Musa Dede

Oruç (Savm/Siyam)

6 Temmuz 2014
Oruç ayındayız. Oruç, Farsça'dan dilimize geçmiş bir kelime.

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre anlamı; 1/Tanrı'ya ibadet amacıyla yeme, içme v.b. şeylerden belli bir süre kendini alıkoyma. 2/Çok sevilen veya istenen şeylerden uzak durma.
İslam'ın beş şartından biri olan orucun neredeyse tüm inanç sistemlerinde yeri var, Kur'an'da Arapça olarak "savm" veya aynı kökten türetilen "siyam" kelimeleriyle ifade edilmekte. Ramazan orucu bu ay süresince özürü bulunmayan tüm Müslümanlara farz(mecburi) ve belirli zamanda Allah rızası için yeme-içmeden uzak durmanın yanında, oruçluyken cinsel hazlardan uzak bulunmayı da kapsıyor. Orucun herkesce bilinen dar anlamı ve uygulaması dışında derin manaları ve incelikleri de var..

"Kim yalan sözü ve yalan sözle iş yapmayı bırakmaz ise onun yeme ve içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur.". Hadis / ravi:Ebu Hureyre(ra) / Sahih-i Buhari

Oruç bahsi ile ilgili, 'Halveti' yolunu ihya eden isimlerin başında gelen 15.yy büyük sufi mütefekkiri 'Seyyid Yahya Şirvani' Hazretlerinin 'Şifaü'l Esrar' adlı eserinden (Sufi Kitap/Doç.Dr.Mehmet Rıhtım) paylaşalım :
"Marifet ehli dedi ki: Oruç üçtür; Avam(halk tabakası) orucu, Havass(Allah'a yakınlıklıkları bakımından seçkinler) orucu, Ehas(en seçkin, has kullar) orucu. 'Ehas orucu', masivaullahı(Allah dışındaki tüm varlıkları, dünyaya özgü her şeyi) terk etmektir. 'Havass orucu', azalarını ve cevarihini (tüm uzuvlarını) haramlardan muhafaza etmek, insanlardan gördüğü zulmü affetmek, lisanıyla kıble ehline eziyet etmekten çekinmektir. "Avam orucu", yemeyi içmeyi ve cinsel alakayı terk etmektir.
Hakikat ehli dedi ki: Oruç, günah hastalıklarının ilacıdır. Kalpler onunla ihya olur…
Marifet ehli dediler ki: 'Savm' kelimesi üç manaya işaret eden üç harftir; "Sad" harfi, "Sıyadetü'n-nefsi ani'l-measi" yani nefsi günahlardan korumaya delalet eder. "Vav" harfi, "Vilayetü't-taati ale'l-cevarihi" yani azaların (i)taatle olan dostluğuna delalet eder. "Mim" harfi, "Müdavemeti terki'ş-şerri ve ikametü'l ibadati" kötülükleri tamamen terk etmeye ve ibadetleri eksiksiz yerine getirmeye devam etmeye delalet eder..

Yazının Devamını Oku

Armageddon'a çeyrek kala, sıklaştıralım safları…

29 Haziran 2014
Işid bize zarar verebilir mi? Işid ortadoğu yangınının tüm dünyaya sıçramasına vesile olabilir mi?

En büyük zararları şüphesiz kendilerine. Işid, Kerbela'da halledilemeyen meseleyi halletmeye soyunmuş Yezid mirasçısı bir örgüt gibi. Yezid ordusu kadar müslüman ve dindar gözüküyorlar(!). Kıyamet tetikçileri kadrosundan, bir anda girdiler gündemimize. Şaşırmamalı. Türünün tek örneği de değil. Zemin uzun süredir hazırlanmaktaydı. Nefretle kan dökme heveslilerinin en azılıları koşa, koşa katılıyor şeytanın saflarına. Ortam müsait. İnsanlık zayıf. Bardağın taşması bir kaç damlaya kaldı. İçimizdeki yargılayıcı, hor gören, öfkeli, yıkıcı ve tüketici taraf manevi kaynaktan uzak düştükçe güçlendi ve bedenlendi. Canavar açığa çıkıyor yeniden. Fırsat varken terbiye etmeliydik.. Artık kredisi tükendi göz yummanın. Er ya da geç. Mücadele sertleşecek. Canımız acıyacak. Hakseverler güçlü ve birlik olmalı. Cesur olmalı.

