Waldorf’u neden sevdiğimi buldum

Geçen hafta, yeni kurduğumuz yuvamıza, Waldorf felsefesi hakkında derin bilgiye sahip misafirimiz Ursula Middelkamp geldi. Bizim gibi bu yuvada olmayı seçen anne-babalara Waldorf pedagojisini ve Rudolf Steiner’i anlattı biraz.

Haberin Devamı

Rudolf Steiner organik tarımı ve homeopatik ilaçları da ilk kez bulan, çocuklar ve hayat hakkında çok güzel altın tozları serpmiş olan bir düşünür.
Biz de madem Waldorf felsefesinden esinlenmiş bir yuvayız diye yola çıktık, öğrenmenin sonu yok diye dikkatle dinledik, sorduk.
Sizinle bu iki günlük konuşmalardan sonraki düşüncelerimi, duygularımı paylaşıyorum.
Kindergarten kelimesini, anaokulu diye değil, yuva ya da çocuk bahçesi diye çevirmek.
Burası okul değil. 3 yaşında çocuğun okulda ne işi var? Burası bir yuva.
Sınıflarında her hafta ekmek pişen, tarçınlı elma çayı kaynayan, sesin yükselmediği, tıpkı evde olması gerektiği gibi yargılanmadan gönlünce oynadığı sıcacık bir yuvacık.
“Trust is a concrete hope”. Bu cümle içime işliyor. Güven dediğin, katılaşmış umuttur.
Bir çocuğun hayattaki ilk yıllarında yeşertmesi gereken güvendir. Dış dünyaya güven ve kendine güven.
Hayatın bir anlamı olduğuna, engeller karşısında çabalamasının bir anlamı olduğuna, kendisinin değerli olduğuna dair güven.
Ancak bu güven varsa, yol aydınlanıyor. Yoksa karanlıkta ilerler gibisin.
Kısaca, kendine güvenmezsen adımın olmaz, yola güvenmezsen yolun olmaz. Güveni de severek, ona saygı duyarak, hayatı onunla yaşayarak verebilirsin.
Biz anne babadan çok birer modeliz. O da tıpkı Picasso gibi bir sanatçı.
Kendisine bize bakarak şekil veren bir heykeltıraş.
Dediğimizin hiçbir önemi yok. Kimi modellediği önemli. Çocuk sonrası, hoş geldin ana-baba okulu demek lazım.
Zaten sürekli inşaat halinde insan, ama çocuk gelince binana sürekli bakıp güzelleşmek zorundasın. Sana bakıyor çünkü. İçindeki fırtınalara bakıyor gözlerinden. Bir problemi nasıl çözdüğüne, sana kapıya açan bekçiye ne dediğine bakıyor. Bir parkta nasıl yürüdüğüne, kimse yokken ne yaptığına, sevdiğine nasıl davrandığına.
Ah bu kısmı var ya işin, okulu yuvayı filan boşverin, bu kısmı işin ömür boyu çalışma gerektirir kendi üstünde.
Bizim yuvada, gelen anneyi boş tutmuyorlar. Mutlaka bir şey yapmanı istiyorlar.
Modelsin ya, boş boş duvara bakma ya da onu gardiyan gibi gözlemleme diye. Çok güzel bir boncuk kolyesi yaptım, geçen gün o oynarken.
Yanıma geldiğinde hep “Anne ne yapıyorsun?” dedi, o kadar güzeldi ki beni harıl harıl bir şey yaparken görmesi. Bakıyor ki, sen bir işle sarhoşsun, o da hemen bir oyunun içinde sarhoş olmaya gidiyor.
Aslında hepimizin de peşinde koştuğu bu değil mi? Hayatta bizim için anlamlı bir uğraşla sarhoş olmak.
İnsanı, kendini gerçekleştirmek üzere evine konuk olmuş misafir gibi ağırlamalı.
Biri doğdu. O bizim istediğimizi yapmak üzere buraya gelmedi. Kendi istediğini yapmak üzere buraya geldi. Kimsenin yoluna, ağaç gibi devrilmemeli. Yolunu nasıl açabileceğine bakmalı.
Onun arzusu, havada ateş böceği gibi durmalı ve onun tek yol göstericisi olmalı. Sen kendine yol göster, çok işin var kendinle. Bırak onu, onun da işi kendisiyle. Sadece sev, sadece say, sadece şahit ol gülen gözlerle.
Bir çocuğun ne yediği de mühim. “Nasılsa yiyor işte zevkle ve büyüyor işte sağlıkla” dememek lazım. Fiziksel beden ve besini, zamanla ruhun da besini oluyor. Ruhun da sağlığını etkiliyor. Çocukların güzel beslendiğinden emin olmalıyız. Ağızlarından attıkları, sadece fiziksel bedenlerini değil varlıklarının tamamını etkileyecek.
Çocukları bir şeye itmeyin. Otobüste ilerlemeyen adamı iter gibi itmeyin. O bir yere doğru itmek için değil. O biliyor yolunu merak etmeyin. Kendini ittiği yöne saygı duyun.
En sevdiğim kısmı da, hep yapım aşamasında olmamız. Onun da, bizim de. Düşünün ki yan yana iki inşaatız. Birimiz daha temelde, bizler katlar çıkıyoruz belki. Demem o ki, penceremizden gördüğümüz ‘yavru inşaat’a ait yapı, bizim değil. Yavru inşaatın. Oradan gelen çekiç ve matkap sesleri, anne babanın yegane müziğidir.
Yuvamız yakında açılıyor, bugünlerde heyecanlı bir hazırlık var içeride.
Bütün bunlar biraz ağır geldiyse de, Yonca’nın dediğini unutmayın: En nihayetinde çocuğunuz hakkında okunacak en derin kaynak, onun gözlerinin içidir.
Sevgiyle.

Yazarın Tüm Yazıları