BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Şimşek, Yeni Orta Vadeli Programı açıklarken, Bireysel Emeklilik Sistemine (BES) otomatik katılım uygulamasına da değinerek, “BES, gözden geçirilerek kapsamı genişletilecek” dedi. Mehmet Şimşek, bu konuyu ilk kez gündeme getirmiyor. Daha önceki açıklamalarında da otomatik BES’in istenen seviyede gitmediğinin, çıkışların beklenenin çok üzerinde olduğunun sık sık altını çizerek, uygulamada revizyona gidileceğinin sinyallerini verdi. Orta Vadeli Program ile de sistemde değişiklik yapılacağı kesinleşti. Bu düzenlemelerden bir kısmı da önümüzdeki günlerde Meclis gündemine gelecek torba kanun ile gerçekleşecek.
CAYMA SÜRESİ UZUYOR
Kısa bir bilgi vereyim. Sene başından bu yana 7.5 milyon çalışan otomatik katılım ile BES’e girdi, bunların 4 milyonu cayma hakkını kullanarak, sistemden çıktı. Otomatik katılımda çıkış oranı yüzde 55’e yakın. Bu da, sistemde revizyona ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Peki, otomatik BES’te neler değişecek? Öncelikle şunu belirteyim; emeklilik şirketlerinin istedikleri değişikliklerin en başında, işveren katkısı geliyor. Yani, çalışanın maaşından kesilecek, üzerine işveren de belli oranda katılacak, devlet de yüzde 25 katkı yapacak. Haksızlar mı? Bence değiller; otomatik katılımın başarılı olduğu tüm ülkelere bakıyorsunuz, hepsinde işveren katkısı var ve başarı bu sayede yakalanmış. Peki, şirketlerin bu isteği kabul görür mü? Bugün için mümkün değil.
Gelelim, otomatik katılımda neler değişeceğine. Masadaki seçenekleri paylaşayım. Seçeneklerden biri, sistemden 2 aylık cayma süresinin uzatılması. Malum, çalışanlara, sisteme girdikleri tarihten itibaren 2 ay içinde cayma hakkı tanındı. Ancak uygulama gösterdi ki, bugüne kadar girenlerin neredeyse tamamına yakını iki ayı bile beklemeden, ilk bir-iki günde sistemden çıktı. Hal böyle olunca da otomatik katılımın avantajları, devlet katkısının getirisi kişilere anlatılamadı. İşte, yeni düzenlemede cayma süresinin uzatılması planlanıyor. Süre ise henüz belli değil ama 6 aya kadar çıkma ihtimali de var.
DEVLET KATKISI NEMALANACAK
Bir başka revizyon ise, cayma hakkını kullanmayanlara, 2. ayın sonunda ödenen 1000 liralık devlet katkısının nemalandırılmasına yönelik yapılacak. Bilmeyenler vardır diye özetleyeyim. Nedendir bilinmez; sistem kurgulanırken, 2 ayın sonunda çalışanlara verilen 1000 liralık devlet katkısının yatırım araçlarında değerlenmesine imkan tanınmadı. Yapılacak düzenleme ile bu 1000 liralar da artık nemalanacak.
Bunlar beklenen değişiklikler. Ayrıca; maaşlardan yapılan yüzde 3’lük kesintilerin düşürülmesi ya da prime esas kazanç yerine sadece maaştan kesinti yapılması, 1000 liralık katkı için 2 ay süre beklenmemesi gibi seçenekler de masada.
OTOMATİK KATILIMDA NELER DEĞİŞECEK?
BİR süredir taşerona kadro konusu gündemde. Son noktayı önceki gün, Başbakan Binali Yıldırım koydu ve bu yılın sonuna kadar sorunun çözüleceğini açıkladı.
Önce, kısaca, taşeron sorununa değineyim. İster kamu olsun, ister özel sektör bir işletme ile anlaşma yaparak, o işletmenin uzmanlık gerektiren işlerinde istihdam etmek üzere personel alan ve bu personeli de sadece anlaşma yaptığı işletmede çalıştıranlara, alt işveren ya da taşeron, bu işleri yapanlara da taşeron işçi deniyor.
KAMUYU İLGİLENDİRİYOR
Her ne kadar iş kanunu, taşeronluğun sınırlarını belirleyip, kimlerin asıl işlerde, kimlerin yardımcı işlerde çalışacağının tarifini yapmışsa da zaman içinde asıl iş, yardımcı iş kavramları birbirine karışmış uzmanından teknisyenine, şoföründen temizlikçisine kadar her çalışan taşeronluk müessesi içine sokulmuş.