Artık hepimiz kendimize adeta devrin kutbu kadar etkiliymişizcesine dikkat etmeliyiz. Öyle ki, Yaradan'a isyan ettiğimizde, dünyadaki isyan duygusu daha da güçlenecek. Birilerini aşağılayıp, nefret ettiğimizde, ayrı bir yerde zalimler birilerine kıyacak. İmanımız sarsıldığında az ötede deprem olacak. İnsanlığa lanet ettiğimizde masumların da canı acıyacak. Öfkelendiğimizde yangın çıkacak, kinlendiğimizde bombalar patlayacak. Etkileşim her zamankinden daha yoğun, zamanın akışı hızlandı ve daha da hızlanacak. Bizim mücadelemiz öncelikle kendimizle olacak. Umudu, imanı, iyiliği, güzelliği korumak en büyük marifet olacak. Bir muhtaca yardım eli uzatmak, dünyanın bir uzak ülkesinde bin muhtaca yardım olacak. Cömertçe dile gelmiş iki sevgi sözcüğü ile başka biryerlerde barış imzalanacak..
İnsanlık delil soracak. Kalkın rahat koltuklarınızdan ve bulun birbirinizi güzel insanlar! Dayanışma zamanıdır. Hele ki 'celal' esmasına ihtiyacınız olacaksa mücadelenizde, bunu hak etmek için çabanızı arttırın. Çünkü sevgi olmayan yerde celal zuhur etmiyor. Öfke oluyor ancak. Savaşta kıyıcılardan bir farkınız olacaksa, bu, insanlığını, sevgiyi, inancı muhafaza edebilmiş yiğit bir gönüldür. Sizde yoksa böyle bir gönül, gönül sahiplerinin yanında kenetlenin. Malınızla, canınızla destek olun onlara. Elinizden geldiğince. Kendiniz için. Hazır olun. Karanlık koyulaştığında, Yüce Allah'ın sözünü tutma zamanı gelmiştir. Bir büyük kurtarıcı geldi, gelecek demektir. Onu tanıyacak durumda olalım dilerim. Evimiz misafir her an kapıyı çalacakmışcasına temiz olsun. Gönüllerin duasını duyan bir kulakla gelecek, gelecek olan. Dostu, düşmanı tanıyan bir gözle gelecek. Hiç beklenmedik bir şekilde. Putperestlere sınav olacak. Aşıklara rahmet kokacak. Son mucizeye tanık olacağız. Asimetrik bir dengede, cüzzi akıl şaşacak, kötücül hesaplar bozulacak.. Fırsat bu fırsat, belki de son fırsat!

İstanbul'un ikinci fethini bekliyor kimileri. Bu manevi fethin şahitleri ve tarafı olacak anlaşılan burada bulunanlar. Düğümün çözüleceği coğrafyada yaşayanlar, tesadüfen bulunmuyordur herhalde burada. Der misiniz İstanbul mehdi ordusuna karargahlık etsin.. Hazır mıyız buna?
Uzak değil Hatay'da, Amik ovasında gerçekleşeceği rivayet edilen son savaşın yaklaştığından bahs'etti birileri. Son tanzimler yapılıyormuş bölgede. Belki de Megido dağının eteklerinde.. Saflar netleşecek!
Yemen illerinden 'Veysel Karani'(r.a.), terk etmiş Şam vilayetini. O da mı saf tutmuş yoksa, Bitlis'teki makamında..
Mesihin gelmesi de bu günlerde olacakmış sanki. O gelmeden safların sıklaşması güç görünüyor. En zor zamanda.. Şam'da mı doğacakmış beklenen mesih? Ya doğmuş da Türkiye'ye iltica eden Suriyelilerin arasına karışmış bir çocuksa. Kim bilir?

Yazının Devamını Oku

Aşk mezhebi müritleri…

15 Haziran 2014
Aşk mezhebinden ol yeter!

İnsan sevgisinde buluşalım en azından. Hoşgörüde buluşalım. Eminim buluşabileceğimiz daha pekçok şey var yaratılmış. Söylenenler bizi ayırıyorsa duymayalım. Sözlerimizle birbirimizi kıracaksak susalım. Günahtır.. İstersen, sadece bakışalım. Sen de gülümseyebilirsin eminim. Sevebilirsin. Güzel bir şeyler bulabilirsin bende. Güzellik doğurgandır. Çoğaltabiliriz beraberce. Yaralarımıza merhem olur. İnsan yaralıdır düştüğünden beri. Ama onulmaz değil. Küsme. Her inişin bir çıkışı var. Yerimiz zirvede..

