Allah’ın planını hesaba katmayanlar kendi planlarını başarı için yeterli sanırlar. Ancak eninde sonunda Allah’ın planı gerçekleşir.. ‘Bilenle bilmeyen bir olur mu?’ deniliyor(Zümer 39;9). Șüphesiz. Bilmenin önündeki en büyük engel ‘zannetmek’ olsa gerektir, ‘zannetmek’ delilsiz ve işine geldiği gibi akıl yürütmekledir. İnananlar için Allah’ın kitabı en güçlü delil (Bir de anlayabilsek ve ardından uygulayabilsek keşke..) ve O’nu yaşayanlar en kutlu rehberlerdir.
Yaşayanların en güvenilir delilini ise ahlak-ı Muhammedi ve yüzlerinde parlayan nur-u Muhammedi olarak kabul ederim fakir, yoksa acayiplikler göstermek değil (keramet evliyaullaha haktır, o ayrı). Çağımızın önde gelen hastalıklarından; çok bilmek, ama nefsine göre bilmek, dolayısıyla çok yanılmak.
Malumatfüruşluktan kâr bekliyoruz. Bilir görünmekle özel olacağız ya; hırs, kibir.. Artık bireyselleşme kavramı yetersiz kalıyor kanımca, tek kişilik krallıklarımızda minik firavuncuklar olmaya dönmüş iş. Halbuki öğrenmek için çaba gerek, nefsin karanlığından sıyrılmak ve böylece -mutlaka sınanacak- özgür irademizle Allah’ın planında en hayırlı role talip olabilmek.. Sınanıyoruz!
Yukarıdaki ayet şöyle devam ediyor mealen; “Ancak salim akıl ve vicdan sahipleri(ulul’elbab) anlar ve hatırlarlar”. Onlardan yardım almak yerine kafa tutmada nefsi emmaremiz. Bir sebeb-i kılıfı ‘enaniyet’(bencillik) ise diğeri de ‘güven bunalımı’; her halükarda cahiliyet. Bencilliğin tezahürü; kendini merkeze koymak, Allah rızası yerine kendi çıkarını öncelemek, bu uğurda gerekirse kötülük yapmaktan çekinmemek ve kötülüğüne kılıf uyduracak şeytani akla tenezzül etmek özetle. Yani zulüm; hem kendine(sana emanet edilen özüne), hem yoluna çıkan herkese…
Ya abad oluruz, ya berbad.. Öncelikle, millet olarak birliğimizin çatısı bellidir. Ve evimizi korumak en tabi hakkımız ve vazifemizdir. Bu çatı altındaki her can kardeşimizdir. Kardeşlerimiz bu çatının altındakilerle de sınırlı değildir elbet, yeter ki bekamıza saygı gösterilsin, bizimle ilgili haince emeller beslenmesin! Lakin insanlığın özgürlük, barış, adil paylaşım ve sevgi üzere birliğine giden yolumuz evvela bizim kendi içimizdeki birliğimizden geçer. Bunun milli amentüsü ise işte, değişmemiştir, lütfen üşenmeden, usanmadan bir kez daha, bir kez daha istiklal marşımızın tamamını dikkatle, ibretle okuyalım, birliğimizin her Türk vatandaşının üzerinde mutabık bulunduğu varsayılan karakterini, temel değerlerini hatırlayalım:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Tasavvuf sohbeti. Hoş tasavvuf dile gelmez deriz hep, yaşanır. Ve işte hayat önümüze yeni bir sınav daha koymuş oldu. Bakalım nasıl yaşanacak, çapımız belli olacaktı. Cep telefonlarına düşen karışık mesajlar arkadaşların birçoğunu Dünya’nın sıkıntılı atmosferine geri taşımış, yüzlere endişe gölgeleri düşmüştü hemen.. Köprüler kapatılmış, tanklar inmiş şehre, darbe oluyormuş. Bu gibi günlerin geride kalmış olmasını umuyordum. Lakin başa gelen çekilir..
