
Özellikle de gerek açıklanan Orta Vadeli Programda gerekse de Meclis’te görüşmeleri süren Torba Yasada, faizsiz finans konusunda önemli düzenlemeler var. Önümüzdeki yazılarımda bunlara değineceğim ama hazır konu gündemde iken vatandaşın merak ettiği, aynı zamanda kafa karışıklığına da neden olan, faiz ve kâr payı konusuna değineyim. Okuyuculardan gelen soru ve yorumlara baktığımda kimileri, bilhassa faize duyarlı kesim, katılım bankalarının dağıttığı kâr payını merak ediyor; kimileri, yine katılım bankalarının kâr payı oranlarının mevduat faizinden düşük olup olmadığı soruyor. Kimileri de, ‘katılım bankaları, faiz kadar kâr payı dağıtıyorlar, bu nasıl olabilir?” diye soruyor.
YANLIŞ BİLİNİYORÖncelikle şunu belirteyim; mevduat bankaları, piyasada oluşan faiz oranlarına göre kendi faizlerini belirleyecek esnekliğe sahipler. Katılım bankaları ise işletme amacıyla sermaye ya da birikim kabul ettiklerinden dağıtacakları kâr payını da sermayenin işletilmesinden elde edecekleri kâra göre belirliyorlar. Daha açık şöyle anlatayım; katılım bankalarındaki hesaplara para yatıranlar, banka ile kâr-zarar ortaklığı yapıyor ve banka, elde ettiği kârı, başlangıçta tarafların anlaştıkları kâr paylaşım oranına göre pay ediyor.
Gelelim, faizle kâr payı arasındaki ilişkiye... Katılım bankaları, hesap açarak, para yatıranlara mevduat bankalarından daha az olmayacak bir kâr paylaşım oranını başta belirlemek zorunda. Kabul edersiniz ki, üç ay, 6 ay ya da bir sene sonrasındaki gelişmelere göre önceden dağıtılacak kâr payını tespit etmek çok da kolay değil. Katılım bankası, kendisine yatırılan parayı, yani sermayeyi, işletirken hem müşteriyi memnun edecek bir kâr payı belirlemeli hem de bu kâr payı oranı piyasaya göre yüksek kalmamalı.
FAİZ KADAR KâR PAYI MI?Peki, dağıtılan kâr payı oranı nedir? İşin aslı, 5 katılım bankası da hesap sahiplerine dağıtacakları kar payı oranlarını her hafta; hem TL hem döviz cinsinden hem de aylık, 3-6 aylık ve yıllık olarak açıklıyor. Aşağıdaki tabloda katılım bankalarının bu hafta başında açıkladıkları aylık kâr payı oranlarını banka banka detaylı bulabilirsiniz. Kâr payı oranları da 100 bin TL, 100 bin dolar, 100 bin Euro için açılan hesaplara göre dağıtılan kar payı oranları. Bu oranlara bakarak katılım bankaları, faiz kadar mı kâr payı dağıtıyor, kâr payı ile mevduat faizi başabaş mı gidiyor; artık kararı siz verin. Mevduat faizini neden yazmadığıma gelirsek, şu an piyasada standart bir faiz oranı yok. Yani şunu demek istiyorum; vatandaş elindeki paranın büyüklüğüne göre her bankadan, farklı faiz alabiliyor. Faizle işi olan da bu rakamı zaten biliyordur.
ÖNCE bir tespit yapalım. Yaklaşık 3 milyon işçi sigortasız çalışıyor ya da çalıştırılıyor, yani kaçak çalışıyor. Kaçak işçi çalıştırmanın cezası şu kadar gibi konuları geçeceğim, sigortasız çalışanların ne yapması gerektiğine değineceğim. Tabii, aylık 150-200 lira fazla maaş alabilmek için kaçak çalışmaya razı olan veya işverene, ‘sigortamı yapma, sigortaya ödeyeceğin parayı bana ver’ diyenleri bu işin dışında tutuyorum. Yeri gelmişken belirteyim, işçinin sigortalı çalışıp çalışmak istememesinin hiçbir önemi yok; işveren, çalışanı işe aldığı günden itibaren işe girişini yapıp, Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) da bildirimini yapması gerekiyor.
HİZMET TESPİT DAVASI AÇINGelelim, sigortasız çalışan 3 milyon kişinin ne yapması gerektiğine. İşyerinde çalışıyorsa sorunu çözmek daha kolay. İşçinin ilk yapacağı, çalıştığı ildeki SGK il müdürlüğüne işyerinde sigortasız çalıştırıldığına dair yazılı başvuruda bulunmak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iletişim merkezi Alo 170 hattı da aranabilir. Bundan sonraki süreç, şöyle işliyor: SGK müfettişleri işçinin çalıştığı işyerine gelerek, inceleme yapıyor. Bu inceleme sırasında işyerinde çalışıyorsanız, tespit yapılıyor ve o gün itibariyle sigorta başlatılıyor. Uzun zamandır o işyerinde çalışıyorsanız, müfettişler işyeri evrakları ve diğer çalışanların beyanları ile geçmiş bir yıla kadar çalıştığınız gün kadar sigortalılık hakkı size veriliyor. Bu denetim sadece şikayet eden işçi için değil, aynı işyerinde başka sigortasız çalışanlar da varsa onlar da bu imkan yararlanıyor. Dediğim gibi bu işin kolay tarafı.