Benim inandığım bir Yaradan var. Kırık dökük bir iman benimkisi. O'nu hiç görmedim şu baş gözüyle. Gönlümle hissettim. İzlerini gördüm alemde. En çok da sende, ey insan evladı. Topla dikkatini, sen de göreceksin. Bunun için yaratıldın, mayanda var ihtiyacın olanlar. Biliyorum şüphe ediyorsun. Etme. Şeytan işidir. O seni sevmez, sen de onu sevme. İnsanı sev. Allah da demiyorum bak. İnsan diyorum. Senin gibi. Pırıl pırıl özün gibi. Bir aynada görüleni.. Bir insanda görüneni gördünmü de, sonra bundan başka kimseye söz etme!

Din! Seni bununla sıkıştırmayacağım. Dine hizmet etme, anlıyorum isyanını. Doğrusu, din in-sana hizmet etmek için var. Benim azıcık tanıdığım Allah'ın ise zaten hizmete ihtiyacı yok. Evet, bizim için ister O, inanmamızı. Bulmamızı. Sırrını bilmemizi, bilinmekliğini. Ama birbirimizin inancını yargılamamızı istemez benim Tanrım. Kendi işidir o. Birbirimizi sevmemizi ister, yardımlaşmamızı ister. O, güzeldir ve güzeli sever. İyi bir insan olmak istemez misin? Ne güzel hissettirir bu. Yaşamışsındır. Bazı anlar. Birini mutlu ettiğinde, yardım ettiğinde, affettiğinde, sevdiğinde. Yüceldiğin anlarda. Gönlün bir hoş olur ya hani. İnsanlığını tattığında, orada sana eşlik eden O'nun en yüce delilidir aslında. İyi bir insan O'nunladır. Adını ister koy, ister koyma, umurumda değil. Bana yeter. Benim Rabbim kulun gönlüne bakar yalnızca. Sevgi, muhabbet varsa, bil ki seni seviyordur. Ben O'nun sevdiğini severim. Sevmek isterim. Aşk için yaşarım. Bana bunu verebilir misin? Sana kul, köle olurum. Putperest desinler, umurumda mı? Ne bilsinler aşkın olduğu yerde Senden başkasının olmadığını..

Dinler icad etmişler, mezhepler icad etmişler. İnanmıyorum hiç birine. Allah'ın dinine inanıyorum. Birleştirici olan. Aşk mezhebine teslim olmak için savaşıyorum kendimle. Gel, yardım et bana. Aşık et beni kendine. Güzelliğinle büyüle, cömertliğinle ağlat, azametinle titret. Paramparçayım. Yapabilirsen, imanım tamamlanacak. Kurtulacağım sayende. Bunun için aşkla yanmış bir yürek gerek ki sıçrasın ateşi yüreğime.. Kül olmadan bul beni! Ve bunca zamanı sensiz geçirdiğim için affet. Başkası yok sanıyordum. Kendimi tek sanıyordum. Yalnız ve kızgındım. Küstahlığım çığlığımdı. Sen beni bekliyordun. Yorulmamı. Yıkılmamı. Hiç olmamı. Hep son nefeste mi gelir kurtuluş? Savaşla mı gelir barış? Hasretle mi beslenir aşk?

Bizi bizden başka bilen yok. Deli saçması sözümüz, bizden başka duyan yok. Meczubuz madem, dini mesuliyetimiz zaten yok. Bir karanlık gölgenin bakiyesi olanlar, güneş tepeye vardığında yok olacaklar. Üzülme! Onlar zaten yoktular. Aşk mezhebinin müritleri, mahsur kalmışız bu dünyada. Nefret ile silahlananlara karşı aşk kılıcını sallamakla Don Kişot'u geçmedeyiz ahir zamanda.. Seni de mi yaraladık yoksa güzel insan? Çare yok, bizimle öleceksin o zaman! Korkma, gözünü kapa, gönlünü aç, sarıl bana…

Ben güzele tapıyorum,

Yazının Devamını Oku

Aşk mezhebi müritleri…

15 Haziran 2014
Aşk mezhebinden ol yeter!

İnsan sevgisinde buluşalım en azından. Hoşgörüde buluşalım. Eminim buluşabileceğimiz daha pekçok şey var yaratılmış. Söylenenler bizi ayırıyorsa duymayalım. Sözlerimizle birbirimizi kıracaksak susalım. Günahtır.. İstersen, sadece bakışalım. Sen de gülümseyebilirsin eminim. Sevebilirsin. Güzel bir şeyler bulabilirsin bende. Güzellik doğurgandır. Çoğaltabiliriz beraberce. Yaralarımıza merhem olur. İnsan yaralıdır düştüğünden beri. Ama onulmaz değil. Küsme. Her inişin bir çıkışı var. Yerimiz zirvede..

