Musa Dede

Gölgelerin oyunu (Maya)...

1 Eylül 2014
Tahtacı Alevilerin yüzyıllardan beri mesken tuttuğu coğrafyalardan birinde, Kaz Dağları'nda kamp yapmadayım.

Neredeyse üç yıldır uzunca tatil yapma imkanı bulamamışım. Bir iki hafta İstanbul'un harala gürelesinden uzaklaşmak ve kendini doğanın koynuna bırakmak başka güzel. Burada çok anılarım var! Tenim güneşi, bedenim akan derenin serin dokunuşlarını, fakiri akan su boyunca gezdiren ayak tabanlarım irili ufaklı taşların masaj etkisini, kulaklarım cır cır böcekleri korosuna solistlik eden ötücü kuşların nağmelerini, gözlerim yeşilin türlü tonlarını hatırlıyor.. Kız böcekleri defalarca kalkıp kalkıp gelir yine aynı yere konar. Yengeç yan yan yürür. Kara sinek irisi üvezler arsız olur. Kelebekler özgür uçar. Ateşin iyi yanması için hava alması gerekir. Rüyalara dostlar gelir. Gün doğunca horoz öter.. Uyanmışım! Tepenin ardından kafasını çıkaran güneş çadırımın yarı şeffaf kumaşını adeta bir ekrana dönüştürmüş. Güneşin ilk ışıklarını yol üzerinde karşılayan dallar, yapraklar ekranımda dans eden şekiller oluşturmadalar. Bu ahenkli görüntünün zenginliğini seyre dalmışım. İşte hayatın gölge oyununun büyüleyiciliği. Renkten ve gerçek görünümlerinden uzak yansımaları dahi tabiatın, fakiri çadırımın içinde hapsetmeye yetmiş! Dışarı çıktığımda ise tüm renk ve canlığıyla uçsuz bucaksız bir sanat eseri ile karşı karşıyayım. Bir de gönlümdeki perdeler kalksa da seyreylesem cennet cemalin yakın manzarasını. Gölgenin hakikatini.. Belki de çadırımdan çıkmak kadar kolay gölgelerin oyununun büyüsünden kurtulmak. Bir an dalıp geçmisin gibi, uyanacaksın, yırtacaksın perdeyi ve seni karşılayacak hayat… Lakin şu an bulunduğun yerin ve halin güzelliğindeki lütfu kutsamak ve şükrünü yapmakla başlıyor mükellefiyet!

Ve tekrar anda, buradayım; bir ağustos sabahında, meyve bahçesinin kıyısında, bir zeytin ağacının delikli gölgesi altında devrik kütükten koltuğum, irice bir yassı taş sehpam, üç beş müzik aleti, yerde hasır bir yaygı. Oturuyorum. Sahi neydi o beni gece boyunca tedirgin eden? Kim dolaşıyordu kampımın etrafında görünmeden? Çünkü yaban domuzu inebiliyor buralara, şaka değil. Gece yatmadan önce, aysız gecenin karanlığında, titrek mum ışığı eşliğinde uzanmış, tefekküre dalmışken başladı gürültüler. Resmen biri yürüyor yakınımda, feneri tutuyorum seslerin geldiği istikamete, kimse yok, sessizlik, ve yeniden başlıyor sesler, kuru yaprakların üzerinde ağır aksak ama kararlı adımlar. Tekrar tutuyorum feneri, kimse yok. Aman, iyi saatte olsunlar, benden uzak, Allah'a yakın! Yattıktan sonra da ara ara duyuluyor çadırımın etrafında dolanan ayak sesleri.. Uyuyakalıyorum, sabaha kadar, bölük, pörçük. Şimdi gün ışımışken etrafa bakmalı, her ne ise ayak izlerini bırakmış olmalı etrafta.. Derken ağacın arkasından çıkıveriyor, pişkin adımlarla geçiyor az ötemden, çadırını sırtlamış, sanırım kafasında kahvaltıyla ilgili türlü planlar, boyu neredeyse yer minderi kadar, koca bir ihtiyar kaplumbağa! Sen miydin? Allah iyiliğini versin! Belli ki çok görmüş geçirmiş, hal diliyle fakire şunları söylüyor; -"Siz insanlar bilinmeyenden korkar, pireyi deve yaparsınız. Halbuki ben aciz bir kaplumbağayım kimseye zararı olmayan. İbret al benden. Bak, sırtımda evim, olanca ağırlığıyla, evsiz kalma kaygımdan. Koca bir ömür sürünerek, uzadıkça uzayan, o da ölüm korkumdan. Değmez bir hevesmiş bu hayal dünyasına bağlanmak. Kendimin esiri olmuşum. Halıktan ev bark istemişim, hürriyeti istemek varken. Şimdi beklemedeyim sabırla sonumu, kurtuluşumu. Ders al halimden, özgürce yaşa şu hayatı, incitmeden, incinmeden, haline şükr'ederekten… Hu!"