HAZİNE, bir süredir üzerinde çalıştığı katılım sigortacılığı ile ilgili yönetmeliği, geçen hafta yayınladı. Böylece, ‘faizsiz sigortacılık’ dönemi başladı. Eminim, konuyu bilenler, ‘faizsiz sigortacılık zaten uygulanmıyor muydu?’ diye; bilmeyenler de ‘Katılım sigortacılığı da nedir?’ diye soracak. Bilmeyenler için faizsiz sigortacılığı detaylı anlatacağım. Bilenler içinse şunu söyleyeyim; evet, bir iki şirket sadece katılım sigortacılığı yaparken, bazı şirketler de geleneksel sigortacılığın yanında bu modeli de uyguluyordu ama faizsiz sigortacılığın yasal sınırları çizilmemişti.
SİGORTALIYA PARA İADESİ
Gelelim, uygulamanın nasıl olacağına. Katılım sigortacılığını, geleneksel sigortacılıktan ayıran iki temel nokta var. Birincisi, sistemin baştan sona faizsiz esaslara göre yürütülecek olması. İkincisi ise, sigortalıya (katılım sisteminde sigortalıya katılımcı deniyor) belli bir dönemin sonunda, belli bir para iadesinin (bakiye iadesi) yapılması. Katılım sigortacılığında katılımcıların, yani sigortalıların, ödediği primler bir havuzda toplanıyor, havuzun tüm idaresi faizsiz esaslara göre yapılıyor; hasarlar da bu havuzdan karşılanıyor ve dönem sonunda havuzda bir para kalırsa, bu para sigortalılara eşit ölçüde iade ediliyor.
Düzenlemeyle, sigorta şirketlerine 3 farklı yöntemle faizsiz sigortacılık yapma hakkı tanındı. Bunlardan biri, ‘vekalet yöntemi’. Şirket, katılımcıların ödediği primleri, ‘risk fonu’ adı altında oluşturduğu bir fonda toplayacak. Fon, sigortalıların fonu olacak; şirket sadece yönetecek, yönetim gideri için de önceden belirlenmiş bir ücret alacak. Buna da vekalet ücreti deniyor. Şirket, fonda biriken parayı; katılım bankalarındaki mevduatta, sukuk, yatırım fonu gibi faizsiz yatırım enstrümanlarında değerlendirecek. Hasarlar ödendikten sonra fonda kalan para, dönem sonunda katılımcılara iade edilecek.
KÂR-ZARAR ORTAKLIĞI
Katılım sigortacılığında uygulanacak bir diğer yöntem ise hem sigortalıların hem de şirketin kâra ve zarara otak olduğu mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) yöntemi. Sigortalıların primleri risk fonunda toplanacak, şirket giderleri ve hasarlar bu fondan karşılanacak, kalan para şirket ile sigortalılar arasında eşit paylaştırılacak. Üçüncü yöntem ise vekâlet yöntemi ile mudarebenin, yani her ikisinin de uygulandığı ‘hibrit’ modeli. Burada da şirketler isterlerse sigortacılık tekniğinde vekalet yöntemini, yatırımlar tarafında ise mudarebe yöntemini uygulayabilir.
Akıllara şöyle bir soru gelebilir; ‘Kâr olduğunda sigortalılara para iadesi yapılacaksa, zararı da sigortalılar mı karşılayacak?’. Hayır, sigorta şirketinin sermayedarı belirli bir dönem sonra geri alınmak şartıyla sermaye koyacak ki, buna da katılım sigortacılığında likidite imkanı deniyor. Yönetmelikle, katılım sigortacılığı yapacak şirketlere 3 yıllık geçiş süresi de tanındı. Bu süre içinde şirketler, geleneksel sigortacılık faaliyetlerinin yanında, katılım sigortacılığı da yapabilecek. Üç yılın sonunda ise faizsiz sigortacılık yapacaklar ayrı şirket kuracak.
SİGORTALILAR NASIL YARARLANACAK?