Belirsizlik dengeleri bozuyor. Halbuki hep öyle aslında! Dikkatler dağıldı, sohbeti dinleyecek neredeyse kimse kalmamıştı. İlk etapta, güvenilir haber kaynakları dışında kalan manipülatif haberlere dikkat edilmesi, uyanık olunması dışında ne söyleyebilirdim ki? Gidenler gitti aceleyle, herkes nasıl rahat ediyorsa onu yapsın. Fakire göre bir sıkıntı halinde olunabilecek en güvenilir yerdeydik. Kalmak isteyenler olursa evim yakın, kalanları memnuniyetle ağırlarım. Neticede 8 kişi kaldık.. Öyleyse ne olup bittiği hakkında doğru dürüst bir fikir sahibi olalım önce, panikle hareket etmemeli. Rabbim belli ki bu ekibi bu hadiseye birlikte şahitlik etmesi için toparlamıştı bu gece.
Su ve ekmek alışverişi, biraz nevale ve kahve, neyse fırın ve market açık. Sonradan duyduğumuza göre Cihangir gibi bazı mahallelerde söz konusu olan fahiş fiyatlar yoktu Balat’ta. Evde yaptık görev bölümünü, işte hizmetler de aynen böyle paylaşılır gelenekte. Olayların detayları ve arkasındaki gerçekler zaman içinde ortaya çıkacak. Biz darbe girişimcilerinden gelen haberler ile devlet organlarından gelen haberler arasında seçimimizi yaptık.. Dua ettik; “milletimiz, ümmetimiz hakkında hainane planları olanların tüm hile ve desiselerini kendi başlarına makus eyle Ya Rabb, bizi bu fitneden daha kuvvetli, birlik olarak çıkar lütfen!”
Tasavvuf pasifizm değil, nasıl olsun ki geleneğinde Peygamberler, Hz.Ali(ra), Hz.Hüseyin(ra) ve nice fitne karşısında duruşu belli evliyaullah varken. Devlet, vatan, millet, ümmetin bekası, dini değerler söz konusuyken tarafımız belli inşallah bizim de, gücümüz yettiğince. Haberler çok karışıktı, neyseki iletişimciyiz, propaganda aygıtının nasıl çalıştığının az çok farkındayız. Bu sefer sosyal medyadaki bazı fitne odakları ve fitneye kapılan yandaşların paylaşımları dışında diyebilirim ki basınımız genelde çok iyi bir sınav verdi. İnternet ortamındaki birkaçının asparagas olduğu kesinleşen kafa kesme fotoğrafları, belli bir imaj yaratılması için servis edilen cüppeli kimselerin sokağa çıkmış uyduruk fotoğrafları… Bir yandan üzerimizde uçan helikopter, jet sesleri, patlamalar… Korkunç, lakin korkunun ecele faydası yok. Doğru bildiğimizin tarafında sağlam durmalı. Nitekim halkımız da öyle yaptı. Benim yiğit milletim memleketine sahip çıktı. Halkın sağduyusu olmasa polis, asker, olandan daha vahim şekilde karşı karşıya kalacaktı. Ateş çok büyüyebilir, ülkemiz Allah korusun Suriye’ye dönebilirdi. Hakikaten Allah yardım etti, hamdolsun!