Korkarım sonu beklenmedik bir şekilde gelecek kaplumbağa dedemin. Kendisiyle beraber buradaki binbir çiçek böceğin, endemik türün. Belki de civardaki köylerin de taşınması gerekecek, köy olamamış mahalleler TOKİ konutlarına muhtemelen. Arkalarında koca bir kültürü bırakarak.. Tahmin ettiğiniz gibi bir baraj projesi de burası için düşünülmüş. Zeytinli deresi üzerine. Koca bir alan sular altında kalacak. Bir yandan maden arayıcıları, öte yandan medeniyetin alıcı kuşları. İnsanların bitmeyen ihtiraslarına bir kurban daha verilsin mi, verilmesin mi? Elbet kiminin kabirleri, makamları su altında kalacak civar erenlerinin de söyleyecek bir çift sözü olacak. Tepede 'Sarıkız Ana', yanında 'Cılbak Baba', eteklerinde kampı koruyan 'Delikli Taş Dede'sinden, köyün girişini bekleyen 'Kekli Dede'ye tam oniki evliya. Onlar destur verirse yapacak birşey yok, meğer ki insanlığın hayrınaysa "eyv'Allah" diyeceğiz. Ama gönlümüz burukça, özlenecek bir cennet mekan daha bırakarak ardımızda, yaşatacağız hatıramızda.. Lakin şimdi yürüyüş zamanı, dereyi görmeden paçaları sıvamamalı, şu an için en önemlisi de kahvaltıya geç kalmamalı. Abla 'pişi' hazırlamıştır, aç karına felsefe yapılmıyor…

Yazının Devamını Oku

Gölgenin hakikati

24 Ağustos 2014
Taşın Dönüşü… ('Dönüşüm Taşı' yazısının devamı)

40. yaşgünümden kısa bir süre sonraydı. Kederli halim yaza galebe çalan sonbaharla rekabet etmedeydi adeta. Emirgan'ın ulu çınarlarının altında denize karşı çaylarımızı yudumluyor, sohbet ediyorduk eskilerden Süreyya ile.. Süreyya bir sufi ustasına talebe olmuş üç dört sene önce, bir kaç ortak arkadaşım da onunla birlikte. Ama benden gizlemişler uzun zaman, anlamayacağımı, yadırgayacağımı düşünerek. Hem de 'Usta' arkadaşlarıma birbirbirleriyle nasıl tanıştıklarını sorduğunda, ve buna karşın adımı verdiklerinde, "Onu da getirin, tanışalım" demesine rağmen.. Her şeyin bir vakti var! Nitekim son zamanlarda ne zaman Süreyya ile buluşsak, o sıra ustasıyla sohbet ettiği konu ne ise fakir de aynı konuya paralel bir şeyler anlatır olmuşum bilmeden. Gizli bir muhabbet başlamış bile çoktan.. O günkü dertli halimin de içine dokunmasıyla, baklayı çıkardı Süreyya sonunda ağzından; "Bir süredir ziyaret ettiğim bir sufi usta var, "Derviş Baba", tanışmak ister misin?". "Tabii, neden olmasın" diye cevapladım hemen, belki de buydu kainattan beklediğim mesaj. "O zaman bir telefon edip destur sorayım." dedi Süreyya. Nihayetinde bir sonraki güne davet edilmiştim!

Yürüyerek eve dönüyordum. Kafamda düşünceler, başım öne eğik. "Eğer tanışacağım gerçek bir usta ise, eli boş gitmemek gerek, ne götürebilirim acaba?" derken yerde yeşil, parlakça, belli ki düşürülmüş değerli bir taş çarptı gözüme. Soruma cevap gelmişti. Bu bir işaret olmalıydı. Eğilip taşı aldım, üzeri tozlanmıştı, bir süredir burada bekliyordu anlaşılan. Heyecanlanmıştım. Demek götürmem gereken hediye buydu. Heyecanım yatışınca aklıma geldi. Üç defa seslendim etrafa yüksek sesle; "Bu taşın bir sahibi var mı?". Biraz bekledim. Kimse çıkmadı. Yeşil taşı cebime koydum ve yoluma devam ettim. Bugün olsa yapmayacağım bir şey belki ama o an içimdeki duygu güçlüydü, bu bir tesadüf olamazdı. Eve vardığımda kafamdaki düşünceler birbirini kovalamaya devam ediyordu; "Acaba nasıl biri?", "Gerçek bir usta olduğunu nasıl anlarım?", "Ona neler sorabilirim?"…

İçimdeki hislere baktığımda ise daha ziyade bir sevinç ve özlem vardı. Aksine dair bir bilgim olmadığına göre ve arkadaşlarımın ona duyduğu muhabbete de dayanarak Baba'nın otantikliğine dair sorgulamalarımı bir kenara bırakmanın doğru olacağına karar verdim. Ve bir anda, öngördüğüm hediye ile ilgili şöyle bir farkındalık oluştu; "Gerçek bir ustaya verdiğim değeri ifade etmeye yetecek hiç bir şey olamaz, maddi karşılığı ne olursa olsun, asla yeterli gelmez. Zaten öyle kişi maddiyata tamah edecek biri de değildir. O halde hediyem kifayetsiz kalacak. Ama eli boş gitmek de olmaz. Ne yapmalı?". Eski Kabala bilgilerim bana 'Yaşam Ağacı'nın en tepe noktasındaki 'Taç'ın niteliğini hatırlattı; "Alçakgönüllülük". Evet, ne bilgelik, ne güzellik, ne azamet, gönlümdeki gerçek ustanın alamet-i farikası alçakgönüllülük olmalıydı. O halde götüreceğim hediye de bunu yansıtmalı idi. Değerli taştan vazgeçtim. 'Dönüşüm Taşı' geldi hatırıma! Gülümsedim. Komodinin çekmecesini açtım ve elime aldım taşı, serin, dolunay kadar yuvarlak, siyah beyaz grili, sade, pürüzsüz, velhasıl bildiğiniz çakıl taşının az hallicesi.. Görünenin ötesinde ise o yıllar yılı halden hale girmiş, dolaşmadığı yer kalmamış "Dönüşüm Taşı". Verebileceğim en mütevazi, en mükemmel hediye…

