İnanın, okuldan daha derinden çocuğunuzu etkileyecek şey o olacak.
Evdeki değerler.
Yazılmamış ev anayasası.
Hepimiz iki insanın patron olduğu bir eve doğuyoruz bir nevi.
Anne ve baba.
Onların kuralları.
Onların birbirleriyle ilişkileri.
Hepimiz bu minik kalp kırıklıklarını her gün yaşamıyor muyuz?
Çözümümüz genellikle, yumuş ayıcığa sarılır gibi, bizim de telefona sarılmamız oluyor.
Eşitlik sağlanıyor.
‘Sen bakıyorsan, ben sıkıcıysam, ben de bakacağım, çünkü sen de en az benim kadar sıkıcısın!’
İlişkilerde bir tür soğuk savaş.
Evlerin kanepelerinde, restoranların loş ışıklarında, otobüslerin uzun yollarında artık tek kişilik kalabalığımızla yapayalnızız.
Biz ve telefondaki tanıdık tanımadık ‘friends’ işte. Biz bize.
◊ Şubat ayında: Yönünü bilenin yolu açılır.
Hani hep derler, neyi aradığını bilmeyen onu bulamaz. Nasıl bulsun? Çoğu zaman yönümüzü bilmeyiz, bu dünyanın sonu değildir ama bulabiliriz. Elimizde doğuştan sıkı sıkı tuttuğumuz bir pusula var. Bazen ona bakmadan yıllar geçer. İşte ben diyorum ki, şubat ayı buna vesile olsun. Avucu bir açalım, şu terli pusulaya bir bakalım. Kuzey nereyi gösteriyor? Kuzey bizim yönümüzdür işte. Bazen kuzeyimizden çoook uzaklara savulmuş olduğumuzu görebiliriz. Mühim değil. Çünkü yönünü bilenin yolu açılır.
◊ Mart ayında: Keşkeleme ilerle.
Şu kediler de martta az mı keşkeler! İnsan nefes aldığı kadar keşkeler. Keşke öyle olmasaydı, keşke onu yapmasaydım, demeseydim, gitmeseydim, gelmeseydim. Bu keşkek cümlelerini artık yemeyelim diyorum ben. Ruhun midesini ağrıtır bu cümleler. Yahu ne faydası var keşkelemenin. İlerleyelim canlar. Bunun daha nisanı, mayısı, haziranı var. Önümüz bahar.
Uzun zamandır, sesimle sözümle dokunduğumu hissettiğim kızlara elimi uzatma ihtiyacı içindeydim. Bazen konserlerde “Tek taşını kendin al, çocuk da yaparsın kariyer de” derken, kendimi göklere bayrak çekermiş gibi hissederdim. Sanki bir kızlar cumhuriyeti vardı. Şarkıları hazırdı. “Haydi” desem, yürüyüp meydanlara taşacaktık.
Kız kardeşim yoktu, onlardı benim kız kardeşlerim.
Sanırım her şeyin bir zamanı var. Nihayet onlara elimi uzatacağım yeri buldum.
Türk Eğitim Vakfı’yla birlikte “Nil’in Kızları Burs Fonu”nu kurduk. Yepyeni, ışıl ışıl, upuzun bir yola çıkıyorum. Yürürken avuçlarımı iki yana uzattım. Kızların elleri tutacak ellerimi.
Kendi yoluna koyulmuş kızların, kim ne derse desin hayaline giden kızların, başını öne eğmeyecek, düşünce dağlar gibi kalkacak kızların.
Bu fotoğraf, hayatımda yepyeni bir yolun habercisi. ‘Nil’in kızları’nın müjdecisi.
Onun ne olduğunu haftaya yazacağım, sürprizi kaçmasın.
Fakat gel gör ki, cümleyi bazıları birebir okuyup, kız çocukları büyüyünce anne olmak zorundadır diye anladı ne yazık ki.
Köşemi, bu eleştiriyi instagram’da benden daha güzel cevaplayan takipçilerime bırakacağım.
Ama önce, bu cümlemi alıntıladığım 15 Şubat 2015’te Kelebek köşemde çıkmış, ‘kadına şiddetin cezası çok ağır olmalı’ yazımın o paragrafına bakalım:
Şimdi hemen, unuttum şifremi dersen yolluyorlar demeyin, onların hepsi denendi.
Teknik bir arızaydı. Biraz zaman aldı.
Ne yalan söyleyeyim, biraz zaman alması işime de geldi.
Herkes insanlığın yeni beden duruşu olan, ‘boynu eğik ekran bakar/hareketsiz zaman akar’ halindeyken, ben ekranda bakacak bir şey bulamadım.
Kim nerede seyahatte, kim hangi kıyafetle, kim hangi afetle göremedim.
Kahvenin yanında bugünlerde masada hangi kitap var, bulutların üzerinde hangi cümle yazar, kim sporunu bu sabah nerede yapar yakalayamadım.
Tabii sanat etkinlikleri, güzel dağlar taşlar, sanat eserleri ve komik bir kaç şeyi de kaçırmış oldum.
Habersiz diye WhatsApp grubu kurmuşlar. Şu saatte şurada olalım demişler.
Bilmesin demişler. Anlamayayım diye sabahtan itibaren, hep yaptıkları gibi doğum günümü kutlamışlar.
Akşamüstü pasta üflemişim, tepemde üç beş balon.
Zaten çocuk muyum fazlasını isteyeyim demişim içimden.
Hediye almışım üç beş.
Sarılmışım, öpmüşüm.
Bir yaşıma daha güzel girmişim şükür...
Ama öyle böyle ısırmak değil, kedi çenesini Gülin’in parmağında kilitleyip, dakikalarca açmamış çenesini. Sokaktan eve geldiğinde hayli hastaymış. Hastalığın da verdiği ürkeklikle, onu yataktan yere indirirken ısırıvermiş işte.
Sonra koşarak hastaneye gittiklerinde, acildeki doktor, “Bu parmak kurtulmayabilir bile” demiş. O denli iltihap kapmış parmağı yani.
Ben de hatırlıyorum, parmak önce davul gibi şişti, sarardı soldu, tırnağını itti düşürdü. Neler oldu neler.
İnsan tırnağının bile kıymetini bilmeli, gece yatarken şükrünü etmeli. Neyse, olayın asıl inanılmaz kısmı bence bundan sonra başlıyor.
Gülin, üç antibiyotik birden içerek, sızlayan parmağıyla işe gidip gelirken, bir ara merak edip sordum, “Kedi napıyo” diye. “Napsın, evde” dedi.
“Evde mi” dedim. Evdeymiş.
Önce veterinere götürüp, tedavi ettirmişler.