Benim inandığım bir Yaradan var. Kırık dökük bir iman benimkisi. O'nu hiç görmedim şu baş gözüyle. Gönlümle hissettim. İzlerini gördüm alemde. En çok da sende, ey insan evladı. Topla dikkatini, sen de göreceksin. Bunun için yaratıldın, mayanda var ihtiyacın olanlar. Biliyorum şüphe ediyorsun. Etme. Şeytan işidir. O seni sevmez, sen de onu sevme. İnsanı sev. Allah da demiyorum bak. İnsan diyorum. Senin gibi. Pırıl pırıl özün gibi. Bir aynada görüleni.. Bir insanda görüneni gördünmü de, sonra bundan başka kimseye söz etme!

Din! Seni bununla sıkıştırmayacağım. Dine hizmet etme, anlıyorum isyanını. Doğrusu, din in-sana hizmet etmek için var. Benim azıcık tanıdığım Allah'ın ise zaten hizmete ihtiyacı yok. Evet, bizim için ister O, inanmamızı. Bulmamızı. Sırrını bilmemizi, bilinmekliğini. Ama birbirimizin inancını yargılamamızı istemez benim Tanrım. Kendi işidir o. Birbirimizi sevmemizi ister, yardımlaşmamızı ister. O, güzeldir ve güzeli sever. İyi bir insan olmak istemez misin? Ne güzel hissettirir bu. Yaşamışsındır. Bazı anlar. Birini mutlu ettiğinde, yardım ettiğinde, affettiğinde, sevdiğinde. Yüceldiğin anlarda. Gönlün bir hoş olur ya hani. İnsanlığını tattığında, orada sana eşlik eden O'nun en yüce delilidir aslında. İyi bir insan O'nunladır. Adını ister koy, ister koyma, umurumda değil. Bana yeter. Benim Rabbim kulun gönlüne bakar yalnızca. Sevgi, muhabbet varsa, bil ki seni seviyordur. Ben O'nun sevdiğini severim. Sevmek isterim. Aşk için yaşarım. Bana bunu verebilir misin? Sana kul, köle olurum. Putperest desinler, umurumda mı? Ne bilsinler aşkın olduğu yerde Senden başkasının olmadığını..

Dinler icad etmişler, mezhepler icad etmişler. İnanmıyorum hiç birine. Allah'ın dinine inanıyorum. Birleştirici olan. Aşk mezhebine teslim olmak için savaşıyorum kendimle. Gel, yardım et bana. Aşık et beni kendine. Güzelliğinle büyüle, cömertliğinle ağlat, azametinle titret. Paramparçayım. Yapabilirsen, imanım tamamlanacak. Kurtulacağım sayende. Bunun için aşkla yanmış bir yürek gerek ki sıçrasın ateşi yüreğime.. Kül olmadan bul beni! Ve bunca zamanı sensiz geçirdiğim için affet. Başkası yok sanıyordum. Kendimi tek sanıyordum. Yalnız ve kızgındım. Küstahlığım çığlığımdı. Sen beni bekliyordun. Yorulmamı. Yıkılmamı. Hiç olmamı. Hep son nefeste mi gelir kurtuluş? Savaşla mı gelir barış? Hasretle mi beslenir aşk?

Bizi bizden başka bilen yok. Deli saçması sözümüz, bizden başka duyan yok. Meczubuz madem, dini mesuliyetimiz zaten yok. Bir karanlık gölgenin bakiyesi olanlar, güneş tepeye vardığında yok olacaklar. Üzülme! Onlar zaten yoktular. Aşk mezhebinin müritleri, mahsur kalmışız bu dünyada. Nefret ile silahlananlara karşı aşk kılıcını sallamakla Don Kişot'u geçmedeyiz ahir zamanda.. Seni de mi yaraladık yoksa güzel insan? Çare yok, bizimle öleceksin o zaman! Korkma, gözünü kapa, gönlünü aç, sarıl bana…

Ben güzele tapıyorum,

Yazının Devamını Oku

Attar'ın öğütleri…

8 Haziran 2014
Akla, sağduyuyla hareket etmeye her zaman ihtiyaç var.

Çağımızın iletişim imkanları bizi hiç olmadığı kadar birbirimize bağlıyor. Adem yaşıyor; insanlığın tümü bir arada Adem'dir. Biz canlı bir organizma gibiyiz. İnsanlığın ortak bir aklı, hafızası, sağduyusu var. Geçmişimizden geleceğimize köprü kuran bugünümüzde, bir aktar edasıyla birikimimizden damıttığımız bilgelikle, inanıyorum ki insanlığımızı cennete yükselteceğiz yeniden. Bu planda herbirimize donanımımız ölçüsünde ihtiyaç var. Bireyler olarak toplumu oluşturduğumuza göre tekamülümüzün başlıca odak noktası kendimiziz. Bu noktadan ulaşır birbirimize elimiz. Ve içimizden liderler çıkarırız bizi en üst noktada temsil etmeleri, ufka taşımaları için. İdeallerimize benzer liderlerimiz. Bizi yansıtmalarını isteriz. Öyleyse aklımızı kullanıp akil adamları baş tacı etmeliyiz..