Buluşma günü gelip çattığında bir cebime dönüşüm taşını, öteki cebime de yeni bulduğum değerli taşı koydum. Yoldan da üzüm aldım gittiğim ev halkına hediye. Ne de olsa Nuh a.s.'nin karaya ayak bastıktan sonraki ilk hasadı. Şarabın meyvası.. Bekleme salonundaki sabırsızlığım uzun sürmedi. Bizi yukarı, yanına çağırıyordu. Merakla 'Derviş Baba'nın odasına varan merdivenleri çıktım, yanımda mihmandarım Süreyya. 'Baba' beni ayakta karşıladı. Yaşsız bir adam, sanki aynadaki farklı bir yansımam, içimi açan. Gönlüm onu hemen sevmişti. Karşılıklı oturduk, herbirinin bir hikayesi olan türlü objenin adeta nefes alıp verdiği renkli odasında. Doyumsuz bir sohbet.. Gevezeliğim tutmuştu. Atlantis'ten girdim, Hermes'den çıktım, kadim öğretilerin sırlarından dem vurdum, Tanrı'nın birliğinde durdum. 'Derviş Baba' tatlı tatlı gülümsüyordu. Sevildiğimi hissediyordum. Hediyeyi vermenin zamanı gelmişti; "Size bir hediyem var!". Cebimden çıkardığım çakıl taşını sundum Baba'ya. Hoşnutlukla kabul etti ve şöyle dedi; "Getirilen her hediye getireni anlatır biraz da!". Daha sonra bu cümleye çok kafa yoracaktım. O anda ise açıklama gereği duyarcasına hikayesini anlattım 'dönüşüm taşı'nın ve cebimden diğer değerli taşı çıkararak ekledim; "Müsadenizle bu yeşil taşı da beni size getirdiği için Süreyya'ya hediye etmek istiyorum!". Hediyeleşme faslı bittiğinde 'Derviş Baba' içimi ısıtan gülümsemesi ile "Senin gibi akıllılar sık gelmiyor buraya" buyurdu capcanlı gözlerini gözlerime dikerek. Latifesinin altında ne çok bilgi yatıyordu. O sırada nefsim sadece iltifat yönüne odaklanmıştı, lakin şükür gönlüme doğan ilhama, belki de bundan sonrası için aramızdaki akdi oluşturacak şu cümle, umulmadık bir cüretkarlıkla zıplayıverdi dilimden; "Efendim, buyurduğunuz gibi aklım ziyadesiyle yerinde, onunla varabileceğim yere kadar vardım sanırım, buraya akıl almaya da gelmedim esasında, kabul buyurursanız aklımı temiz bir gönül karşılığında hizmete sunmaya hazırım!"…

Yazının Devamını Oku

Dönüşüm Taşı…

17 Ağustos 2014
Kabullenmek, gitmesine izin vermek, sahiplenmemek, bağlanmamak, özgür kılmak, serbest bırakmak.. İngilizcesi "Let go"… Ama neyi, ne için ve nereye kadar?..

Bundan on sene kadar önce bir romantik aşk hikayesi ilk Hindistan seyahatime vesile olmuş, beni Goa'ya taşımıştı. Goa'nın okyanusa açılan bakir plajlarından birinde Brezilya'lı sevgilim ile yürüyor, bu konuları konuşuyor, 'bağlanmadan sevmeye methiyeler' düzüyorduk karşılıklı. Sevgilim, Osho'nun yanında yetişmiş bir mistik, fakir de kendi kendimin şeyhiydim o zamanlar; çok bilmiş bir cahil… Hararetli konuşmanın ilhamıyla, sahildeki taşlardan parlak, en güzel renkli olanlarından birini elime aldım ve "Haydi bir oyun oynayalım!" dedim; "Özgürleştirme oyunu..(Let go game)". Gina merakla açıklamamı bekliyordu. "Bak!" dedim, "Bu güzel taşı hatıra olarak yanıma alacağım, konuştuğumuz üzere özgürce muhabbetin bir nişanesi olarak hep yanımda bulunduracağım.". "Eee?". "Ama taş sürekli bir dönüşüm içinde olacak, aynı kalmayacak ve böylelikle şekle bağlı kalmamayı, özü hatırlatacak bana taşıdıkça! Ondan hep vazgeçebileceğim, böylece ona hep sahip olacağım aslında". Soru soran siyah gözler elimdeki kırmızı taşa kenetlenmişti sanki; "Nasıl yani?". Minik taşı öptüm ve gerisin geri kumsala, olabildiğince uzağa fırlattım; "Gina! Sahip olduğun herhangi bir şeyi, gönlün sana fısıldadığında, Tanrı'nın ondan daha güzelini, iyisini verebilecek cömertlik ve zenginlikte olduğuna inanarak terk edebilirsen, er ya da geç yolda karşına daha güzeli çıkacaktır. Bu oyun bunu hatırlatacak.". Hem konuşuyor, hem de yavaş adımlarla taşı fırlattığım yöne doğru yürüyorduk. Ve bir anda bir başka çok güzel taş yerde belli etti kendini. Eğildim, elime aldım, neşeyle Gina'ya döndüm ve; "İşte! Bundan böyle bu taşın adı 'Dönüşüm taşı' olacak." dedim..