Elbet onların ibretlik yaşamlarından aktarılanlar içerisinde hepimizin feyz alabileceği nice hikmetler vardır. Sufi geleneğinde bir ustanın(şeyh/mürşid) dervişlik/ustalık etmesi için bir evladına verdiği diplomada(ki buna icazet belgesi denir) bazen o ustanın sonrası için öğrencisine verdiği nasihat/dua da yer alır. Bu nasihatta, kazanılması/olgunlaştırılması öğütlenen hasletlerin(özellikler), bunları yaşam öyküleriyle en belirgin biçimde vurgulayan kimi Peygamberle birlikte zikredilmesi hoş bir adettir. Fakir de bu güzel gelenekten hareketle bugünkü yazımda ‘kamil insan’ olma yolundaki bir ‘Sufi’de bulunması gereken özelliklere değinmek istiyorum gönlümce. Șüphesiz mevzubahis Peygamberlerin güzel özellikleri zikredilenlerle sınırlı değildir, maksat yazımız için misal vermektir, fakirin yaptığım tercihlerin belki sizler tarafından farklı önceliklendirilebilir olması doğaldır, eklemeler de yapılabilir. Ve Hazreti Peygamberimiz’in(sav) tüm bahsi geçecek hasletleri en kamil şekilde taşıdığı inancımdır. ‘Sufi’ terimini ise Hakk yolunda, ahlakını güzelleştirme peşinde olan insan anlamında kullanıyorum. Bu bir hal meselesidir. Nice kullar vardır ki bir sufi kalbi taşırlar, nice tasavvuf okulu talibi de vardır ki henüz bu kullar kadar olamamıştırlar. O halde buyrun bakalım, ideal anlamda bir sufi nasıl olmalı, hangi nitelikleri kendinde toplama gayretinde olmalıdır:
* Sufi’nin Hz.Adem(ra) gibi tevbesi olmalıdır: “Sonra Adem Rabbinden kelimeler öğrendi (ve onlarla Rabbine tevbe etti), Rabbi de onun tevbesini kabul etti. İşte O(Allah) Tevvab’dır(tevbeleri çokça kabul eden), Rahim’dir(en merhametli)” (Bakara 2:37) Hz.Adem, Rabbinin emrini ihlal edip yasak elmayı yedikten sonra, iblis gibi günahını Allah’a isnad etme küstahlığında bulunmamış, tevbe etmiştir. Sufi de sürekli amellerinin muhasebesini yapıp, hata ve günahlarını farkedip, acziyetinden Allah’a sığınarak tevbe kapısında kul olmayı bilmelidir.
* Sufi, Hz.Nuh(ra) gibi hizmet ehli olmalıdır: Ki Hazret tufandan sığınmaları için bütün mahlukata gemi yapmış. Zalimler onunla alay etmiş, horlamış lakin sonunda hepsi boğulmuş. Hz.Nuh’un gemisine binen kurtulmuş. “Böylece onu ve onunla beraber olanları, dolu bir gemi içinde kurtardık” (Șuara 26:119) Sufi de tüm mevcudata elinden gelen hizmeti yapma gayretinde ve bilhassa da inananların zalimler karşısındaki en güvenilir bir sığıngahı olmalıdır.
* Sufi, Hz.İbrahim(ra) gibi cömert olmalıdır: “Kişi dostunun dininde ve inancındadır”(Derviş Baba) Sufi’nin sofrası Halil(dost) İbrahim sofrası gibi olmalıdır. Dost sofrasında herşey cömertçe paylaşılır. Zaten mülk Allah’ındır. “Hz.İbrahim’in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi?” (Zariyat 51:24) İbrahim a.s. Allah’ın rızası uğruna en sevdiği evladını bile kurban etmeye hazırdır. O, öyle cömert bir dosttur. “…Ve kim nefsinin cimriliğinden kendini korursa; onlar felaha (kurtuluşa) erenlerdir” (Teğabun 64:16) Cimriler ise cennetin kokusunu dahi alamazlar.
* Sufi, Hz.İsmail (diğer bir rivayete göre Hz.İshak)(ra) gibi Rabbine teslim olmalıdır: ”Böylece onunla beraber çalışma çağına eriştiği zaman dedi ki: ‘Ey oğulcuğum! Gerçekten ben, uykuda seni boğazladığımı gördüm. Haydi bak (bir düşün). Bu konudaki görüşün nedir?’ (İsmail A.S): ‘Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi” (Saffat 37:102) Hakk yolunda canı başı teslim etmekten daha öte bilmem bir teslimiyet var mıdır? Kabe’nin inşasında bulunmak ancak böylesi teslimiyet içindeki kullara yaraşır. Sufi, gönül Kabesini Allah’a teslimiyetle inşa edendir. “Alemlere sığmadım, bir mümin kulumun kalbine sığdım” (Hadis-i Șerif, İhya/Gazali)
* Sufi, Hz.Yakup(ra) gibi kusurlara kör olmalıdır: Hazret, diğer evlatlarının kardeşleri Yusuf’u kurdun kaptığı yalan haberine sabırla göz yumdu. “Onlardan yüz çevirdi ve ‘Vah Yusuf’a vah’ dedi. Artık o üzüntüsünü sakladığı halde hüzünden gözleri ağardı” Sufi de bazı nahoş görünen gerçekleri kalbinde bilse bile, kesin delil sahibi olmaksızın yargıda bulunmamalı, kusurları örtücü olup hüsnü zanla bakmaya gayret etmeli, sabır göstermelidir. Nihayet “Allah’ta hayırsız bir şey yoktur” derler.
