Önceleri nasıl özledim / Sonra birden hafifledim / Ama kalbim çarptı bu yaz...
İnanmıyorum bitmedi bitmeyecek / Hiçbir zaman / Bizim gibi bitmeyen aşklar...
Şimdi seni görsem canım / Öpmek istemeyecek mi? / Gelmeyecek mi eski kokular?
Seninle ikimiz iki deliyiz / Deliliği bırakıp, kopup gidecek miyiz? / Hayat duramaz, geri saramaz / Yüzümüzü silecek / Solup gidecek miyiz?
Ah, vah ki ne vah ki vah!
Anlatsana nasıldı bizden sonraki hayatın? / Güzel geçirdin mi yılları? / Düşünsene birbirimizle yaşayabilirdik / Ondan sonra hep olanları...
İnanmıyorum bitmedi bitmeyecek / Hiçbir zaman / Bizim gibi bitmeyen aşklar...
Saçına değişik bir şey yapmamış. Gözlüklerini takmış.
Heyecandan hafif çıldırmış insanların yerlerinde duramaması vardı üzerinde.
“Gel” dedim, “Şuracığa oturalım. Bitti mi?”
“Bitti” dedi, “hemen dinleyelim”.
O duyguyu biliyorum. Hortumlardan çıkmış gibi olursun. Deli bir fırtınada dalgalarla aylarca boğuşmuş, kendini sakin bir limana atmışsındır ama tam olarak gitmek istediğin yerde misindir onu bile bilmezsin. Kayıpsındır. İkinci albüm böyle bir şeydir.
Odandan tek gitarla pembe yanaklarla çıkıp, sana zaten tapan, annene babana arkadaşlarına sevgililerine komşularına gururla çaldığın şarkıları, ilk albümün alır gider.
Sonra tanımadıkların başlarlar konuşmaya. Yok şuyun iyi, hareketliler iyi, aşkı yaz, bu laf burada iyi olmuş, sesin şurada kötü olmuş, en güzeli bu olmuş, en kötüsü de şu olmuş derler. Demekle kalmaz, bunu her yere yazarlar.
Rudolf Steiner organik tarımı ve homeopatik ilaçları da ilk kez bulan, çocuklar ve hayat hakkında çok güzel altın tozları serpmiş olan bir düşünür.
Biz de madem Waldorf felsefesinden esinlenmiş bir yuvayız diye yola çıktık, öğrenmenin sonu yok diye dikkatle dinledik, sorduk.
Sizinle bu iki günlük konuşmalardan sonraki düşüncelerimi, duygularımı paylaşıyorum.
Kindergarten kelimesini, anaokulu diye değil, yuva ya da çocuk bahçesi diye çevirmek.
Burası okul değil. 3 yaşında çocuğun okulda ne işi var? Burası bir yuva.
Sınıflarında her hafta ekmek pişen, tarçınlı elma çayı kaynayan, sesin yükselmediği, tıpkı evde olması gerektiği gibi yargılanmadan gönlünce oynadığı sıcacık bir yuvacık.
“Trust is a concrete hope”. Bu cümle içime işliyor. Güven dediğin, katılaşmış umuttur.
‘İşte bak buraya bunu almaya gelmişsin’ diyeceğim ve cebime koyacağım şey. Ah Muhsin Ünlü ismiyle çıkardığı şiir kitabındaki ‘Resulullah’la benim aramdaki farklar’ şiirinden beri kalbimde yeri vardı. Film yaparken de, dizi çekerken de yolu başka yerden yürüdüğünü biliyordum.
Yolu başka yerden yürüyenleri seviyorum ben.
Sorular sordular cevapladı, arada çayından yudumladı. Sonra aklına söylemek istediği şey gelmiş gibi, ‘ya ben aslında ilerideki o doğmamış çocuk için film yapıyorum dedi.
Kız ya da oğlan, henüz doğmamış bir çocuk var.
Onun atasıyım ben. O çok güzel filmler yapacak. Benim bin katım olacak.
O ben değilim, ben onun hazırlığıyım’ gibi bir şey söyledi. Ne güzel dedi. Gelecekteki o çocuk için bir şey yapıyor olduğunu hissetmek! Seni geçecek, harika çocuk için. Senden ve nicelerinden damlayanların en ucundaki o tılsımlı, ışıklı damla için.
Ben de öyle hissediyorum. Bazen, bugün anlaşılmayayım, ileride anlaşılırım diyorum. Ben de yolu başka yerlerden yürüdüğümü hissediyorum.
Güzel bir eylül sabahı saat 6’da, Belgrad Ormanı’nda, deliler gibi şarkı söyleyerek geri geri dans etmeye başladığım için.
Yakında çıkacak şarkım “Vah ki Ne Vah”ın klibi için, 20 gündür geri geri dans etmeyi öğreniyorum.