Oyun hoşumuza gitmişti. Taşı yanımda taşıyordum. Ne zaman hissetsem, öpüp vedalaşıyor, fırlattığım istikamete doğru yolculuğumda mutlaka bir başka güzel taşa rastlıyor, onu yanıma alıyordum. Bir sonraki hissedişe kadar. Dönüşüm taşı dönüşmeye devam ediyordu, hep farklı ama aslında hep aynı manayı taşıyarak.. Yaradılıştaki güzellikler çok çeşitlidir, taş da her dem farklı bir güzellikte arz-ı endam etmedeydi; Kah renkli ufak, kah üzerindeki desenlerin hikayeler anlattığı, kah nehir yataklarından, kah dağ yamaçlarından, kah ıssız sokaklardan, ilginç biçimli, içinde kristaller parıldayan.. Dönüşüm taşı, gittiğim her yerde, benimle beraber dönüşmekteydi…

Gina ile aşkımız bitti, gün oldu bizim de birbirimize veda etmemiz, birbirimizi serbest bırakmamızın zamanı geldi. Nefsim ne yöne çekerse oraya meyl'ettiğim, bencillik ve korkaklığıma usta bir akl-ı evvel maharetiyle kılıflar uydurabildiğim zamanlardı. Hafif olma uğruna müthiş ağırlıklar altına soktuğum gönülcüğümü.. Kendimi toparladığımda, bir süre sonra yine, yeni bir sevgilim oldu. Taş oyunu devam etti. Ta ki bir gün yaz bitimine doğru, Kaz Dağları'nda dolaşırken, kıyısında dinlendiğim yorgun dere bana yusyuvarlak, gri tonlarda, yumuşak dokunuşlu, adeta cilalı bir çakıl taşı hediye etti. Sadeliği hoşuma gitmişti bu seferkinin, mütevazı bir ağırbaşlılığı vardı. Yaz bu taşla tamamlandı. Yeni bir yolculuğa, yeni bir hissedişe kadar 'dönüşüm taşı' yatağımın başucundaki eski komodinin çekmecesinde inzivaya çekilmişti. Artık her an yanımda taşımayı bırakmıştım…

O sonbahar döngüsel dibe vuruşlarımdan birini daha getirdi. Bir ilişki daha bitmiş, manevi olarak -uzaktan da olsa- bağlandığım guru "Maharishi Mahesh Yogi" beka alemine göçmüş, ayrıca evimden taşınmam icab etmekteydi. Kırkıma basmak üzereydim. İçim buruk, mağlup, hüzünlü bir arayış içindeydim. Sorguluyordum! Yoksa dönüşüm zannettiğim, patinajdan mı ibaretti? Taş, taş olarak kaldığı sürece gerçekten değişiyor sayılır mıydı? Manik depresif sefaletime bir son vermek istiyordum artık. Tutunacak sağlam bir dala ihtiyacım vardı. Allah'a çok dua ettim, karşıma derdime derman olacak gerçek bir 'usta' çıkarması için. O da yetmedi, inandırıcı olmak adına özel bir oruç tutmaya başladım. Beni esir eden kötü bir huyuma savaş açtım. Allah yolunda, hakikate yürüme niyetime bir delil sunmam gerekiyordu sanki. İçin için yanıyordum. Ne bileyim ki hazırlanıyordum buluşmamıza.. Emirganda bir çay bahçesinde, sonbaharda, o müjdeli gün geldi! Taş en esaslı dönüşümünün eşiğine varmıştı…

* (Haftaya, yazının devamı, ustamla tanışma hikayemden paylaşacağım hikmetler ve; "Taşın Dönüşü"…)

Yazının Devamını Oku

Orixas (bölüm 2)

10 Ağustos 2014
Brezilya 'Candomble' tanrıları Orişa'lara ayırdığımız yazı dizisinin son bölümü;

İsmi OXOSSI
Katolik karşılığı Aziz Jorge
Günü Perşembe
Burcu Terazi
Becerisi Zenginlik, şiddet
Rengi Yeşil ve türkuaz
Sayısı 6

Yazının Devamını Oku

Orixas (bölüm 1)

