Paylaş
40. yaşgünümden kısa bir süre sonraydı. Kederli halim yaza galebe çalan sonbaharla rekabet etmedeydi adeta. Emirgan'ın ulu çınarlarının altında denize karşı çaylarımızı yudumluyor, sohbet ediyorduk eskilerden Süreyya ile.. Süreyya bir sufi ustasına talebe olmuş üç dört sene önce, bir kaç ortak arkadaşım da onunla birlikte. Ama benden gizlemişler uzun zaman, anlamayacağımı, yadırgayacağımı düşünerek. Hem de 'Usta' arkadaşlarıma birbirbirleriyle nasıl tanıştıklarını sorduğunda, ve buna karşın adımı verdiklerinde, "Onu da getirin, tanışalım" demesine rağmen.. Her şeyin bir vakti var! Nitekim son zamanlarda ne zaman Süreyya ile buluşsak, o sıra ustasıyla sohbet ettiği konu ne ise fakir de aynı konuya paralel bir şeyler anlatır olmuşum bilmeden. Gizli bir muhabbet başlamış bile çoktan.. O günkü dertli halimin de içine dokunmasıyla, baklayı çıkardı Süreyya sonunda ağzından; "Bir süredir ziyaret ettiğim bir sufi usta var, "Derviş Baba", tanışmak ister misin?". "Tabii, neden olmasın" diye cevapladım hemen, belki de buydu kainattan beklediğim mesaj. "O zaman bir telefon edip destur sorayım." dedi Süreyya. Nihayetinde bir sonraki güne davet edilmiştim!
Yürüyerek eve dönüyordum. Kafamda düşünceler, başım öne eğik. "Eğer tanışacağım gerçek bir usta ise, eli boş gitmemek gerek, ne götürebilirim acaba?" derken yerde yeşil, parlakça, belli ki düşürülmüş değerli bir taş çarptı gözüme. Soruma cevap gelmişti. Bu bir işaret olmalıydı. Eğilip taşı aldım, üzeri tozlanmıştı, bir süredir burada bekliyordu anlaşılan. Heyecanlanmıştım. Demek götürmem gereken hediye buydu. Heyecanım yatışınca aklıma geldi. Üç defa seslendim etrafa yüksek sesle; "Bu taşın bir sahibi var mı?". Biraz bekledim. Kimse çıkmadı. Yeşil taşı cebime koydum ve yoluma devam ettim. Bugün olsa yapmayacağım bir şey belki ama o an içimdeki duygu güçlüydü, bu bir tesadüf olamazdı. Eve vardığımda kafamdaki düşünceler birbirini kovalamaya devam ediyordu; "Acaba nasıl biri?", "Gerçek bir usta olduğunu nasıl anlarım?", "Ona neler sorabilirim?"…
İçimdeki hislere baktığımda ise daha ziyade bir sevinç ve özlem vardı. Aksine dair bir bilgim olmadığına göre ve arkadaşlarımın ona duyduğu muhabbete de dayanarak Baba'nın otantikliğine dair sorgulamalarımı bir kenara bırakmanın doğru olacağına karar verdim. Ve bir anda, öngördüğüm hediye ile ilgili şöyle bir farkındalık oluştu; "Gerçek bir ustaya verdiğim değeri ifade etmeye yetecek hiç bir şey olamaz, maddi karşılığı ne olursa olsun, asla yeterli gelmez. Zaten öyle kişi maddiyata tamah edecek biri de değildir. O halde hediyem kifayetsiz kalacak. Ama eli boş gitmek de olmaz. Ne yapmalı?". Eski Kabala bilgilerim bana 'Yaşam Ağacı'nın en tepe noktasındaki 'Taç'ın niteliğini hatırlattı; "Alçakgönüllülük". Evet, ne bilgelik, ne güzellik, ne azamet, gönlümdeki gerçek ustanın alamet-i farikası alçakgönüllülük olmalıydı. O halde götüreceğim hediye de bunu yansıtmalı idi. Değerli taştan vazgeçtim. 'Dönüşüm Taşı' geldi hatırıma! Gülümsedim. Komodinin çekmecesini açtım ve elime aldım taşı, serin, dolunay kadar yuvarlak, siyah beyaz grili, sade, pürüzsüz, velhasıl bildiğiniz çakıl taşının az hallicesi.. Görünenin ötesinde ise o yıllar yılı halden hale girmiş, dolaşmadığı yer kalmamış "Dönüşüm Taşı". Verebileceğim en mütevazi, en mükemmel hediye…