* Sufi, Hz.Yusuf(ra) gibi edepli olmalıdır: Yusuf a.s.’nin güzelliği dillere destandır, ki güzelliğin en güzeli huy güzelliğidir. Kendisini arzulayan cilveli Züleyha karşısında edebini muhafaza etmeyi bilmiş, edebiyle girdiği her ortamda güzeli, doğruyu sevenlere kendini sevdirmiştir. “Güzel bakmak sevaptır” yeter ki edep üzere olsun mahlukat, o öyle güzeldir görene; “Allah güzeldir, güzeli sever” (Hadis-i Șerif, Müslim) “Edeb bir tac imiş Nur-u Hüda’dan, giy ol tacı emin ol her beladan, edeb iledir nizam-ı alem, edeb iledir kemal-i adem”…
Duanın yanında ‘insan’ olmanın gereğini yapmadan olmuyor fakat, barış sağlanmıyor bize rağmen? Maalesef insanoğlu azdı yeniden. Tüketiyor kendini bencilliğiyle, kibriyle, cahilliğiyle. Bölüyor birleştireceğine, öldürüyor, ölüyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor bu yangında. Masumların ecirlerinin karşılığının beka aleminde mutlaka verileceği inancıyla avunuyorum.
Burayı cennet bahçesi eyleyemedik bir türlü. Fark aleminde herşey zıttıyla kaimken, bu sınav yurdu, belki de haklı olarak hem cennet hem cehennem misali olabilme ibretlik özelliğini terk etmiyor kolay kolay; Cehennet.. Ki belli olsun visalı hakedenler. Ve bizler, teklifler arasından seçeceğimiz rolle kayıtlı olacağız!
Șu fani Dünya, ahiret tarlası, fazlası değil ancak onun da bir şeriatı var, bizim ona ettiğimize karşın nasıl mukabele ede beklersiniz öyleyse? Birbirimize olduğumuz aynalara zulüm yansıtırken böylesine, “Ya Rabb bizi bize bırakma!” demekten başka birşey gelmiyor bazen dilime. Halbuki birliğimizi pekiştirmeli, mücadelemizi güçlendirmeli değil miyiz bu süreçte? Allahu alem, görene, gerçek sabır ehline ise “herşey yerli yerince, merkezinde”..
Köprüden önceki son çıkışın pek yakınındayız, iliklerimize kadar hissediliyor. Sabredenlerin selamete ereceği gün yarın. Müminin ümidi gerçekleşecek. Madem sabır zor sınav, elbet ödülü de büyük olacak. Tevekkeli değil hep “esma-i hüsna” sayıldığında en son sırada yer alır “Es Sabur” ismi. Derviş Baba da söylerdi “sabır, dervişlik eğitiminde en son gelen aşamadır evlat” diye. Lakin ahir zaman; herşey hızlandı. Muhallebi bebesinin ağzına bifteği dayıyorlar, yerse… İmanı korumanın kar sayılacağı zaman bu mu acaba? Ya Sabır!