3 Ağustos 2014
Bu aslında bir devam yazısı..

13 temmuz 2014'te yayımlanan "Candomble no Brazil" başlıklı makalemde Afro-Brazil kültürünün pek bilinmeyen çoktanrılı inanç sistemine değinmiş, önümüzdeki haftalarda 'Candomble' inancının önde gelen tanrılarını(ruhlar, doğa güçleri) tanıtacağımın sözünü vermiştim. Giriş niteliğindeki sözkonusu yazıyı da Hürriyet arşivinden okumanızı tavsiye ederim.. Bildiğim kadarıyla ülkemizde Türkçe böyle bir çalışma ilk defa yayımlanıyor. Akademik boyutta olmasa da insanbilimcilere, meraklılara, dinbilimcilere, seyyahlara, aratırmacılara faydalı olacağını umarım. Ortalama okura da eğlenceli gelecektir diye düşündüm. Toplamda 16 tanrı/tanrıçayı tanıtacağım bu çalışmayı çok yer tutmasından ötürü ikiye böldüm. Seyahat notlarımdan ve nadir Portekizce kaynaklardan faydalandım. Haftaya panteonu tamamlayacağım inş'Allah…

İsmi YEMANJA

Katolik karşılığı Fikir Azizesi
Günü Cumartesi
Burcu Balık
Becerisi Yabancılaştırma, sakinlik

Yazının Devamını Oku

Zulüme zulüm, elde var zulüm (Ah şu Yahudiler!)…

27 Temmuz 2014
İnanıyorum ki her insan evladı masum bir bebek olarak doğar.

İnanıyorum ki her insan evladı masum bir bebek olarak doğar.Bu İsrail'de de böyle, Filistin'de de, Türkiye'de de, Çin'de de. Masumları öldürmek katliamdır. Katiller cehennemin baştacıdırlar, teşvikçileri de yanlarında. Sanırım orada artık dil, din, milliyet ve diğer aidiyet kalmayacak. Sadece alınlara yazılı -hakedilmiş- kara yazı… Savaşlarda kayıplar yaşayanlara Allah'tan sabır, merhamet diliyorum, kaybolan masum canlara cennet rahmeti diliyorum. Barışı diliyorum!

Kutsal topraklardaki savaş hepimizi dalga dalga çarpıyor. Biz de içimizde savaşlar yaşıyoruz. Dünyada tepkiler çeşitli, saflar değişik şekillerde oluşuyor. Yakın olanlar uzak, uzak olanlar yakın olabiliyor, gönüllerin hallerine göre. Mesela bir yanda samimiyetle Filistin halkının acılarını paylaşan, İsrail ordusunun operasyonları acilen durdurması için New York'ta, Tel-Aviv'de(vs) gösteriler düzenleyen, zalim olmaktansa mazlum olmayı göze alan Yakub'un oğulları, öte yanda, fırsat bu fırsat, kategorik olarak Yahudilere, ötekilere nefret kusmayı din edinmiş Hitler özentileri.. Ya da bir yanda Filistinli bebek ölümlerine geleceğin teröristlerinin bertaraf edilmesi olarak bakabilen kanı donmuş insan müsveddeleri, öte yanda kardeşlik ve dayanışma bilinciyle, hem de sapla samanı karıştırmadan zulüme karşı kenetlenen barışsever, yardımsever insanlar, gönülden inananlar.. Coğrafi savaşın ise iki tarafında da zalimler, mazlumlar.. Ölüyorlar! Hangileri şefaat istemeye cüret edebilecekler o meşum günde Musa'dan(as), İsa'dan(as), Muhammed'den(sav), Biricik Allah'tan? İşte, takkelerin düştüğü, kabakların ortaya döküldüğü günler böyle, akla karayı ayrıştırır, sınavlar buna yarar… Gün gelecek biz de göçeceğiz ellerimizde sınav kağıtlarımızla. Hiç düşünmez misiniz?..

Süregelen tahriklerden, İsrail ordusunun uyguladığı orantısız şiddetten, şu çıkar dünyasının ikiyüzlülüğünden, ülkemdeki faşist söylemlerden ayrı ayrı utanıyorum. Hep Yahudiler yüzünden(!)… Şimdi her zamanki ezberlerimiz bir yana; 'Hakikaten kim bunlar?'..

2.Bakara/140 ; Yoksa siz: “Muhakkak ki İbrâhîm(as), İsmail(as), İshak(as), Yakup(as) ve torunları yahudi veya hıristiyan'dılar” mı diyorsunuz. De ki: “Sizler mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından verilen, onun yanındaki şahitliği gizleyen kimseden daha zalim kim vardır? Allah, yaptıklarınızdan gâfil değildir.

O halde ellerinde kitap olduğu halde hakikati çarpıtanlar kimdir bugün? Bizden başkası cennete giremeyecek diyenler kim? Kendi dinlerine tâbi olmadıkça senden razı olmayacaklar kim? İnsanları Allah yolundan alıkoyanlar, uzaklaştıranlar kim? Kim kalplerinde maraz bulunanlar? Sakın o Yahudiler siz olmayasınız!.. Yoksa bunlar bir ırk mıdır sizce? Annesi, babası, seçemediği atası yüzünden lanetlenmiş, sırf öyle doğduğu için dost edinilmemesi gereken.. O halde Allah'a zalimlik isnad ediyorsunuz! O bebeciği daha doğumuyla damgalamış, cehennemlik kılmış mı diyorsunuz? Ve siz de seçilmişlersiniz öyle mi? Bir yerlerden tanıdık geliyor bu hikaye sanki… Hayır, o günün şartlarında bazı Yahudi aşiretlerinin(tümü değil) nezdinde temsiliyet bulan çarpık insanlık hali, bir haldir, ve bugün maalesef bizim halimizdir. Müşrikler de ayrı… Öyle olmasaydı Hz.Muhammed'in(sav) iki Yahudi kökenli eşi olur muydu; Hz.Safiyye ve Hz.Reyhane validelerimiz.. Öyle olmasaydı Yahudi asıllı sahabe Abdullah İbn-i Selam, Hz.Peygamber'in müjdesiyle, daha yaşarken cennetle muştulanır mıydı? Sa'ad bin Muaz, Ka'bü'l Ahbar, pekçok mutasavvıf, alim, en güzel Kuran tefsirlerinden birini yazan Muhammed Esed ve daha niceleri.. Musa'nın(as) dinine uyan güzel insanlar da cabası…