Cumhurbaşkanımızı seçeceğimiz günlerin arifesinde, seçenlerin ve seçileceklerin hizmetinde ortak hafızamız ve aklımız. Geçmişler bıraktıklarıyla, bizler etimiz, canımızla bugünün mevcudiyetiyiz. Ektiğimizi biçeceğimiz yeni bir bahardayız. Yapıcı katkıda bulunmak böylesi zamanlarda daha da önemli. Vereceğim oy dışında, kalem oynatan biri olarak mesuliyetimi düşünüyorum fakir de. Nasihat etsem haddim değil. Ustaların nasihatlerine sarılırım böyle zamanlarda. Hatırlarım..

Elçiye zeval olmazmış diye, ortak akla üst düzeyde hizmet etmiş büyüklerden birinin kıymetli sözlerinden bazılarına yer vermek istedim bu hafta. Tam da dilimize yeni kazandırılan eseri "Pendname(öğütler kitabı)" elime geçmişken. Vardır bir hikmeti diye. Bedenleri geçmiş olsa da, bıraktıkları baki kalmış ustaların. Babalarımızın değerli öğütleri gibi. İşte insanlık tarihimize damga vurmuş bilge kişilerden biri, içimizden biri; 1136-1221 yılları arasında Horasan'ın Nişabur kentinde doğduğu, yaşadığı söylenen büyük Sufi şair, düşünür Feridüddin Attar.. Hz. Mevlana'dan, Şeyh Galip'e, manevi sultanlarımızın pekçoğuna ilham kaynağı olmuş Attar Hazretleri'nin bu eserinden zamana meydan okuyan kimi nasihatlerini hatırlatmaya vesile olalım o halde. Hal sahiplerinin sözleri bizimkinden evladır ne de olsa.. İnsana dair makbul nitelikler ve bu nitelikleri taşıyan yöneticilere olan ihtiyacımız daim, dünya döndükçe ;

-Cihana hükmetme kudretine sahip olanlar halkı incitmeme cihetine meyil gösterirler. Padişahlara adalet ve kerem yaraşır, ta ki aleme bu nimetlerle sevinç, ferahlık getirsinler. Padişah bir kere zulüm ahengi tutturdu mu ona ne ordunun ne de hazinenin bir faydası olur. Ama adaletli ve güleç yüzlü olursa memlekette temel tutar. Sultan bir leşkere kerem ve ihsanda bulunursa uğrunda yüzlerce insan can ve başlarını feda eder.

-Zamanede adalet göstermek istiyorsan, ey oğul, buyruğun altında olanları iyi koru. Verdiği öğüdü bizzat tutan bunu başkalarına da dinletebilir. Kendi öğütleriyle amel etmeyen kimsenin sözünü başkaları hiç tutmaz. Ey akıl sahibi! Şeriat kapısında çirkin görülen her ne varsa onun etrafından dolaşma. İşinin baştan doğru gittiğini görmek istersen, kendi nefsine göre hareket etme.

-Akıllı ve bilgili kişi işini beceriksizlere ısmarlamamalı, değersizlere de iyilik yapmamalıdır. Aklın varsa kötülüğe heves etme, madem ki göçeceksin eli boş gitme. Yumuşak huylu ve aydın gönüllü olan zamanede dertsiz yaşar. Dünyada herkesten ileri geçmek istersen tuz, ekmek dağıtmakta eli açık ol.

-İşine sahip olmayan kimse yanağından yüzsuyunu dökmüş olur. Halka karşı eli vergili olan, onlar nazarında hürmet ve saygısını artırır. Her vakit tahammüllü ve vefalı ol ki yüzünde yüz sevinç ışığı göresin.