Böylece yastık altında tutulan ve tahmini 300 milyar lira değerinden 2 bin tonluk altın ekonomiye kazandırılacak. Konunun detaylarını da geçtiğimiz günlerde Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek açıkladı. En basit şekliyle özetleyeyim:
ALTINLAR ZİRAAT BANKASI’NA2-6 Ekim tarihlerinde vatandaş, yastık altındaki altınını Ziraat Bankası şubelerine götürecek. Şubelerdeki eksperler, vatandaşın getirdiği altının değerini belirleyecek. Altın karşılığında vatandaşa tahvil verilecek. Faize duyarlı olanlara ise altına dayalı kira sertifikası verilecek. Belli dönemlerde vatandaşa, altını karşılığında, ek getiri sağlanacak. Bu getiriler de yine vatandaşın Ziraat Bankası’ndan açacağı hesaba, Hazine tarafından yatırılacak. İstenirse, vadesi gelmeden, tahviller paraya çevrilebilecek. Nasıl mı? Eldeki altın tahvili Ziraat Bankası’na satılacak, karşılığında da vatandaş parasını alacak. Hatta sattığı tarihte, ek bir getiri varsa; o da hesaba yatacak. Yok, tahvilin vadesinin dolması beklenirse, teslim edilen kadar altın (külçe de olabilir, Darphane’nin bastığı çeyrek altın da) yine vatandaşa iade edilecek. Böylece süre içinde hem getiri elde edilmiş olacak hem de altın değer kaybetmeden sahibine iade edilecek. Bu durum ne sağlayacak? Birincisi, yastık altındaki altın devlet güvencesinde saklanacak. İkincisi, devlet güvencesinde değerlenecek. Üçüncüsü, devlet güvencesinde ek getiri sağlanacak. Mehmet Şimşek, 2-6 Ekim’deki altın tahvili ihracı ile ilgili sloganı da açıkladı; “Çeyrek getir, çeyrek götür”.
VATANDAŞ ALTININI VERİR Mİ?Gelelim, kritik soruya; bu uygulama, yastık altındaki altını gün yüzüne çıkartır mı? Daha doğrusu vatandaş, sakladığı altını tahvile çevirir mi? Birlikte analiz yapalım. Yakın geçmişte de yastık altındaki altını çıkartmak için bankalar, ‘altın günleri’ adı altında kampanyalar düzenleyip, altın mevduat hesapları açmaya çalıştılar ki, halen de bankaların bu uygulamaları devam ediyor. Sonuç ortada; 5 yılda ekonomiye hepi topu 60 ton altın kazandırıldı. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘o iş başka, bu iş başka, yeni uygulamada tahvil verilecek’. İşte, sorun da bu; tahvil falan dediniz mi, sokaktaki vatandaşın kafası karışıyor.
İşin aslı, ‘yastık altındaki altın ekonomiye kazandırılabilir mi?’ sorusundan önce, ‘vatandaş tasarruf ederken neden altını tercih ediyor ve daha da önemlisi neden yastık altında tutuyor?’ sorusunun cevabı aranmalı. Daha açık bir anlatımla, altın tahvili ve kira sertifikasının ne olduğu, faydaları halka iyi anlatılırsa -tabi, finansal cümlelerle falan değil- uygulama başarılı olur, yastık altındaki altının bir kısmı gün yüzüne çıkıp, ekonomiye kazandırılır. Çünkü Mehmet Şimşek’in hem açıklamalarından hem de ‘yastık altı altını ekonomiye kazandırmak için maliyete katlanacağız’ söyleminden anlaşılan o ki, bu uygulama ile altın değer kaybetse de vatandaşa bir getiri (henüz getiri oranı netleşmedi) sağlanacak. İşte bu, halka iyi anlatılmalı.
OKUYUCULARDAN sosyal güvenlik ile ilgili farklı konularda, farklı sorular geliyor. Bunların başında da vefat eden sigortalının yakınlarına bağlanacak maaş konusu, yani ölüm aylığı, geliyor. Kimileri ölüm aylığı alıp alamayacağını soruyor, kimileri ne kadar maaş alacağını merak ediyor. Öncelikle şunu belirteyim, herkes ölüm aylığı alacak diye bir şey söz konusu değil.
HAK SAHİPLERİ KİMLER?
Ölüm aylığı, ister işçi olsun ister memur isterse de Bağ-Kur’lu, vefatı halinde geride kalan hak sahiplerine bağlanan emekli aylığı anlamına geliyor. Daha da önemlisi, ölüm aylığı bağlanabilmesi için sigortalının ölüm tarihi önemli. Burada da kritik tarih, 2008’in Ekim ayı. Sigortalının vefatı Ekim 2008 tarihinden önceyse yakınlarının ölüm aylığına hak kazanmalarının şartları farklı; vefat, Eylül 2008 tarihinden sonra ise farklı. Ancak hangi tarih olursa olsun ölüm aylığı hakkından yararlanabilmek için vefat eden sigortalının çalışma süresi içinde belli süre prim ödemesi şart.
