YAKLAŞIK 7 milyon çalışan için kritik döneme girildi. 2018 yılında geçerli olacak asgari ücret tutarı için işçi, işveren, hükümet temsilcilerinden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu masaya oturacak ve pazarlıklar başlayacak. Kısaca, aralık sonuna kadarki süreçten bahsedeyim. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu başkanlığında toplanacak komisyonda, Türk-İş ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) olacak. Pazarlıklar, Aralık sonuna kadar sürecek ve yılsonunda yeni asgari ücret belirlenecek. Bugün için asgari ücret, bekar bir işçi için brüt 1.777,5 lira; kesintiler sonrası çalışanın eline ise 1.404,6 lira geçiyor. Kapıcılar içinse net asgari ücret, 1.510,87 lira.
MASADAKİ SEÇENEKLER
Son 10 yılda asgari ücretteki artışları, çalışanların eline geçen aylık parayı ve asgari ücretteki artışların enflasyon karşısındaki durumunu detaylı çıkarttım. Tablodan da anlaşılacağı üzere, son 10 yılda asgari ücrete yapılan zam, ortalama yüzde 10’lar seviyesinde. Yıllık enflasyon ile mukayese edildiğinde ise artış kimi zaman enflasyonun bir-iki puan üzerinde olmuş, kimi zaman da altında kalmış; 2016 yılı hariç. 2016’da asgari ücrete yüzde 30 zam yapılarak, brüt bin 647 liraya, net de bin 300 liraya çıkarıldı. Sadece bununla da kalınmadı bu artışın işverene yük getirmemesi için işverenlere aylık 100 lira destek sağlandı. 100 liralık destek, 2017’de de devam etti. Bu destek için de 2016 bütçesinden 9 milyar, 2017 bütçesinden de 8 milyar lira kaynak ayrıldı.
Gelelim, 2018 yılında asgari ücretin ne kadar olacağına. Şu sıralar her kesimden farklı farklı görüşler çıkıyor. Kimileri, en az enflasyon kadar zam olması lazım diyor, kimileri ise asgari ücretin yüzde 15 arttırılacağını söylüyor. Peki, masadaki seçenekler ne? Türk-İş, enflasyon oranı ve bir işçinin yaşam maliyetini masaya koyacak ki, Türk-İş’in son yaptığı araştırmaya göre bekar bir çalışanın yaşama maliyeti 1.901,8 lira. Bu da, mevcut asgari ücretin yüzde 35 fazlası anlamına geliyor. Asgari ücret görüşmelerinde TİSK ise, son iki yıldır işverene verilen 100 liralık desteğin 2018’de de devam etmesini isteyecek.
Hadi gelin, birlikte bir analiz yapıp, 2018’de asgari ücretin üç aşağı beş yukarı kaç lira olacağına bakalım. Memur ve emeklilerinin gelecek yıl için alacağı zam, yüzde 7,5 olarak belirlendi. Bunu bir kenara koyalım. Merkez Bankası’nın 2018 için enflasyon beklentisi ise; son revizyonla yüzde 7. Ne mi demek istiyorum? Memurlara yüzde 7,5 zam verilirken, enflasyon beklentisi de yüzde 7’lerde iken; kimse, asgari ücrete yüzde 15 ve üzeri bir zam beklemesin. Şunu da söyleyeyim, TİSK’in devam etmesi için masaya getireceği işverene 100 liralık asgari ücret desteği var ya; işte, 2018 bütçesinde böyle bir ödenek de ayrılmadı. Yani, gelecek yıl işverene asgari ücret desteği olmayacak. Tüm bunları değerlendirdiğimizde 2018’de asgari ücret zammının en fazla yüzde 8 ya da yüzde 9 olacağını söylersek, çok da yanılmış olmayız. Yüzde 8 demek, gelecek yıl bekar bir işçinin eline geçecek aylık net ücret 112.3 lira artışla 1.516,9 lira olacak demektir.
NÜKLEER enerji santralları için nükleer enerji sigorta havuzu kuruluyor. Sigorta havuzunu Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) kuracak ve yönetecek. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın, “2030’a kadar üç nükleer santralımızı devreye alacağız” açıklaması üzerine, santralların vereceği zararlara karşı sigorta yapılması için de çalışmalara başlandı.