Yazının Devamını Oku

Ayrılıkta acı var…

1 Haziran 2014
Her insan bir diğerinden farklıdır, biricik ve özeldir. Yaradılışımız böyle. İyi ki de böyle.

Müthiş bir renklilik. Hayat… Hep söylüyoruz; "Allah çeşidi sever" diye. Özünde biriz. Gelgelelim aramızda bir üstünlük taslama vesilesine dönüşmüş farklılıklarımız. Bu hal bireysel düzeyde "kibir" diye niteleniyor. Kibirin bir de sosyolojik kılığı var. Yani bir grup insanın kendilerini tanımladıkları ortak kimlik üzerinden geliştirdikleri olumsuz bir tavırla diğerlerine üstünlük taslamaları.. Ayrımcılık, ırkçılık, faşizm…

İnsanlık tarihimizin bildirdiği üzere en alışılagelmiş kimlik çatısı dil, din, mezhep, renk, cinsiyet, milliyet, sınıf, ideoloji, etnisite üzerinden kurulabiliyor. Kişinin taraftarı olduğu futbol kulübü, burcu, mesleği, otuduğu mahalle, yeme içme alışkanlıkları, sevdiği müzikler v.s.'de kimlik çatısını oluşturabilen neredeyse sonsuz seçenekten bazıları. Bunlar üzerinden eklektik birliktelikler oluşturmak bütünlük duygusu vermiyor ne yazık ki.. Hele sahiplendiğin kimliğe bağlılığın cahilceyse ve ondan daha yüksek bir değere olan bağlılığından daha koyuysa durum sorunlara gebe demektir.. Acı çekeriz. Tekamül edemeyiz…

Acılarımızın kökeninde Bir'den, birbirimizden ayrı olmamız yatıyor. Öte yandan nefs kendini bütünden ayırıp etrafına bir duvar örerek tanımladığı alana 'ben' diyor ve varlığını bu sınırlılıkla özdeşleştiriyor. Hakikatine aykırı olan bu durumun ona verdiği acı kaçınılmaz olduğu için ister istemez kendi ördüğü duvarı yıkıp yıkıp daha fazla alan kaplayabilmekten medet umuyor nefs. Ama alan sonsuz, duvarı ileri taşımak bir yere kadar genişleme getiriyorsa da, duvar tamamen ortadan kaldırılmadan rahata ermek zor. Bu bir süreçtir. Tekamül yaradılıştaki hareketliliktir. Duvarlar sevgiyle aşılır, yıkılır. Sevgi, anlayış ve kabulle pekişir. Zorla güzellik, tecavüzle birleşme olmaz…

Tasavvuf öğretisinde karıştlıklar üzerinden anlatılabilecek meseleler de vardır elbet. İkilikteki zihine bazı şeyler başka türlü anlatılamadığı için.. Ama asıl mesafe aldıran teknik, 'genişleme' tekniğidir. Hedefi birliktir. Kendimize koyduğumuz sınırları farkındalıkla, aklımızın erdiği yeni sınırlara genişlettikçe yeni ufuklar açılır önümüze, dışımızda kalan yeni unsurlarla göğüs göğüse geliriz. Yeni dirençlerin farkına varırız. Kabul edemediğimiz şeyler.. Halbuki vardırlar. Varlıkları sebepsiz ya da lüzumsuz da değildir. Sadece yabancı, anlaşılmazdırlar. Tanımadığımız şeylere karşı bir yanımız merak ve çekim duyarken, bir yanımız da korku içindedir. Keza nefs belirlediği alanın değişmesinden huzursuz olur. Kontrolün elinde olduğunu düşündüğünden, kontrol edemediği şeylerden rahatsız olur. Kendini aşan bilgiye düşmanlık duyar. İlerlememiz hem nefse muhalefet etmek suretiyle hem de söz geçirebilirsek onun yardımıyla gerçekleşir. Böylece kademe kademe genişler, sonsuzluğa uzanırız. Her kucaklayışla bir üst benliğimize doğarız. Kendimizin daha fazlası oluruz. Nefs her seferinde yeni duruma adapte olur. Yani aslında direnci aptalcadır. Bir düzeyde, aptallık aklı belirginleştiren gerekli bir zıtlıktır.. Aslında nefsin yapabileceği en akıllıca iş seyr'etmek ve hamd'etmektir.

Aklımıza şu soru gelir; bu genişleme tekniği ile sonsuzluk içerisinde birliğe varmak olası mıdır? Evet! Zamanı geldiğinde, sınırlardan vazgeçildiğinde… Konevi Hazretlerinin dediği gibi; "Allah'a varış yolculuğunun sonu vardır, Allah'ta seyretmenin sonu yoktur". Anlaşılan, sabrın sonu selamettir, varış gerçekleşir, dirençlerle özdeşleşme biter, ayrılık hissi kaybolur, seyretme devam eder. Paradoksal bir biçimde vazgeçilen 'sahte benlik' kendini tanımlayan sınırları yıktığında -ki zaten hayaldiler- genişlediği varlık alanı vazgeçtiği herşeyi de zaten içermektedir. Yani kaybedilen birşey yoktur, olamaz!