İslam tarihinde, müşrik Araplarda olduğu gibi, kitap sahibi Yahudiler'den zamanın Peygamberine karşı olanlar da, kendi işine bakanlar da, ona tâbi olanlar da vardı. İslam'la yeni dengelerin oturması ve 'asr-ı saadet'ten sonra da bu halklar yüzyıllarca barış içinde yaşayabildi. Derken dünyanın görünümü zamanla değişti.. Esas gerilim ise İngliz ve nazi-Alman politikaları sonucu yükselmiş ve antisemit eğilimlerle beslenen milliyetçi, çıkarcı (yahut cahil) kimi 'politik-müslüman ulema'nın noksan yorumlarıyla Yahudi ırkı karşıtı nefret söylemleri ve kışkırtmaları İslam'ın parçasıymış gibi gösterilmeye başlanmıştır. Bu bakımdan gerek ırkçı yaklaşım, gerekse Allah adını, kitabını işine geldiği gibi kullanarak nifak yaratmak ve insanları Allah dininden uzaklaştırmada, Kuran'da bahsi geçen bazı "Yahudiler"le aynileşilmiştir.. İsrail devletinin oluşumunu, batı destekli kibir politikalarını, Filistinli(ve ortadoğulu) liderlerin bencil başarısızlıklarını da ayrıca bugünkü çatışmanın vesileleri arasında sayalım… Artık elde, özünde dinin hakikatine uyma maksadı bulunmayan politik bir çatışma var, işimize geldiği için 'dinler savaşı' yakıştırması yapılan…

Ülkemizde bu çatışmayla bugün, nefret dinine inananlara da yeni bir gün doğdu sanki. "Kahr'olsun şunlar, bunlar, asalım, keselim." Sanki Yahudiler ne vatandaş, ne de insandırlar, katli vaciptir.. Bakın şaka değil, bu ülke bunları yaşadı, kışkırtmaları ciddiye alın. Ermeni tehciri, mübadeleler, varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, Dersim katliamı, tekke ve zaviyelerin kapatılmasının akabindeki mezalimler… Kürtlerle, Alevilerle süregelen gerilimler, türlü vakalar.. Muhatapları sözde vatandaştırlar, eşit vatandaş kabul edilmediler, ayrımcılığa uğradılar, uğruyorlar. Zamanla birliğimizi, ahengimizi kaybettik. Oyuna geldik. Kabul edelim artık biz de ırkçı, ayırımcı bir ülkeyiz. Çağa ayak uydurduk. Her ne pahasına olursa olsun, politik çıkarlarımız.. Ekonomi, para.. Batılılaşma bu mu yoksa? Dikkat, yine tuzağa düşürülüyoruz! Bir an evvel toparlayalım kendimizi. Düşmanlığa değil, dostluğa yatırım yapalım. Bu halimizle ne gerçek İslam'ı temsil edebiliriz, ne insanlığı, ne de dış politikada sözüne güvenilir olabiliriz. Bırakın öteleri, daha kendi vatandaşlarımıza, insanlığımıza doğru düzgün sahip çıkamıyoruz.. Ah Yahudiler!

2.Bakara/62 ; Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.

Yazının Devamını Oku

Bu ramazanda tefekkür ettiğim bazı ayetler…

20 Temmuz 2014
Değil mi ki Kur'an ayıdır, elimden geldiğince okumaya, anlamaya çalışıyorum, Yüce Allah idrak etmemizi ve öğütlerine uyanlardan olmaklığımızı nasip etsin, Kadir gecesinin bereketi üzerinize olsun, üzerine tefekkür ettiğim ayetlerin meallerinden bir buket paylaşmak istedim, lütfen kabul buyrun, cüretkarlığımı hoş görün, vesile olsun, hayra yorun, dualarınızı eksik etmeyin vesselam!

* Başlanan, yapılan işlerde Allah(cc) rızasını gözetmek, onun kuşatıcılığını, cömertliğini hep akılda tutmakla ilgili; (1.Fâtiha/1)
Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle.

* O'nu haddi aşmadan bilmekle ilgili; (112.İhlâs/1)
De ki: "Hu(O) Allah, Ehad'dır(Bir'dir, Tek'tir)".

* O'na yönelişimizin kendi yararımıza olması, O'nun ihtiyaçtan münezzeh olması ile ilgili; (112.İhlâs/2)
"Allah Samed'dir(herşey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir)".