Sabır olmasa, vaktin başı sonu nasıl kavranır, nasıl yaşanır? Sabır, başı sonu birleştirir, hikmetleri seyrettirir. Yaradılan herşey Yaradan’a rücu edecektir. “Sabret, seyret, şükret” diyor erenler. Hakk’ın rızasını arayanlar eğer sabır göstermezlerse takdire, şikayet var demektir gönülde. Kendi rıza göstermeyen öncelikle, O’nun rızasını nasıl beklesin neticesinde! “Rabbinin rızasına ermek için sabret”(Müddessir 74:7) Șikayette ise biraz da, “ben daha iyisini bilirim” saklıdır. Bu görüşü desteklemek için ilk sufilerden Ruveym B.Ahmed’in(ks) “Sabır, şikayeti terk etmektir” sözünü nakledelim. “İsteyin ki vereyim” buyuran Rabbimizin emrine mucip dua etmekle karıştırılmamalıdır. Lakin ‘sabır’ kolay iş değil ki Hz.Musa(as) dahi Hızır(as) ile çıktığı yolculuğun başında ona “İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın ve senin emirlerine asi olmayacağım”(Kehf 18:69) demekle birlikte, o sırada anlamaya güç yetiremediği olaylar karşısında rehberini sorgulamıştır. Anlaşılan herşeyin bir vakti vardır ve sabırsızlığımızla geldiğimiz noktada dahi, -Rabbimizin lütfuyla- sabırlı olmanın hikmeti anlaşılır, kıymetli bir ders alınır. Nihayet Hz.Musa ve ümmetinin üzerlerine düşen nefs terbiyesinin gereği, menzile varmak üzere 40 yıl çölde dolaşmaları, geçirdikleri sınavlar ve mazhar oldukları lütuflar… “Musa(as) kavmine şöyle dedi: ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç(zafer) takva sahiplerinindir”(Araf 7:128)
Hazreti Muhammed(sav) şöyle buyurmuş; “Marifet sermayem, akıl dinimin aslı, sevgi temelim, iştiyak(özlem) binitim, zikrullah yoldaşım, Allah’a güven bitmeyen hazinem, hüzün arkadaşım, ilim silahım, sabır elbisem, rıza ganimetim, acz iftiharım, züht(dinin yasaklarından sakınıp emirlerini yerine getirme) sanatım, yakin gücüm, sadakat şefim, itaat hasbim(yetindiğim), cihad ahlakımdır. Göz aydınlığıma gelince şüphesiz ki salat’tır (Șifa-i Șerif). Hz.Peygamber’in(sav) sabıra verdiği önemi “Sabır imanın yarısıdır” hadisi(Taberani) en güçlü şekilde vurguluyor. Sabrın daha önceki tüm peygamberlerin de sünneti olduğu zaten bellidir; “Ve İsmail ve İdris ve Zelkifli; hepsi sabredenlerdendir”(Enbiya 21:85) Sabır haline, türlü musibetlere ve kendisine isabet eden dayanılması güç hastalık azabına onca zaman sabır gösteren Hz.Eyüp(ra) örnek gösterilmekle birlikte(bkz.Eyüp sabrı), bu hususta belki en iyi bilinen bir diğer kıssa da Hz.Yakub’un(ra) canından çok sevdiği evladı Hz.Yusuf’un(ra) kaybına yıllar yılı sabır göstermesidir. Kuran-ı Kerim’de, düzenbazlık eden kardeşleri Yusuf’un ölüm haberini verdiklerinde, Yakup Peygamber’in şöyle dediği kayıtlıdır; “Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Anlattıklarınıza karşı yardımı istenilecek olan da ancak Allah’tır”(Yusuf 12:18)
Anlaşılan ahiret yolunda menzile erişmek için sabır ‘olmazsa olmaz’ımız.. Kuran’da sabrın doğrudan övüldüğü (kullandığım arama motoruna göre)78 ayetten birkaç meal paylaşalım;
* Ey o kimseler ki sabır ve salat ile(dua ve ibadet ile, Rabbini yücelterek), inanarak(imanla) Allah’tan özel yardım isterler; muhakkak Allah sabredenlerle beraberdir (Bakara 2:153)