Bölünmeye hizmet eden bölünmeyi yaşar, birleşmeye hizmet eden birleşmeyi. En uzak zıddını kendi içinde bulabilen, zıtlıkların kavuşumundaki ince dar, orta yoldan gidebilen, hızlı yol alır. Köprüyü geçer. İkiliği birler. Bu öyle bir birliktir ki senin ile, benim ile ne eksilir, ne fazlalaşır. Her şey olması gerektiği gibidir zaten. Neresinden bakacağın, neyi göreceğin, neyi yansıtacağın senin tercihindir! Talebe göre yardım gelir. Niyete göre sonrası gelişir. Nihayetinde herşey yerli yerini bulur. La-mekan ve la-zamanda zaten yerli yerincedir. Kibirin de, zannın da beyhudedir. Aşk tek gerçektir! Ya uzaksındır, ya yakın…

Yazının Devamını Oku

Miraca çıkınca…

25 Mayıs 2014
Bu gece 'Mirac Kandili'. Kutlu olsun! Bir insan evladının nerelere yükselebileceğinin mucizevi anlatımı, 'Mirac' hadisesi. Hz. Peygamber Muhammed(sav) nezdinde Allah'a(cc) yakınlığımızın en güzide ifadelerinden başlıcası…

Hepimizi ilgilendirmese boşuna anlatılmazdı Kuran'da, hadislerde. Hepimizi ilgilendiriyor çünkü her kulun kendi miracı var, onu tamamlamaya çalışıyoruz bir yerde. Kapasitemiz dahilinde Allah'a yönelimimizin nihai varış noktası.. O'nun halka halka zatından yayılımının periferinde kendi yerimizi bulmamız, yörüngemize oturmamız, eve dönüş… Kutlamaya değmez mi?

Musa a.s.'nin Tur-i Sina'nın tepesine Allah'la buluşmaya çıkışı, Hz. İsa'nın insanların eziyetinden kurtulup Allah'a yükselişi, Yakub'un merdiveni, Buda'nın Nirvana'ya ulaşması… Dini kitaplarda, menkıbelerde büyük zatların kendilerine has miraclarına dair türlü anlatımlar, ademoğlunun menziline dair fikir veriyorlar bize. Ufuk açıyorlar. Hakikat'e giden yolların, yolculukların çeşitliliğindeki özgünlüğün hikmeti, ayrıca düşünülmeye değer. Ancak hepsinin bir ortak noktası var. İslam'da, "Namaz, mümin'in(inananın) miracıdır." diye ifade edilen nokta. Yani namazı geniş anlamıyla ele alırsak; 'Kulun kendi dar benliğini aşarak, Yaradan'a yönelmesi ve O'nunla kavuşması'.. Öncelikle bunun için çaba göstermesi. Dua, ibadet, zikir, fikir, meditasyonla O'nu arıyor, özlüyor olması. Gönlünde, muradına bir merdiven dayamış, samimiyetle, tırmanmaya niyet etmiş olması.. Davete icab etmek. Yakınlaşmaya gayret etmek. Muhabbet.. Ama yalnızca kendi çabamız yetmez bizi nefsimizin üzerine yükseltmeye, O'na ulaştırmaya. Miraca çıkmak da, miracı tamamlamanın nasip olması da ancak Rabb'in yardımıyla mümkün. Teslimiyet gerek! Allah'tan başka fail kalmamacasına.. Paradoksa düşmemek için tutunulacak dal; "Gayret bizden, takdir Allah'tan"dır ve unutmayalım ki; "Hakikat aramakla bulunmaz fakat bulanlar hep arayanlardır."…

Gönül isterdi ki, kendi mirac hikayemi anlatayım sizlere. Heyhat, o yarım bir macera, henüz tamamlanmamış, akibeti belirsiz.. O halde bunu başarmış olanların, izinden gittiklerimin motive edici mesellerinden söz etmek gerek bugün. Bu gecenin hatırına, Hz. Peygamber Muhammed'in(sav) Mirac'ını aktarabilmek şüphesiz en anlamlısı, hem feyz alınası..

