Paylaş
Neredeyse üç yıldır uzunca tatil yapma imkanı bulamamışım. Bir iki hafta İstanbul'un harala gürelesinden uzaklaşmak ve kendini doğanın koynuna bırakmak başka güzel. Burada çok anılarım var! Tenim güneşi, bedenim akan derenin serin dokunuşlarını, fakiri akan su boyunca gezdiren ayak tabanlarım irili ufaklı taşların masaj etkisini, kulaklarım cır cır böcekleri korosuna solistlik eden ötücü kuşların nağmelerini, gözlerim yeşilin türlü tonlarını hatırlıyor.. Kız böcekleri defalarca kalkıp kalkıp gelir yine aynı yere konar. Yengeç yan yan yürür. Kara sinek irisi üvezler arsız olur. Kelebekler özgür uçar. Ateşin iyi yanması için hava alması gerekir. Rüyalara dostlar gelir. Gün doğunca horoz öter.. Uyanmışım! Tepenin ardından kafasını çıkaran güneş çadırımın yarı şeffaf kumaşını adeta bir ekrana dönüştürmüş. Güneşin ilk ışıklarını yol üzerinde karşılayan dallar, yapraklar ekranımda dans eden şekiller oluşturmadalar. Bu ahenkli görüntünün zenginliğini seyre dalmışım. İşte hayatın gölge oyununun büyüleyiciliği. Renkten ve gerçek görünümlerinden uzak yansımaları dahi tabiatın, fakiri çadırımın içinde hapsetmeye yetmiş! Dışarı çıktığımda ise tüm renk ve canlığıyla uçsuz bucaksız bir sanat eseri ile karşı karşıyayım. Bir de gönlümdeki perdeler kalksa da seyreylesem cennet cemalin yakın manzarasını. Gölgenin hakikatini.. Belki de çadırımdan çıkmak kadar kolay gölgelerin oyununun büyüsünden kurtulmak. Bir an dalıp geçmisin gibi, uyanacaksın, yırtacaksın perdeyi ve seni karşılayacak hayat… Lakin şu an bulunduğun yerin ve halin güzelliğindeki lütfu kutsamak ve şükrünü yapmakla başlıyor mükellefiyet!
Ve tekrar anda, buradayım; bir ağustos sabahında, meyve bahçesinin kıyısında, bir zeytin ağacının delikli gölgesi altında devrik kütükten koltuğum, irice bir yassı taş sehpam, üç beş müzik aleti, yerde hasır bir yaygı. Oturuyorum. Sahi neydi o beni gece boyunca tedirgin eden? Kim dolaşıyordu kampımın etrafında görünmeden? Çünkü yaban domuzu inebiliyor buralara, şaka değil. Gece yatmadan önce, aysız gecenin karanlığında, titrek mum ışığı eşliğinde uzanmış, tefekküre dalmışken başladı gürültüler. Resmen biri yürüyor yakınımda, feneri tutuyorum seslerin geldiği istikamete, kimse yok, sessizlik, ve yeniden başlıyor sesler, kuru yaprakların üzerinde ağır aksak ama kararlı adımlar. Tekrar tutuyorum feneri, kimse yok. Aman, iyi saatte olsunlar, benden uzak, Allah'a yakın! Yattıktan sonra da ara ara duyuluyor çadırımın etrafında dolanan ayak sesleri.. Uyuyakalıyorum, sabaha kadar, bölük, pörçük. Şimdi gün ışımışken etrafa bakmalı, her ne ise ayak izlerini bırakmış olmalı etrafta.. Derken ağacın arkasından çıkıveriyor, pişkin adımlarla geçiyor az ötemden, çadırını sırtlamış, sanırım kafasında kahvaltıyla ilgili türlü planlar, boyu neredeyse yer minderi kadar, koca bir ihtiyar kaplumbağa! Sen miydin? Allah iyiliğini versin! Belli ki çok görmüş geçirmiş, hal diliyle fakire şunları söylüyor; -"Siz insanlar bilinmeyenden korkar, pireyi deve yaparsınız. Halbuki ben aciz bir kaplumbağayım kimseye zararı olmayan. İbret al benden. Bak, sırtımda evim, olanca ağırlığıyla, evsiz kalma kaygımdan. Koca bir ömür sürünerek, uzadıkça uzayan, o da ölüm korkumdan. Değmez bir hevesmiş bu hayal dünyasına bağlanmak. Kendimin esiri olmuşum. Halıktan ev bark istemişim, hürriyeti istemek varken. Şimdi beklemedeyim sabırla sonumu, kurtuluşumu. Ders al halimden, özgürce yaşa şu hayatı, incitmeden, incinmeden, haline şükr'ederekten… Hu!"
Korkarım sonu beklenmedik bir şekilde gelecek kaplumbağa dedemin. Kendisiyle beraber buradaki binbir çiçek böceğin, endemik türün. Belki de civardaki köylerin de taşınması gerekecek, köy olamamış mahalleler TOKİ konutlarına muhtemelen. Arkalarında koca bir kültürü bırakarak.. Tahmin ettiğiniz gibi bir baraj projesi de burası için düşünülmüş. Zeytinli deresi üzerine. Koca bir alan sular altında kalacak. Bir yandan maden arayıcıları, öte yandan medeniyetin alıcı kuşları. İnsanların bitmeyen ihtiraslarına bir kurban daha verilsin mi, verilmesin mi? Elbet kiminin kabirleri, makamları su altında kalacak civar erenlerinin de söyleyecek bir çift sözü olacak. Tepede 'Sarıkız Ana', yanında 'Cılbak Baba', eteklerinde kampı koruyan 'Delikli Taş Dede'sinden, köyün girişini bekleyen 'Kekli Dede'ye tam oniki evliya. Onlar destur verirse yapacak birşey yok, meğer ki insanlığın hayrınaysa "eyv'Allah" diyeceğiz. Ama gönlümüz burukça, özlenecek bir cennet mekan daha bırakarak ardımızda, yaşatacağız hatıramızda.. Lakin şimdi yürüyüş zamanı, dereyi görmeden paçaları sıvamamalı, şu an için en önemlisi de kahvaltıya geç kalmamalı. Abla 'pişi' hazırlamıştır, aç karına felsefe yapılmıyor…
Paylaş