Mevcut durumda biri inşaat, diğeri ise proje aşamasında olmak üzere iki adet nükleer enerji santralı projemiz bulunuyor. Üçüncü santral için de fizibilite çalışmaları devam ediyor. Faaliyete geçecek ilk nükleer santral ise Mersin’de kurulacak olan Akkuyu Nükleer Enerji Santralı. Önümüzdeki günlerde temeli atılacak ve 22 milyar dolara mal olacağı tahmin edilen Akkuyu Santralı’nda ilk reaktörün 2021’de devreye girmesi, 2022 yılında da tam kapasite ile üretime geçmesi planlanıyor. İkinci nükleer enerji santralı ise Sinop’ta kurulacak ve tahmini, 2023’te ilk reaktör devreye alınacak.
HAVUZ NASIL İŞLEYECEK?
Türkiye’de kurulacak santralların sigortalanması için çalışmalara başlandı. Bu kapsamda nükleer sigorta havuzu kurulacak. Buna, ‘nükleer risk havuzu’ da deniyor. Türkiye’nin de imzaladığı, nükleer enerji alanındaki sorumlulukları kapsayan Paris Sözleşmesi gereği, sigorta havuzu kurulması zorunlu. Halen dünyada, 31 ülkede, 442 nükleer santral için 27 tane sigorta havuzu bulunuyor. Türkiye’nin kuracağı havuz ise dünyanın 28. sigorta havuzu olacak.
Peki, sigorta havuzunun işlevi ne olacak? Dünyadaki uygulamalarında nükleer havuzlar 3 temel teminat veriyor. Biri, nükleer santralde oluşacak bir risk sonucu üçüncü şahıslara gelebilecek maddi ve bedeni zararları karşılaması ki, buna sorumluluk sigortası deniyor. Yani, bir patlama sonucu civardaki konutlar ya da işyerleri zarar görürse sigortadan karşılanacak. Aynı şekilde bu patlama sonucu birileri yaralanır ya da ölürse sağlık giderleri ile vefat tazminatı da sigortadan ödenecek. İkinci sigorta ise, nükleer santralın, çekirdeğinin nakliyesi sırasında gelebilecek zararlara karşı yapılan, nakliye sigortası. Üçüncüsü ise, santralın kendi binalarında meydana gelen zararlara karşı sigorta yapılması ki, bu teminatı, dünyada bazı sigorta havuzları veriyor. Türkiye’de kurulacak risk havuzu da benzer sigorta teminatlarını verecek. Tüm bu riskler karşısında da verilecek sigorta teminatı ise bir santral için 700 milyon Euro, yani 3,5 trilyon TL.
DEVLET DE DESTEK OLACAK
Sigorta havuzunu ise, 2000 yılından bu yana zorunlu deprem sigortasını yürüten DASK kuracak ve santralleri de DASK sigortalayacak. Bu aşamada sigorta şirketleri ise eğer isterlerse havuza reasürans desteği verebilecek. Konu nükleer olunca, olası bir riskte ödenecek hasar da çok büyük olunca, dünyadaki tüm nükleer sigorta havuzları, reasürans kapasitesi konusunda birbiri ile paslaşıyor. Eğer yeterli teminat bulunmazsa da üzerini devlet karşılıyor.
Merak edenler için şunu da belirteyim, santrale ilk çekirdek yerleştiğinde sigorta teminatı da başlıyor. Ancak uluslararası sözleşme gereği, bir yıl öncesinden, santral sigorta kapsamına alınıyor.
Bunlardan biri de sene başında yürürlüğe giren, girmeden önce de ‘ekonomide devrim’ diye nitelendirilen, Ticari İşlemlerde Taşınır Rehni Kanunu. Amaç neydi? Küçük ve orta ölçekli işletmelerin, çiftçinin, esnafın finansmana erişim konusunda yıllardır şikayet ettiği teminat sorununun çözülmesiydi.