Gelgelelim Hz. Muhammed'in(sav) o gece yürüyüşü'nü(isra), yaptığı ziyaretleri, kendisine gösterilen ayetleri(alametleri), Mirac'a çıkışını ifade edemem sizlere tüm gerçekliğiyle.. Halim elvermez, aklım yetmez, kalem yetişmez. Çünkü her kulun kendi miracı olmasına karşın, Hz. Peygamberinki'nin dengi görülmemiştir. Gizem doludur. Mana içinde manadır. Deryadır.. Sırrına erebilene aşk olsun! Hu
Kanımca bunu hakkıyla anlatabilecek yegane kişi, gönlünü imanla temizleyecek Cebrail a.s. gibi bir dost edinmiş olandır. Bunu anlatabilecek kişi, nefs bineğini hakimiyeti altında tutabilen ve o bineğiyle sonsuz mesafeleri göz açıp kapayıncaya kadar alabilen kişidir. Bu kişi, tüm hak peygamberlerle aynı yolun yolcusu ve onlara namazda imamlık edecek derecede dinin hakikatini özümsemiş, imanı pek yüce kişidir. Uykuda dahi uyanıktır. Dedikodudan, yalandan, zinadan, boş sözden, uzaktır. Helal ana sütü gibi temizdir fıtratı. Dünya onun nazarında tüm cazibesini kaybetmiş, düşkün bir kocakarı hükmündedir. O kişi ki cennet ve cehennemin üstüne yükseltilmiştir. Tevazusuyla yücelmiş, yaşam ağacını tüm gerçekliğiyle, olduğu gibi görmüştür. Hz.Adem gibi tövbesi hepimiz için olan, Hz.İbrahim gibi şartsız teslim olan, Hz.İdris gibi özü sözü doğru, Hz.İsa gibi kalb-i selim, Hz.Musa gibi akl-ı selim sahibi o mübarek kişi ancak; Resulullah(sav), Ahmed-i Muhtar, Hazreti Muhammed Mustafa Efendimiz'dir. Mirac'da yüce Allah karşısında ne gözü kaymış, ne de haddi aşmıştır.. Bizim, varlığımızla yükselebileceğimiz en yüksek mertebe ise, o Nebi'nin ayaklarının dibidir.. Gönlünde bir zerre yer bulmayı, şefaatını umarız!

Öyleyse size anlatabileceğim en gerçek kişisel hikayem şu olacak; Götüren olursa arabayla, yoksa otobüsle, bir dosta kandil gecesi ziyaretine gideceğim akşamdan.. Ayakkabılarımı çıkaracağım girişte dışarının kirini tozunu taşımamak için içeriye, elimi yüzümü yıkayacağım lavaboda, dışımı mamur edeceğim elimden geldiğince, içimi mamur etmesi için ise O'na dua edeceğim, fakirane. Edebimi kuşanmış vaziyette, çıkacağım iki kat merdiveni, selam vereceğim tanıdıklara. Sonra gireceğim dostun huzuruna özlemle, niyaz edeceğim. Sevdiğimizin miracını kutlayacağız birlikte.. Yanarsa gönülde kandilimiz ne ala, her halükarda hamd'edeceğiz payımıza. Belki iki lokma, belki iki güzel esma. Gecenin devamında, muhabbetle kendimi seyredeceğim onda doyasıya, ve eve döneceğim inş'Allah, aydınlıkla… Tüm sevdiklerim, sevenlerim, ve dahi hoş nazarla bakanlar, dualarımda olacaksınız bu gece. Selam!



Yazının Devamını Oku

Öldüm yine ben…

18 Mayıs 2014
Bu ilk ölümüm değil, son da olmayacak. Alışamıyorum yine de.

Her an vücudumda binlerce, belki milyonlarca hücre ölüyor olsa da, farkında bile değilim ki. Ama gönlümdeki bir canın bile ölmesine dayanabilmek ne güç. Onlarla ölmek ne zor. İnsan olmak.. Ölmüşcesine yaşamak ve inatla, her sevdiğinle yeniden doğmak.. Yaşamın bedeli ölüm. Anladım artık; fena bulmadan beka bulmak olmuyor, yani yok olmadan ölümsüzlüğe varmak, imkansız…

İlk öldüğümde boğulmuştum, ıslak, mor ölüm, beni benden aldı bir dost kılığında, ince bir çocuk bedeniydim, güzelliğim öylece solduğunda…
Gençtim, uzaklarda öldüm, kendimden uzakta, fark'etmemiştim, aklım başımdan uçtuğunda…
Bir meşum kazada, neşemi yitirdim, sevdiğim, kanlı bir bedendi kucağımda…
Yaşlandığımda, kurtuluşum geldi, ölüm, son nefesimi verdiğimde, camlar çatladığında, yanımda belirdin gözyaşlarıyla…
Öldükçe öldüm, kah savaşlarda, kah hasta, yatakta, kah toprak altında…

Yazının Devamını Oku