* Bir şey yaratma zannının yersizliği ve etrafımıza emir kipi ile muamele etmemenin inceliği ile ilgili; (7.A'râf/54)

Yazının Devamını Oku

Candomble no Brazil

13 Temmuz 2014
Brezilya'da oynanan dünya futbol şampiyonası finalleri Brezilya anılarımı depreştirdi.

Tirbünlerdeki renklilikten çok daha daha renklidir hatıralarımdaki Brezilya; bazen şaşırtıcı, hayran bırakan, bazen baştan çıkaran, isyan ettiren, bazen de son derece tehlikeli..

Yedi sekiz yıl kadar önce Bahia bölgesinde seyahat ediyordum. Bu bölge Portekizli sömürgeciler tarafından Amerika'ya getirilen Afrikalı kölelerin kıtaya giriş kapısı olmuş. Afro-Brazil kültürü burada etkisini güçlü bir şekilde hissettirir. Bir süre konaklayıp araştırmalarda bulunduğum 'Salvador de Bahia'nın tarihi ismi, "Tüm Azizler Körfezinin Kutsal Kurtarıcısı" şehri(Sao Salvador da Bahia de Todos os Santos) kurucularının Hz.İsa'ya ve Katolik Hıristiyan inanca bağlılığına vurgu yapar. Dünyanın en güzel plajlarından bazılarına ev sahipliği eden Bahia, batılılar tarafından 1500 yılında keşf'edilmiş. 1549 yılında Portekiz kralı tarafından atanan Brezilya'nın ilk yöneticisi Thome de Souza, Salvador de Bahia şehrinin de kurucusu olmuş. Salvador, Brezilya'nın ilk başşehri ve ülkenin ilk katolik piskoposluğu burada kurulmuş. Brezilya yerlileri ve Afrikalı kölelerin ruhları misyonerler tarafından kurtarılmaya muhtaçmış çünkü. Bunun karşılığında efendileri için çalışmak ve ülkenin doğal zenginliklerinin sömürülmesi, pardon değerlendirilmesi herhalde çok görülmemeliydi(!). Günümüzde 'mutluluk başşehri' olarak lanse edilen Bahia aynı zamanda dünyanın en büyük karnavalının gerçekleştiği şehirdir..

Karnaval sonrası yorgun şehir normal düzenine dönmeye çabalıyordu. Perküsyon ustası ve alet yapımcısı 'Mestre Birra Reis'e bir enstrüman sipariş etmiştim, atölyesi turistik merkez 'Pelourinho'nun dışındaydı ve dolayısıyla gide gele Brezilya'nın öbür yüzü ile aşinalığım arttı, o günlerden bir kaç cümleyle manzarayı aktarmaya çalışayım :
"Kurtarıcının şehrinin neşeli, Katolik görünümünün altında bir yerlerde artık kurtarılmaktan umudu kesmiş, içki, uyuşturucu batağında debelenen, ahlaki normlarını neredeyse tamamen yitirmiş, üç kuruş için adam öldürebilecek, öfkeli, zengin düşmanı insanlar kol gezmekte. Turistler için muhafaza edilen kurtarılmış bölgelerin kıyılarında sefalet içinde yaşamaya çalışan köle artığı kalabalık nüfuslar 'favela' denilen gettolaşmış gecekondu mahallelerine sıkıştırılmışlar. Bu nüfuslar ve içlerinden çıkan şiddet eğilimli çeteler ülkenin yönetici ve müferreh kesimlerini rahatsız etse de, devlet nezdinde pahalı ve emek isteyen ıslah politikalarından ziyade, bastırma, görmezden gelme, merkez dışına sürme gibi yaklaşımlar ağırlıklı. Gelir dağılımındaki müthiş eşitsizlik ve dengesizlik kapitalizm ile açıklanamayacak derecede insanlık dışı görünüyor. Doymak bilmeyen maddi zenginlik müptelaları gelirlerinin ne pahasına olursa olsun kesilmemesi ve hatta mümkünse artması için dünyanın akciğerleri, doğanın en cömert vahalarından başlıcası Amazon ormanlarını kurutmayı dahi göze alabilecek gibiler. Anlayacağınız eski kolonyalist düzen, yeni görünümle devam etmekte ve ezilmişleri şiddete gebe bırakmakta.".

Baskı altındaki kitleler bazen boyun eğmiş, kurulu düzeni kabul etmiş görünür fakat içten içe -değiştirmeleri istenen- eski bildiklerine, kimliklerine daha sıkı sarılırlar ve gerekirse bunlara yeni düzene uygun yaratıcı kılıflar bulurlar. Kara Brezilya'da katolikleşen siyahlar yanında özgürlüklerine susamış önemli sayıdaki bir nüfus da gizli gizli Afrika'dan taşıdıkları çok tanrılı 'animist' inançlarını sürdürmeyi başarmış. Çoğunluğu Yoruba dili konuşan bu toplulukların ekserisi anaerkil bir toplum oldukları varsayılan ve kökeni 4000 yıl öncelerine kadar giden 'Bantu' uygarlığının torunları(ayrıca Ketu, Angola, Jeje..). Yaptırdığım enstrüman, piyanonun en eski ilkel atası 'Kalimba' da Bantu kökenli sayılıyor ve Afrika dışında Brezilya'da da kullanılıyor. Bilirsiniz ki müzik kapılar açıp, dostluklar kurdurur. Böylece önceleri pek az bilgim olan Brezilya siyahlarının pek çoğunun gizli dini 'Candomble' ile tanışıyorum.. Sözlü geleneğe ve inisiyasyona dayanan bu inanç sisteminin has törenleri özel mekanlarda çoğunlukla dışa kapalı yapılır. Müzik, özellikle ustaca icra edilen Afrikan poliritimleri ayinlerde transa girmek için kullanılır. Brezilya müziğinin çoğu türü, ritim kalıplarını bu geleneğe borçludur..