TAŞINIR REHNİ UYGULAMASI
Bunun için ticarette birçok değerin rehne konu olabilmesi adına 1 Ocak’ta Taşınır Rehni Kanunu’nu çıkarttık. Çıkarttık ki, taşınırların teminat olarak kullanımı yaygınlaşsın; varlıklarının çoğu taşınır olan ve elinde gayrimenkulü olmadığı için bankalardan kredi alamayan küçük ve orta boy işletmeler, finans kuruluşlarından kaynak bulabilsin. Bu uğurda da; ağaçlardan hammaddeye, hayvandan kira gelirlerine, makine-teçhizattan her türlü ekipmana kadar rehne konu olabilecek neredeyse tüm taşınmazları kanunda sıraladık.
Bu açıdan bakıldığında çıkarttığımız kanun, gerçekten de ticarette devrim niteliğindeydi. Peki, ne oldu? 11 ayda, taşınır rehin uygulaması ile hepi topu 100 milyar liralık kredi verilmiş. Uygulamadan da en çok esnaf yararlanmış ve tahsil edecekleri alacaklarını rehin vermiş.
100 MİLYAR TL KREDİ
Aynı dönemde bankaların verdiği ticari, kurumsal ve KOBİ kredileri toplamı ise 1,5 trilyona yaklaşmış. Tahmin edeceğiniz gibi bunlar geleneksel yöntemle yani, gayrimenkul ipoteği gibi yöntemlerle verilen krediler. Devrim diye nitelendirdiğimiz uygulamanın toplam krediler içindeki payı yüzde 10’u bile bulmamış. Ve daha da kötüsü, bugün yine KOBİ’ler teminat gösteremiyoruz, kredi bulamıyoruz, finansman sıkıntısı çekiyoruz diye feryat ediyor.
Peki, sorun ne? İşletmeler mi, bu uygulamadan habersiz? Yoo, biliyorlar. Bankalar mı, bihaber? Bal gibi de haberliler ama uygulamıyorlar, uygulamak da istemiyorlar. Tabi tüm bankalar için aynı şeyi söylemiyorum, istisnalar elbette var. Ama istisnalar, sonucu değiştirmediği gibi finansman sorunu çeken işletmelerin derdine de derman olmuyor.
Daha ilginci, bugün halen ne yapsak da, nasıl bir uygulama çıkarsak da KOBİ’lerin finansman sorunun çözsek diye konuşuyor, yeni düzenlemeler peşinde koşuyoruz. Oysa çıkarttıklarımızı uygulatsak, takipçisi olsak, bu kadar konuşup, tartışmayacağız.
FİİLİ hizmet süresi zammında değişiklik yapıldı, tehlikeli mesleklerde çalışanların erken emeklilik süreleri değişti. Konunun detayına girmeden önce, fiili hizmet süresi zammı nedir, kısaca değineyim. Biz gazeteciler gibi ağır işlerde çalışan sigortalıların, diğer çalışanlara göre daha erken emeklilik hakkı bulunuyor. Fiili hizmet süresi zammı da bu mesleklere yönelik yapılan bir düzenleme. Bu düzenleme kapsamında da ağır ve yıpratıcı mesleklerde çalışanlar, her bir yıl için emekliliklerine ekstra süre kazanılar. Emeklilik için fazladan kazanılan günlere, fiili hizmet süresi zammı denir. Bu haktan da hem sosyal sigortalı çalışan işçiler hem de Emekli Sandığı kapsamında çalışan memurlar faydalanabiliyor.
Fiili hizmet süresi zammında en çok merak edilen konuların başında ise bu haktan nasıl yararlanılacağı; yani, fazladan kazanılar günlerin, emekliliği nasıl etkileyeceği geliyor. Fiili hizmet süresi zammının hangi sektörlere uygulandığı ve emeklilik için eklenecek gün sayısı, tabloda detaylı yer alıyor. Emeklilik için eklenecek gün sayısı sektörlere göre 60 ile 90 gün arasında değişiyor ve çalışılan her 1 yıl için bu süreler kadar fiili hizmet zammı ekleniyor. Sadece maden ocakları, kanalizasyon ve tünel gibi yer altı işlerde çalışanlar için eklenecek süre 180 gün.