Zor tarafı ise sigortasız çalışan işçinin, işyerinden ayrıldıktan sonra şikayette bulunması. Sigortasız çalışanların işten ayrıldıktan sonra 5 yıl içinde hizmet tespit davası açma hakkı bulunuyor. Neden hizmet tespit davası açılması gerekiyor? Çünkü işçi ayrıldığı için, o işyerinde çalıştığının tespit edilmesi mümkün değil. İşyeri sahibi de kaçak işçi çalıştırdığını kabul etmeyeceğinden, SGK müfettişlerinin işyerindeki ücret, işe giriş-çıkış kayıtları gibi belgeleri incelemesi gerekecek. Hele ki, işveren, çalışanın ücretini elden ödemişse iş iyice sıkıntıya girer. Bu durumda sadece diğer çalışların tanıklığı ile de müfettişler sonuca varamıyor. Daha açık bir anlatımla, herhangi bir belge, kayıt olmadan sadece işçinin şikayeti üzerine o işyerinde çalıştığına ve geriye dönük hizmet kazandırılmasına karar verilemiyor.
ÇALIŞIRKEN ŞİKÂYET EDİNGeriye tek bir seçenek kalıyor; o da, hizmet tespit davası açılması. Yeni düzenleme ile işçiler hemen dava da açamıyor. Önce SGK’ya, ‘ben şu tarihler arasında çalıştım ama işveren sigortamı yapmadı’ diye müracaat edilmesi gerekiyor. SGK, 60 günlük inceleme süresi içinde işçinin çalıştığına dair tespit yaparsa sorun yok, ama yapamazsa; o zaman, hizmet tespit davası açılabiliyor.
Tavsiyem, işveren, sigortanızı yapmıyorsa, çalıştığınız dönemde haklarınızı aramanız. Bir nedenden bunu yapamıyorsanız da ayrıldıktan sonra çalıştığınızın tespit edilebilmesi için SGK’ya sunmak üzere elinizde belge bulundurmanız.
SORU-CEVAP01.10.2013 tarihinde başladığım işimden 04.10.2017 tarihinde istifa ettim. İşverenim ile yüz yüze görüşmede, iyi niyetle istediğim kıdem tazminatımı vermeyeceğini söyledi. Ne yapmalıyım? Emin Erkan Akalar
Kıdem tazminatına hak kazanabilmeniz için işverenin sizi işten çıkarmayı ya da sağlık sorunu nedeniyle çalışamaz olmanız gerekiyor. Kendi isteğinizle işten ayrıldığınızda kıdem tazminatına hak kazanamıyorsunuz.
Emekliyim ama maaşım yetmediği için 2016 yılında bir firmada 300 gün çalıştım. Hastalandığım için 10 gün hastanede yattım, 70 gün rapor aldım ve hastane çalışmamamı istedi. Rapor ile birlikte 1 seneyi doldurduğum için işyerinden 1 senelik kıdem tazminatı ve senelik izin parası almaya hakkım var mı?
Bir tane daha paylaşayım: “Aracımla 8 ay önce yolda takla attım. Bir aracı aracılığı ile dava açtık ama sonucu ne oldu, haberimiz yok. Aracı olan kişi telefona da
çıkmıyor. Parayı alıp almadığını da bilmiyoruz, dolandırıldık mı haberimiz yok.”
Hadi, bir okur mektubundan daha örnek vereyim: “Babam trafik kazasında vefat etti. Sigortamız olmadığı için tazminat alamayacağımız söylendi. Bir aracı şirket geldi, tazminat alacağımızı söyledi ama alacağımız tazminatın yüzde 40’ını istedi. Vekalet de istedi.”
Sanıyor musunuz ki, bunlar birkaç tane; okuyuculardan, aracılar hakkında gelen böyle onlarca şikayet var. Ben bu aracılara, ‘kan parası peşinde koşanlar’ diyorum. Faydaları yok, zararları çok. Kim mi bunlar? Türkiye’nin dört tarafındaki trafik kazalarını kollayıp, ölenleri ve yaralananları kovalıyorlar. Nerede bir kaza var, nerede bir cenaze var; bunlar orada. Kimileri elinde çanta ile dolaşıyor, kimileri şirketleşip, işi profesyonel hale getirmiş; ister Edirne’de olsun ister Van’da her trafik kazasına bir adam yolluyor. Sadece trafik sigortası da değil, bir madende işçi mi vefat etti; ya da bir işyerinde patlamamı mı oldu; bunlar orada bitiveriyor.
KAN PARASI PEŞİNDE KOŞUYORLAR
Nasıl mı çalışıyorlar? Basit; cenazede ya da kaza anında ölenlerin yakınlarına gidip, “Sigortadan ciddi tazminat alabilirsiniz, bu işlerle uğraşamazsınız, uğraşsanız da size tazminat ödemezler, biz sizin yerinize takip ederiz” deyip, yaslı ailenin elinden vekalet alıyorlar. Hem de ne vekalet; iş takibinden sigorta şirketinin bankaya yatıracağı parayı çekmeye kadar geniş içerikli. O vekaletle ya sigortadan daha çok para almak için mahkemeye gidip dava açıyorlar ya da sigorta şirketinin kapısını çalıyorlar. Sonrası mı? Artık aracının insafına kalmış. Kimisi, vatandaş adına aldığı tazminatın yüzde 60’ını cebe indirip, yüzde 40’ını veriyor; ‘bu kadar verdiler’ diyor. Kimileri, yüzde 50’sini cukkalıyor. İnsaflısı ise yüzde 40’ını cebe indirip, yüzde 60’ını veriyor. Vatandaş, kaç para tazminat aldı, bankaya ne yattı, bihaber. Kimileri de, okuyuculardan gelen şikayetlerden anlaşılacağı üzere parayı alıp, ortadan kayboluyor.
NEREDE CENAZE VAR, ORADALAR