Bütün şarkı boyunca hiç durmayan geri geri bir dans koreografisi hazırladık Can Tunalı’yla.
İlk gün bana dedi ki; “Geri geri yürümek bile kolay değil, bu dansı aklında tutabilmenin tek yolu, bunun senin dansın olması.Sana adımlarını sayacağın ve senin üzerinde eğreti duracak bir koreografi yazmak istemiyorum. Şöyle yapalım. Sen bu şarkına nasıl dans etmek istiyorsan, o cümle bedeninde nasıl bir harekete sebep oluyorsa onu yap, oradan başlayalım bu koreografiyi örmeye!”
Hayatımda duyduğum en iyi fikirlerden biriydi. Çok isterdim dansçı olmayı ama değilim. Fakat herkesin bir dansı varmış, şanslıyım.
Başladım. Bazen geri geri seksek yapasım geldi, bazen karnıma yumruk yiyesim.
Bazen Çin’deki Alice gibi geri geri minik adımlarla havaya daireler çizesim oldu, bazen yerlere bayılasım...
Bu, sadece hafif bir sınır genişletme çalışması. Kat çıkmaktan, yan arsayı almaktan, öyle büyük bir inşaattan bahsetmiyorum. Çiti küçük bir tekmeyle, ileri itmekten bahsediyorum.
Dışarıdan fark edilmeyecek bile. Bu, yapmak isteyip de bir türlü fırsat bulamadığımız bir şey de olabilir: O kitaba başlamak.
Ya da alışkanlık edinsek harika olacağını düşündüğümüz bir şey: Sabah kalkınca minik bir egzersiz.
Bakın bu yatakta zıplamak kadar küçük bir şey olabilir. Yeter ki, sınırlarımız dahilinde olmayan bir kalkışma olsun.
Bugünlerde başladım ve çok memnunum. Nil şöyledir, gününü de böyle geçirir dediğim şeylere kırmızı kalemle yeni bir şey ekliyorum o kadar. Tavsiye ederim. Eğlence oluyor en azından.
Bir arkadaşım Tal Ben Shahar’ın Youtube’daki 45 dakikalık mutlulukla ilgili konuşmasından bahsetti.
Youtube mutlulukla ilgili konuşanlarla dolu da, Shahar belki de hepimizin için için bildiği bir şeyi söylüyormuş konuşmasının özetinde: Sosyal ilişkiler. Arkadaşlar. Bakkal, çakkal, taksi şoförü, otobüsteki teyze.
Koca kafası, küçük kolları, meraklı gözleri var. Kim bilir mürekkebiyle neler yazacaktı denizlere.
Şimdi nefessiz, hareketsiz, geleceksiz ve geçmişsiz öylece yatıyordu yerde.
Onu arayan var mıdır? Elbette vardır.
Yüreğim yüreğine bağlandı.
Telefonumun hoparlöre ‘düdıt’ diye bağlanması gibi. O sesi duydum.
Sanki biri yokluğunun şiirini yazmıştı, onu okudum.
Ben yemem bu ahtapotu dedim. Onu mide asitlerimle eritip, bağırsaklarımdan süzecek değilim.
Sürekli bir nasıl iş, nasıl eş bulurum? Nasıl zenginleşir, rahata ererim? Nasıl değişirim? Nasıl güçlenirim? Sürekli bu kitaplar var...
Seksen günde zayıfla, üç günde dil öğren, bir haftada tavla. Kırk adımda kendini sev. Görmen gereken yüz yer, yürümen gereken 10 patika, atlaman gereken 5 şelale. Bir de bunlara sosyal medyadaki karşılaştırmalı sos eklendi mi, vallahi ‘ben yandım’ diye uyursun geceleri. Yanarsın da. Merak etme tek başına yanmazsın. Hepimiz yanarız.
Hiçbirimiz her sabah güneşi selamlama yogasıyla uyanmadık, tatlıya hayır diyemedik.
Merak etme hiçbirimiz çocuğumuza her zaman iyi örnek de olmadık.
Yamalıyız ama instagramda bambaşkayız. Halbuki instagram dışındaki evgram, okulgram, sokakgram, gecegram, kimsebakmazkengram, sevgiligram, arkadaşgram, ailemgram hesaplarımızı bir açsak birbirimize, ‘oh be’ diyeceğiz de, onlar özele açık. Kusura bakmayın.
İşte böyle pireler berber iken, develer telal iken diye dinlerken bütün bu masalları... Şu güzelim kitabın bölümlerini okudum da, içime sular serpildi.
Başka türlü sorular da varmış dedim. Bıktım yahu hep aynı şeylerin, Pavlov’un Köpeği gibi, peşinde koşmaktan. Soruları hep düz düz sormaktan. Usandım ama.