ERKEN EMEKLİLİK HESABI
Emekliliğe eklenecek gün sayısı ise; eğer 60 gün eklenecekse, işyerinde çalışılan gün sayısı ile 60 çarpılıyor, çıkan gün sayısının 360’a (yıllık çalışma günü) bölünmesi ile bulunuyor. Biraz karışık gibi gözüküyor ama formül şu; hizmet süresi x 60/360 ya da hizmet süresi x 0,25 (90 gün). Daha iyi anlaşılması için örnekleyeyim. Diyelim ki, cam fabrikasında çalışıyorsunuz ve hizmet süreniz de 3.600 (10 yıl) gün. 3.600x60/360 formülünü uyguladığınızda, emekliliğe eklenecek süreniz 600 gün oluyor. Bunu da 3.600 günlük hizmet süresi ile topladığınızda, o işyerinde toplam hizmet süreniz 4.200 gün demektir. Eğer demir-çelik fabrikasında çalışıyorsanız ve hizmet süreniz de 5.400 (15 yıl) gün ise; 5.400x0.25 formülü uygulandığında emeklilik için eklenecek gün sayınız 1.350 oluyor. Bunu da 5.400 günlük hizmet süresi ile topladığınızda, 6.750 gündür çalışmış oluyorsunuz.
Şimdi gelelim, son yapılan düzenlemeye. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), 3 Kasım tarihinde bir duyuru yayınlayarak, fiili hizmet süresi zammından yararlanacak çalışanların gün sayılarına sınırlama getirdi. Buna göre; ulusal bayram günleri ile genel tatil günleri, yıllık izin, ücretsiz-ücretli izin, eğitim, kurs süreleri artık fiili hizmet süresi içinde sayılmayacak ve her ay için fiili hizmet süresi 26 gün üzerinden hesaplanacak ki, bu da yıllık 312 gün anlamına geliyor.
Daha açık bir anlatımla, fiili hizmet süresi zammından yararlanacak olan çalışanların yıllık çalışma günleri 312 gün üzerinden hesaplanacak. İşverenler de bu süreyi aylık 30 güne, yıllık da 360 güne tamamlamak için başka belgeler ibraz etmek zorunda kalacak. Peki, bu ne anlama geliyor? Cam, çimento, demir-çelik fabrikasında çalışanlar ya da gazeteciler artık hafta tatillerinde, yıllık izinlerinde yıpranma payından yararlanamayacak.
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek de birçok defalar açıkladı; sene başından bu yana otomatik BES’e girenlerin yarısı cayma hakkını kullanarak çıktı. 7.5 milyon çalışanın girip, 3.5 milyonunun çıkması beklenmeyen bir gelişmeydi. Evet, çıkış bekleniyordu ama yüzde 50’lere varan oranda değil. Hal böyle olunca da çoğu kesim bu durumu, ‘otomatik BES başarısız oldu’ diye yorumlamaya başladı ki, ben buna hiç katılmıyorum. Doğru, sisteme giren her iki kişiden biri çıktı, ama biri de kalıp tasarruf etmeye başladı ve bunların çoğu da hayatlarında ilk defa tasarrufla tanışmış kişiler. Bugün 3.4 milyon kişi otomatik katılım sayesinde, 6,8 milyon da gönüllü BES sayesinde tasarruf ediyor. Yani, toplamda 10,2 milyon kişiden bahsediyoruz.
Bu da şu anlama geliyor; toplam nüfusun yüzde 12’si, çalışma çağındaki nüfusun yüzde 19’u, toplam aktif çalışanların da yüzde 46’sı BES sayesinde tasarruf ediyor. Tasarruf fakiri bir ülke olduğumuzu ve tüketimde doygunluğa ulaşmadığımızı düşünürsek, bu rakamlar bana göre büyük başarıdır. Otomatik katılımda bu kadar kısa sürede neden değişiklik ihtiyacı duyuldu sorusunun cevabına gelirsek; amaç, yüzde 50’leri geçen çıkış oranını düşürmek.
Peki, neler değişecek? Onu da geçenlerde Mehmet Şimşek açıkladı. Aslında çok köklü değişiklikler yok, ufak tefek rötuşlar desek daha doğru. Madde madde anlatayım.