Buluşma günü gelip çattığında bir cebime dönüşüm taşını, öteki cebime de yeni bulduğum değerli taşı koydum. Yoldan da üzüm aldım gittiğim ev halkına hediye. Ne de olsa Nuh a.s.'nin karaya ayak bastıktan sonraki ilk hasadı. Şarabın meyvası.. Bekleme salonundaki sabırsızlığım uzun sürmedi. Bizi yukarı, yanına çağırıyordu. Merakla 'Derviş Baba'nın odasına varan merdivenleri çıktım, yanımda mihmandarım Süreyya. 'Baba' beni ayakta karşıladı. Yaşsız bir adam, sanki aynadaki farklı bir yansımam, içimi açan. Gönlüm onu hemen sevmişti. Karşılıklı oturduk, herbirinin bir hikayesi olan türlü objenin adeta nefes alıp verdiği renkli odasında. Doyumsuz bir sohbet.. Gevezeliğim tutmuştu. Atlantis'ten girdim, Hermes'den çıktım, kadim öğretilerin sırlarından dem vurdum, Tanrı'nın birliğinde durdum. 'Derviş Baba' tatlı tatlı gülümsüyordu. Sevildiğimi hissediyordum. Hediyeyi vermenin zamanı gelmişti; "Size bir hediyem var!". Cebimden çıkardığım çakıl taşını sundum Baba'ya. Hoşnutlukla kabul etti ve şöyle dedi; "Getirilen her hediye getireni anlatır biraz da!". Daha sonra bu cümleye çok kafa yoracaktım. O anda ise açıklama gereği duyarcasına hikayesini anlattım 'dönüşüm taşı'nın ve cebimden diğer değerli taşı çıkararak ekledim; "Müsadenizle bu yeşil taşı da beni size getirdiği için Süreyya'ya hediye etmek istiyorum!". Hediyeleşme faslı bittiğinde 'Derviş Baba' içimi ısıtan gülümsemesi ile "Senin gibi akıllılar sık gelmiyor buraya" buyurdu capcanlı gözlerini gözlerime dikerek. Latifesinin altında ne çok bilgi yatıyordu. O sırada nefsim sadece iltifat yönüne odaklanmıştı, lakin şükür gönlüme doğan ilhama, belki de bundan sonrası için aramızdaki akdi oluşturacak şu cümle, umulmadık bir cüretkarlıkla zıplayıverdi dilimden; "Efendim, buyurduğunuz gibi aklım ziyadesiyle yerinde, onunla varabileceğim yere kadar vardım sanırım, buraya akıl almaya da gelmedim esasında, kabul buyurursanız aklımı temiz bir gönül karşılığında hizmete sunmaya hazırım!"…
Bu seneki Hindistan seyahatimin ilk durağı Goa'da 'sufizm'e ilgi duyan kalabalığa yaptığımız sunumda anlattığım hikaye bu oldu. Ve ekledim; "İşte Derviş Baba'ya hediye olarak sunduğum taşın hikayesi. Yıllar önce Goa'dan hareket eden 'dönüşüm taşı' bugün, yıllar sonra hikayenin başladığı yere döndü, tekamül etmiş olarak. Bugüne kadar şahit olduğum en büyük mucize budur. Baba'ya sunduğum taş, zamanla anladım ki fakirin taşlaşmış gönlü idi. Erenlerin himmetiyle, bugün bu taş size birşeyler verebilme, hizmet edebilme arzusuyla dolu bir gönül olarak Goa'ya geri gelebildi. Lütfen kabul buyrun ve destursuz almış olduğum taştan ötürü borçlandığım bu toprak da verdiğini geri alsın böylece, dervişin 'Hak Dost'tan başkasına kalmamalı borcu.".. Bu gönlü günü geldiğinde, verdiği gibi temiz bir halde sahibine teslim etmekten öte dert vermesin Rabbim, dua edin bu fakir için de a canlar. Şu nefsin kötü huylarından tamamen geçtiğimde, tüm heva ve hevesimi terk ettiğimde, ve nihayet gerçek sevgiliye bağlanıp da aşkıma delil olduğumda, umuyorum o zaman gelecek, 'gerçek özgürlük'… Amin!
Musa Dede
* 2/Bakara 74 : Sonra(Ne yazık ki), bunun(bu mucizenin/bu ölünün dirilmesinin) arkasından (ibret alacakken) kalpleriniz (gene) kasiyet bağladı(katılaştı ve karardı), öyle ki taş gibi hatta daha da katı oldu. Taşlardan öyleleri vardır ki, içinden nehirler kaynar taşar; öylesi var ki, yarılıp ondan çeşme gibi şarıl şarıl su akar. Ve mutlaka onlardan(taşlardan) öyleleri de vardır ki, Allah korkusundan(Allah'a karşı duyduğu huşûdan) yuvarlanıp (dağdan) aşağı düşer. Ve Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.
Paylaş