Ölüm aylığından, sigortalının eşi, çocukları ve bazı şartlara bağlı olarak da anne ve babası yararlanabiliyor. Eşin ölüm aylığı alabilmesi için, sigortalının vefat ettiği tarihte yasal evlilik bağı bulunması gerekiyor. Dul eşin yeniden evlenmesi halinde ise ölüm aylığı kesiliyor. Yeri gelmişken belirteyim, dul eş, sonradan evlendiği eşinden boşanırsa, vefat eden sigortalıdan yeniden ölüm aylığı alabilir.
BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz hafta bir açıklama yaparak, reel sektörün teminat ihtiyacını karşılayacak yeni düzenleme yaptıklarını söyledi. Önce, Mehmet Şimşek’in, açıklamasını kısaca paylaşım, sonra konunun detayına gireyim.
Mehmet Şimşek, açıklamasında; şirketlerin, kamu ihalelerinde, sadece banka teminat mektubu vermeyeceklerini, isterlerse kefalet sigortası da yaptırabileceklerini belirterek, “Artık reel sektör bir kamu ihalesine teminat verirken opsiyonları sadece banka teminat mektubu ile sınırlı olmayacak. Banka teminat mektubu yerine dilerlerse kefalet sigortası da yaptırabilecek. Bu, özellikle bankadaki kredi limitini başka alanlara kullanmak isteyen firmalara büyük kolaylık sağlayacak” dedi.
KAMU İHALELERİNDE KULLANILACAK
Peki, Başbakan Yardımcısı’nın günde getirdiği kefalet sigortası nedir ve sistem nasıl işleyecek? Aslında uygulama yeni değil. 2014’ün Şubat’ında, Hazine, kefalet sigortasının genel şartlarını yayınlayarak, uygulamayı başlattı ve birçok alanda sigortanın kefil olmasının da önü açıldı. Nitekim o tarihten bu güne de sigorta şirketleri; tüketici finansmanı ile satılan ürünler, konut satışı, inşaat gibi işlere kefil oluyor. Geçen yıl sigortacılar, kefalet sigortasında, 87 bin poliçe satıp, 30 milyon TL prim toplamışlar.
Ancak, 2014’te, açıklanan sigorta genel şartlarında bir eksiklik vardı; o da, kefalet sigortasının, kamu ihalelerinde kullanılamaması. Bundan dolayı da sigorta şirketleri, büyük işlere kefil olamıyordu. Geçen yıl düzenlemeye gidilerek, kamu ihaleleri ve kamu alacakları da sigorta genel şartlarına eklendi. Böylece, kefalet sigortasının kamu ihalelerinde banka teminat mektubu gibi kullanımına imkân tanındı.
TORBA YASAYA MADDE EKLENECEK
Sorun çözüldü mü? Hayır; benzer bir düzenlemenin de kamu ihale kanunda yapılması gerekiyor. Çünkü kamu ihale kanunda sadece banka teminat mektubu yer alıyor. Hal böyle olunca da sigortacılar, kamu ihalelerine katılan şirketlere sigorta teminatı veremiyor. İşte, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in, ‘yeni düzenleme yapacağız’ dediği konu bu. Önümüzdeki günlerde Meclis gündemine gelecek olan Torba Kanun ile kamu ihale kanununa bir madde eklenerek, banka teminat mektubunun yanı sıra kefalet sigortası da ihalelerde kullanılacak.
Büyümenin itici gücü ise inşaat, ihracat ve sanayi oldu. İnşaat sektöründeki büyüme yüzde 25’e vardı. İkinci çeyrekte yatırımlarda da yüzde 9.5 gibi ciddi bir büyüme var ama bu büyüme inşaat yatırımlarından kaynaklanıyor. Özetle, ilk çeyrekte olduğu gibi ikinci çeyrekte de inşaat sayesinde büyümüşüz, ihracat ta buna katkı yapmış.
KREDİLER NEREYE GİTTİ?
Büyümenin arkasındaki ana neden ise; Kredi Garanti Fonu (KGF) kredileri, konut alımına verilen teşvik, mobilya ve beyaz eşyada KDV indirimi, vergi ve sosyal güvenlik primlerindeki ertelemeler gibi sene başında ekonomiyi canlandırmak için atılan adımlar. Muhtemelen senenin üçüncü çeyreğinde de benzer bir büyüme ile karşılaşacağız.
Büyüme rakamları açıklandıktan sonra yapılan yorumlara bakıyorum, kimileri büyümenin sürdürülemez olduğunu söylüyor, kimileri özel sektörün güvensizliğinden bahsediyor, kimileri de büyümenin istihdam yaratmadığından dem vuruyor. Bardağın ister dolu tarafını görelim, ister boş tarafını; nereden bakarsak bakalım, bu büyüme hem motive edici bir büyüme hem de dünyadaki birçok ülkeden daha hızlı büyüdük.