- Sistemden cayma hakkını kullananlar, istedikleri zaman sisteme geri dönüş yapabilecek ki, bence en önemli değişiklik bu. Bugünkü uygulamada çıkanlar, istediğinde yeniden giriş yapamıyor; ancak, iki yıl sonra sisteme girebiliyordu. Diyelim ki, bu yılın Ocak ayında işvereniniz tarafından sisteme dahil edildiniz ve bir ay sonra da cayma hakkını kullanarak, ayrıldınız. Ancak 2019’un Ocak ayında yeniden sisteme girebilecektiniz. Girdiğinizde de bir kereye mahsus verilen 1.000 liralık ekstra devlet katkısından yararlanamayacaktınız, sadece aylık yüzde 25’lik katkıyı alabilecektiniz. Özetle, bugün için otomatik BES’te sağlanan hakların birçoğundan yararlanılamayacaktı.
Yeni düzenlemede ise çakınlar iki yıl beklemelerine gerek kalmadan istedikleri zaman sisteme geri dönebilecekleri gibi; bin liralık haktan da yararlanacaklar, sistemde geçirdikleri süre emekliliğe esas süreye de sayılacak, devlet katkısını hak ediş süreleri de kaybolmayacak. Yani, çıkıp da geri dönenler, otomatik BES’in sunduğu tüm avantajlardan, sistemde kalanlar gibi yararlanabilecek.
- Yeni düzenlemede cayma süresi de 6 aya çıkarılıyor. Bugün işverenleri tarafından sisteme dahil edilenler, girdikleri tarihten itibaren 2 ay içinde cayma hakkını kullanarak, ayrılabiliyordu. Bu 2 aylık sürede ücretinden BES için yapılan kesinti aynen kendisine iade ediliyordu; bir başka deyişle ilk iki ay anapara garantisi sunuluyordu. Şunu da belirteyim, cayma süresinden sonra da çalışanlar istedikleri zaman çıkabiliyorlar.
Yeni düzenlemede ise 2 aylık süre 6 aya çıkarılacak ve 6 ay boyunca anapara garantisi sunulacak. Böylece, emeklilik şirketlerine, otomatik BES’in, çalışanlara sağladığı avantajları anlatma imkânı tanınacak; çalışanlar da bu süre içinde birikim yapacak, devlet desteğinden ve sistemin getirilerinden yararlanacak. Tabi, bugün olduğu gibi, ‘ben 6 ay kalmak istemiyorum’ diyenler olursa da girdiğinin ertesi günü çıkabilecek.
- Otomatik BES’te yapılacak bir başka değişiklik de 1.000 liralık devlet katkısının nemalandırılması olacak. Bugün için sistemden caymayıp, kalanlara verilen bin liralık devlet katkısı, yatırım araçlarında değerlendirilmiyordu. Yeni düzenlemede artık bu bin liralar da nemalanacak.
Ağırlıklı olarak da otomobil sigortaları yoluyla şirketler dolandırılıyor. Hatta geçmiş yıllarda sigorta şirketlerini dolandıran çeteler türemişti de kolluk güçleri ve sigortacıların işbirliği sayesinde bu olaylar bastırıldı. Ama bu kadar büyük çaplı bir dolandırıcılık olayı uzun yıllardır ilk defa yaşanıyor. Üstelik dolandırılan devlet destekli tarım sigortası sistemini yürüten TARSİM (Tarım Sigortaları Havuzu); yani bir kamu sigorta havuzu.
Önce olayı anlatayım. Geçtiğimiz hafta, Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) tarafından, TARSİM’i, 6 milyon TL zarara uğrattıkları gerekçesiyle Siirt, Şırnak, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Hakkari’de 24 kişiye yönelik operasyon düzenlendi ve TARSİM Bölge Müdürü’nün de içinde bulunduğu 19 kişi gözaltına aldı. Yakalananların bir kısmı ifadelerinin ardından serbest bırakıldı, bir kısmı Adliyeye sevk edildi, 5 kişi de aranıyor.
İŞİN İÇİNDE KİMLER VAR?