Candomble inancına göre yüce tanrı 'Oludumare' evreni yarattı. Oludumare evreni yardımcıları marifetiyle yönetir. Bu yardımcı tanrılara(ruhlara) 'Orişalar' denir(Orixas), aynı zamanda doğa güçlerine tekabül ederler. Orişalar iyi veya kötü olarak nitelenemezler, herbirinin hakimiyet alanı, nitelikleri farklıdır ve tüm insanlar ayrı ayrı, belli Orişaların koruması altında, onun niteliklerini taşırlar, yaşamlarında bunları ortaya çıkarmaya uğraşırlar. Hepsinin renginden sayısına, sevdikleri objeler, yiyecekler v.s. gelenekle aktarılmış olup, törenlerde dini önderler ve inisiyeler davet edilen Orişa'nın teşrif etmesi için kurbanlar keser, uygun şekilde giyinir, sunular hazırlar ve belli ritimler eşliğinde, sonrasında seçilmişlerin transa girecekleri danslarına başlarlar. Törenler geceleri yapılır, maksat Orişa'nın topluluk içinde önceden özel olarak hazırlanan bazı kişilerin bedenine girmesini sağlamak ve onun üzerinden mesaj ve feyz almaktır. Ayrıca dilekler iletilir, gerçekleşmesi için Orişa'nın maji güçlerine başvurulur. Bu törenlerin atmosferi yoğundur ve en ufak bir saygısızlığı kaldırmaz. Orişa adamı çarpar. Sonra kimseye hesap sorulamaz, kolayca kim vurduya gidilebilir.. Katolikliğin etkisiyle zamanla Orişalar Hıristiyan azizleriyle de özdeşleştirilmiş veya perdelenmiş, bu inanç iyice eklektik bir hal almıştır. Eski kölelik günlerinde daha yaygın olan bir Candomble tarikatının İslam etkisi altındaki Batı Afrika'dan getirilen kölelerin içerisinden çıktığı ve dolayısıyla öğretinin İslami gelenekten dahi belirgin izler taşıdığı bilinmekte(Males). Özellikle bunlar Brezilya köle ayaklanmalarının da başını çekmişler.. Uzatmayayım, herşey bir yana müzik güzel, tören etkileyici, yemekler lezzetliydi. Zaman zaman ürpersem de sanırım içime ruh girmeden ziyaretimi tamamlamıştım..

Dönüşte -sersem cesaretiyle- tek başıma, tanımadığım ıssız yollardan otele yürüyordum ki ellerinde bıçaklarla üç siyah çocuk önümü kesti. Bir anda etrafımı sardılar. Çok tehditkar görünüyorlardı. Ölüm korkusunu en yoğun şekilde tattığım anlardan biridir. Allah'ın yardımıyla soğukkanlılığımı korumayı başardım. Savunma pozisyonu aldım ve bir yandan onları kendime yaklaştırmamaya çalışıyor bir yandan da beni bırakmaları için yollar düşünüyordum. Omuzumda asılı heybedeydi gözleri. İçinde bir kitap vardı sadece, kitabın sayfaları arasında ise otelde bırakmaya güvenemediğim için yanıma aldığım son kalan param. Portekizce bilgim birkaç kelime ile sınırlıydı. Bunlardan bir tanesi de "nada", yani "hiç" kelimesiydi. Çocuklar etrafımda, fakir ortada, adeta Bahia'nın milli savaş dansı 'capoeira' yapıyor gibiydik. Bu esnada heybenin içindeki kitabı çıkardım, "nada, nada" deyip duruyordum. Ceplerim de boştu, boş ceplerimi gösterdim; "nada, nada!", "hiç, hiç!". Sanırım canımdan başka alabilecekleri bir şey olmadığına ikna olmuş gibiydiler. Israrlarının gevşediği bir anda çemberi kırmayı başardım ve arkamı dönmeden gerileyerek kendimi güç bela yakınlardaki güvenlikli bir mekana attım. Kurtulmuştum. Hem de beraberimdeki para ile birlikte.. O çocuklar hangi Orixa'nın koruması altındaydı bilmiyorum ancak fakiri koruyan ve kurtaran apaçık bir "Hiç" olmuştu, hem de var'olmasına rağmen. Hamd'olsun alemlerin Rabbine. O gün bu gündür hiçliğin hikmetine varmaya çalışıyorum. Lakin ne yalan söyleyeyim, bir yanım dünyanın temsili olarak gördüğüm o futbol topunun peşinde koşanları izlemeyi de seviyor hala.. Umarım bol gollü bir karşılaşma olur! İyi olan kazansın!

Yazının Devamını Oku