Doktorlar ya sigorta yaptıramamaktan ya da yaptırsalar bile sigorta şirketlerinin ağır şartlar öne sürmesinden dert yanıyordu. Sigortacılar ise, Hazine’nin, 6 yıldır, hekim sigortasının primlerini artırmadığından yakınarak, doktor hatalarından dolayı ödenen tazminatların ciddi boyutlara ulaştığından, alınan primin tazminatı karşılamada yetersiz kalmasından dolayı oluşan zararın katlanılamaz hale geldiğinden şikayet ediyordu. Hazine’den beklenen prim artışı bu sene de gelmeyince; sigortacılar, zarar korkusuyla sigorta satmaktan kaçının hale geldi. Hal böyle olunca da çoğu doktor sigortasını yenileyemeyince riskli ameliyatlar ertelenmeye başladı ve sorun büyüdü.
FİYATLAR DEĞİŞMEDİ
Geçtiğimiz hafta Hazine, yeni bir düzenleme yaparak, hekim sorumluluk sigortasında, ‘havuz modelini’ başlattı. Öncelikle şunu belirteyim; yeni düzenleme ile isteyen doktor, istediği sigorta şirketinden şartsız, koşulsuz sigortasını hemen yaptırabilecek. Fiyat da artmadı. 6 yıldır, hangi primle sigorta yaptırıyorlarsa, yine aynı fiyata yaptıracaklar ki, uzmanlığına göre doktorlar 1’den 4’e kadar, 4 farklı risk grubuna ayrılıyor ve risk grubuna göre de sigortaya yıllık 150-300-500-750 lira prim ödüyorlar. Tazminat limitlerinde de bir değişiklik olmadı. 500 lira prim ödeyen doktor hata yapar, hastası da manevi tazminat davası açarsa; sigortacı, o doktor için, 600 bin liraya kadar tazminat ödeyecek. Hem de olay başına. Yani doktor, iki kere hata yaptı; sigorta şirketi bir milyon 200 bin lira ödeyecek. Üç kere yaptı, şirket, bir milyon 800 bin lira ödeyecek.
HAVUZ MODELİ GELDİ
Şimdi soracaksınız, ne değişti? Asıl sigortacılar açısından çok şey değişti. Bundan sonrası biraz teknik, doktorları ya da vatandaşı pek ilgilendirmiyor ama yine de merak edenler için basitleştirerek anlatayım. Hekim sorumluluk sigortası için havuz kurulacak ve bu havuzu da Güneş Sigorta yönetecek. Sigortayı eskiden olduğu gibi yine sigorta şirketleri satacak, doktorlardan topladıkları primleri havuza devredecek. Hasarlar, yani doktor hatasından kaynaklı ödenecek tazminatlar, havuzdan karşılanacak. Tüm sigorta şirketleri belli hisseyle hasara ortak olacak. Daha açık şöyle anlatayım. Düne kadar doktor sigortasını 3-5 şirket satıyor, primleri topluyor ve hasarı da yine o şirketler ödüyordu. Diğer şirketler poliçe satmadıklarından hasarla da ilgileri olmuyordu. Şimdi ise tüm şirketler (bu alanda ruhsatı olan şirketler) hasara ortak olacağından, muhtemelen tüm şirketler bu sigortayı satacak.
DOKTORLAR İÇİN MUTLU SON
Peki, bu düzenlemeye neden ihtiyaç duyuldu? Birincisi, doktorların zorunlu olan sigortayı yaptıramamalarından kaynaklı sorun çözüldü. İkincisi, 6 yıldır, bu sigortayı 3-5 şirket satıyordu; son bir-iki yıldır ödenen tazminatlar artıp, alınan prim de tazminatları karşılamaya yetmeyince, bu şirketler zarar etmeye başladı ki, toplam zarar 367 milyon TL’yi geçti. Havuz sistemi ile tüm şirketler zarara ortak edilmiş oldu.
Son olarak şunu da belirteyim. Kamu da, doktorlar da sorun çözüldüğü için mutlu. Ancak bu çözüm, bana göre geçici ve sadece günü kurtarmaya yönelik bir çözüm. Asıl sorun, 7 yıldır artmayan primler nedeniyle oluşan zarar. Ve bu zarar, olduğu gibi duruyor, primler artmazsa katlanarak da büyüyecek. Diyeceğim o ki, kalıcı bir çözüm gerekiyor.