Olay nasıl olmuş, kimler işin içine karışmış, TARSİM nasıl dolandırılmış diye bir araştırma yaptım. Olay, ilginç. Önce, bilmeyenler için bir özet geçeyim. TARSİM, devlet destekli tarım sigortası yapmak için kurulmuş bir sigorta havuzu. Çiftçiler, üreticiler, ürününü, hayvanını sigortalatıyor; primin yarısını Tarım Bakanlığı aracılığı ile devlet ödüyor, yarısını çiftçi karşılıyor; hasar gerçekleştiğinde de TARSİM, ödeme yapıyor. TARSİM’in yönetimi de ağırlıklı olarak Tarım Bakanlığı’nın elinde.
MEMUR anneler için yarızamanlı çalışma hakkı için sona gelindi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, kamudaki 1 milyon 170 bin kadın çalışanın dört gözle beklediği düzenlemenin önümüzdeki günlerde çıkacağının müjdesini verdi. Geçen yılın başında çıkartılan kanunla, doğum ve analık izinlerinde değişiklik yapılarak, çalışan kadınlara doğum sonrası yarızamanlı çalışma imkanı sağlandı. Kanunun hemen sonrasında geçen yıl kasımda yayınlanan yönetmelikle, işçi annelere bu imkan tanınırken; bir yıldır yarızamanlı çalışması yönetmeliğinin çıkamaması nedeniyle memurlar yararlanamadı. İşte, en geç iki hafta içinde beklenen yönetmelik de yayınlanacak.
Buna göre, memurlar da doğum izninden sonra çocukları okul çağına gelene kadar yarızamanlı çalışabilecek. Konuyu biraz daha detaylandırayım. Memur anneler, yasal doğum izinleri bittikten sonra ilk çocuk için 2 ay (60 gün), ikinci çocuk için 4 ay (120 gün), 3 veya daha fazla çocuk için 6 ay (180 gün) yarım gün çalışabilecek ve tam maaş alacak. Yani, memur anneler, yarızamanlı çalışsa da tam maaş alacak ve maaşlardan hiçbir kesinti yapılmayacak. Diyelim ki, çocuğunuz oldu ve doğum izniniz de bitti; isterseniz 60 gün yarızamanlı çalışacaksınız ve iki ay boyunca da maaşınızı tam alacaksınız. Ancak, bu süre içinde süt izni verilmeyecek. Şunu da belirteyim, çocuğu engelli doğan memur, eğer isterse 12 ay süreyle yarızamanlı çalışabilecek.
Düzenleme ile tanınacak hak bu kadarla sınırlı değil; anneler isterlerse, çocuk, ilkokula başlayana kadar yarım gün çalışabilecek. Bu durumda yarım maaş alacak, fiili çalışmaya bağlı ödemeler devam edecek. Bu dönem; hizmet süresi, derece yükselmesi, kademe ilerlemesinde yarım olarak dikkate alınacak.
KAFALAR NEDEN KARIŞIK?
Yeri gelmişken şunu da belirteyim, geçen yıl çıkan kanunda, işçiler gibi memur annelerin de yarızamanlı çalışmasının önü açıldı. Kanunda, açık açık, ‘doğum yapan memurlar, doğum izni bittikten sonra çocuğun ilköğretim çağına kadar haftalık çalışma saatlerinin normal çalışma süresinin yarısı olarak düzenlenmesini talep edebilirler” yazıyor. Ancak yönetmelik yayınlanmadığı için ciddi kafa karışıklığı olduğundan ve bu hakkın geriye dönük kullanılıp kullanılmayacağı gibi soru işaretleri olduğundan memur anneler yararlanmıyordu. Hatta kurumlar bile bu uygulamayı yapmaktan çekiniyordu. Ne mi, demek istiyorum? Kanunda bu hak tanınmış diyorum ve isteyen memurlar, çalıştığı kurumdan yarızamanlı çalışma talebinde bulunabilir.
BABALAR DA YARARLANACAK
Yarızamanlı çalışma hakkından eşi doğum yapan memur babalar da yararlanabilecek. Erkek memurlar, babalık izninin bitiminden sonra, yarızamanlı çalışma için başvurabilecek. Eşi çalışmayan babalar yararlanamayacak. Buna göre, memurun haftalık çalışma süresi haftada 3 günü ve günde 8 saati aşmamak kaydıyla günlere bölünebileceği gibi süre farklı da belirlenebilecek.
