Yalakanım bebeğim

Kırmızı eteğiyle, tahta topuklu ayakkabılarıyla geldi bir sabah. Benim için giyinmiş, öyle dedi.

Haberin Devamı

Saçına değişik bir şey yapmamış. Gözlüklerini takmış. 
Heyecandan hafif çıldırmış insanların yerlerinde duramaması vardı üzerinde. 
“Gel” dedim, “Şuracığa oturalım. Bitti mi?”
“Bitti” dedi, “hemen dinleyelim”.
O duyguyu biliyorum. Hortumlardan çıkmış gibi olursun. Deli bir fırtınada dalgalarla aylarca boğuşmuş, kendini sakin bir limana atmışsındır ama tam olarak gitmek istediğin yerde misindir onu bile bilmezsin. Kayıpsındır. İkinci albüm böyle bir şeydir. 
Odandan tek gitarla pembe yanaklarla çıkıp, sana zaten tapan, annene babana arkadaşlarına sevgililerine komşularına gururla çaldığın şarkıları, ilk albümün alır gider.
Sonra tanımadıkların başlarlar konuşmaya. Yok şuyun iyi, hareketliler iyi, aşkı yaz, bu laf burada iyi olmuş, sesin şurada kötü olmuş, en güzeli bu olmuş, en kötüsü de şu olmuş derler. Demekle kalmaz, bunu her yere yazarlar.
Aralarında da o kadar hızlı yayarlar ki, laf tekrar dönüp sana geldiğinde kendini başkası gibi dinler, onlara tamamen hak verirsin.
Masumiyetine ilk toz iner. Yeni şarkılardan gözün korkar. Odan dar gelir. Canım koskoca, ‘hötötöy’sündür artık, odanda bebeler gibi şarkılar mı yazacaktın hâlâ?
Derhal, odalardan salonlara geçersin. Ev tutarsın. Geceleri herkes yattıktan sonra kısık kısık söylemek zorunda değilsindir artık. Salon hanımefendisisindir.
Ama mesela ben, salona hiç alışamamış, kendimi mutfağa atmıştım. Bol bol çay demlediğimi hatırlıyorum.
Çayın buharını içime çekip, Alice gibi küçülmeye çalışıyordum. Hiçbir şey olamamış gibi yapmalıydım.
Şimdi hatırladıkça, korkuların içimi nasıl halıfleks gibi kapladığını hatırlıyorum.
İlk albüm kadar iyi olacak mı? Onda şu vardı, bunda onun muadili ne var? Sorulacak bunlar. Tek tek hesabı sorulacak bunların. Didik didik dinlenecek, ilk albümle boyu posu zekası güzelliği karşılaştırılacak. O kadar kolay paçayı kurtaramayacaksın bu sefer.
Ha ama şu var. Arada sen değiştin. Bakalım seni böyle de sevecekler mi? Bunu hep unutuyorlar. Seni bir yerde bırakıyorlar, sonra sen yine konuştuğunda, yine aynı şeyleri gevele istiyorlar. Da, bende de zaman geçti bayım. 
Bütün bunları bildiğimi ona bir çırpıda anlattım ki, benim onlardan olmayacağımı bilsin. Yeni Kalben’i ilk kez dinleyeceğimi bilsin. O ne yaparsa yapsın seveceğimi bilsin.
Çünkü ben o ilk albümü dinleyen, sana zaten tapan arkadaşlardan olmuşum arada. Sen son yılların Türk müziğine hediyesisin ama şimdi sana bunları söylemek için öğle vakti hiç uygun değil. Gel albümü dinleyelim de konuşmayalım. 
Öyle güzel ki “Sonsuza Kadar” albümü. (Kasım başına kadar dayanın.) Öyle başka ki. Öyle deli ki, “Yalakanım Bebeğim” diye şarkı yazmış.
“Ben Her Zaman Sana Âşıktım” da ne güzel...
Hele o “Ayna olmaz dedi ayna/kendin çal ve kendin oyna” dedi ya şarkıda, sarıldım ona sıkıca. İkimize de çok geldi. Yüreklerimiz, dokununca hemen değiveriyor birbirine.
Hele bir şarkı çaldı ki, içimde neler kıpırdandı tarifi yok. “Rüzgar”ı söylemiş Kalben’ce. Emeği geçen o güzel müzisyenlere, kalplerine, ellerine, kulaklarına, gece ve gündüzlerine sağlık.
Berkant... Hem koca hem prodüktör. Hem ne şans, hem de ne zor. Senin ona olan yumuşacık, köşesiz sevgini o şarkıların hepsinde duydum. Allah bir yastıkta turneletsin. 
Kalben’e gelince...
Ne bileyim ablası gibi seviyorum onu.
Gece gelsin, kanepemde bir bacağını altına alıp gitarıyla şarkılarını çalsın. 
Sonsuza kadar.

Yazarın Tüm Yazıları