SORU-CEVAP
DÖRT yıldır trafik sigortasını konuştuk. Vatandaş fiyattaki artıştan şikayet etti; sigortacılar, trafik kazaları nedeniyle ödenen hasarların arttığından, toplanan primlerle hasarın karşılanamaz hale geldiğinden ve zarar ettiklerinden yakındı. Sonunda Hazine, duruma müdahale etti, önce trafik sigortasına tavan fiyat getirdi, ardından riskli sürücüler için ‘trafik havuzu’ kurdu. Bu sayede trafik sigortasında fiyatlar yüzde 30’ların üzerinde düştü ve tartışma da bitti. Peki, gerçekten bitti mi?
Bence bitmedi ve bitmez de. Çünkü trafik sigortasında yaşananlar aslında bir sonuç, sebep değil. Sebep, ne? Her geçen yıl artan trafik kazaları. Ve trafik kazalarına baktığımızda trafik sigortası sadece işin detayı. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), 2017 yılı 9 aylık trafik kazalarının bilançosunu açıkladı. Ben de buradan yola çıkarak, son 14 yılda, hem trafik kazalarının bilançosunu hem de sigortacılara maliyetini araştırdım. Durum vahim.
Sadece 2017 Ocak-Eylül döneminde 307 bine yakın trafik kazası olmuş ve kazalarda, 2 bin 700’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, 232 binden fazla kişi de yaralanmış. 169 bine yakın maddi hasarlı kaza meydana gelmiş. 2 bin 700’den fazla kişi vefat etmiş dedim ya, bu trafik kazası sonucu kaza yerinde meydana gelen ölümler. Hastaneye yetişirken ya da hastanede hayatlarını kaybedenler bunun içinde yok. Bunları da hesaba katarsak, kazalarda 3 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş.
Bu sadece 2017’nin 9 aylık dönemi. Tabloda detaylarını bulacaksınız. Son dört yılda 4 milyondan fazla trafik kazası meydana gelmiş ve 21 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş, 674 binden fazla kişi de yaralanmış. 4 yılda meydana gelen maddi hasarlı kaza sayısı ise 3.3 milyon. Daha açık şöyle anlatayım, her yıl ortalama 7 bin 500 kişiyi kazalara kurban veriyoruz. Son 14 yıldaki rakamları anlatmaya dilim varmıyor ama paylaşayım: 2003 yılından bu yana 14 yılda 14 milyondan fazla trafik kazası yaşanmış ve 67 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş.
14 YILDA 67 BİN KİŞİ ÖLDÜ
Belki çoğunluğa, bu rakamlar sadece istatistik gibi gelebilir ve bu açıdan bakınca bir şey de ifade etmiyor olabilir. O zaman şöyle anlatayım: Sakarya’nın Sapanca ilçesini bilir misiniz ya da Tekirdağ’ın Hayrabolu ilçesini veya da Muğla’nın Dalaman ilçesini? İşte son 4 yılda Sapanca’nın, Hayrabolu’nun ya da Dalaman’ın nüfusu kadar kişi, trafik kazalarında hayatını kaybetmiş. Bitmedi; 1999’daki Marmara depreminde kaç kişi hayatını kaybetti? Resmi raporlara göre 17 bin kişi. Marmara depreminde ölenlerin 4 katı kadar kişi son 14 yılda trafik kazalarında ölmüş. Biz her yıl trafik kazalarında, bir ilçemizin nüfusu kadar kişiyi trafik kazalarında kaybediyoruz.
Gelelim, bu kazalar sonucu sigortacıların ödediği hasarlara. Sadece 2017’nin 6 aylık döneminde sigorta şirketleri, trafik sigortasından dolayı kazalarda ölenler, yaralananlar ve oluşan maddi hasar nedeniyle 4 milyar TL’ye yakan ödeme yapmış. Son 4 yılda ise trafik sigortasında ödedikleri hasar 20.1 milyar liranın üzerinde. Bunun 4.5 milyar lirası vefat tazminatı. Maddi hasarlar nedeniyle ödenen rakam 10 milyar liraya yakın. Son 14 yılda ise trafik sigortasından dolayı ödedikleri hasar 41 milyara yakın. Ve tabloda da göreceğiniz gibi trafik kazalarından ödenen hasarlar her yıl yüzde 25’lere yakın artıyor.