Çok tepki topladı. Sonra da yanlış anlaşıldığını söylemiş falan… Görünürde bu sebeple toplumumuzda namaza dair bir tartışma başlamış oldu. Umulur ki namaz/salat hususunun daha iyi anlaşılmasına vesile kılsın Rabbim. Halihazırda pek çok faydalı söz de dile geldi, yazıya döküldü zaten. Hepsine yetişemesem de takip etmeye çalışıyorum. Fakir namaz profesörü değilim ama, akletmeye, hissetmeye çalışan, kul olma gayretinde, tasavvuf talebesi, gazeteci/yazar bir kardeşiniz olarak konuyla ilgili paylaşmak istediğim, sanırım bazısı henüz söylenmemiş şeyler var, belki katkısı olur, yoksa da tarafım belli olsun bari. Hem de ola ki yanlışım varsa, ilim ve hal sahibi zatların yorumuyla biz de irşad oluruz belki. Destur;
* “Namaz” dilimize Kuran’daki “salat” kelimesini ikame edecek biçimde Farsça’dan geçmiş. Bu kelime halk arasında, Hz.Muhammed’in(sav) sünnetinden öğrenildiği şekliyle günlük 5 vakit ibadet ritüelini ifade etmek üzere kullanılıyor, artı özel namazlar da var; cenaze namazı, bayram namazı gibi.. Arapça diline vakıf kimi din alimlerimiz “salat” sözcüğünün etimolojisi ve Kuran’da yeri geldiğinde farklı hikmetleri işaret etmesi üzerinden bu kavramın ne kadar derin anlamlar içerebildiğine dikkat çekiyorlar. Anlaşılan “salat”, “ibadet” geniş anlamında kullanılıyor ve bu hem yukarıda bahsettiğimiz şekliyle bir ibadet ritüelini ifade edebiliyor hem de kendisi yahut türevleri yerince şu anlamları yüklenebiliyor: Dua etmek, ululamak, şirke karşı çıkmak, temcid, çok çalışmak, çok gayret etmek, destek olmak, ilgilenmek, değerli kılmak, affetmek, tebrik etmek, sosyal yardımda bulunmak, ilgisiz kalmamak, ilahi rahmet, iman, din, okumak, okutmak, öğrenmek, bağlantı kurmak, selamlamak (Mustafa Sağ/Çağrı)… O halde “salat” doğru anlaşıldığında gerçekten dinin direği ve ne mutlu salat ehline!
* Lakin Maun suresinde(4-7 ayetler) mealen “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarından gafildirler, onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mani olurlar” diye bir uyarı da var. Riya(ikiyüzlülük) içinde, gönülsüzce olan namaz/salatın hoş görülmediğini destekleyen Nisa-142 ve Tevbe-54 ayetleri ayrıca dikkat çekiyor. İnsanın dinini, namaz/salatı dahi putlaştırabilmesi maalesef mümkün. Aman! Ki bu kimselerden gelebilecek kötülük büyük olabiliyor..
* Bazılarının dinin yegane nişanesi olarak öne sürdükleri, cahilliklerini arkasına sakladıkları, gösteriş için yüze vurdukları ‘şekli namaz kılma eylemi’ insanlığın garantisi olsaydı, sözde namaz kılan onca zalimin zulümü çekilmemiş olurdu, iyi de olurdu. Mesela Peygamber evladı, dinin meşalesi Hz.Hüseyin(ra) ve beraberindekileri Kerbela’da katleden münafık yezid ordusundakilerin “bir an evvel kellesini alalım de namaz vaktini kaçırmayalım” demeleri gibi garabetler de yaşanmazdı. Demek o kadar basit değil insan olmak.
Vazifedir lakin canım yazmak istemiyor bu gece! Hem ne yazılabilir ki malumun ilamından öte? Boş geliyor söz. Söz maddeyle buluşup soluduğumuz havayı dahi titreştiriyor ama ulaşamıyor maalesef bazı muhatap almak istediklerimize. Fitneciye nasihat, bombacıya tebligat, işler mi taş gönüllere hakikat?
Bomba patlamış yine, bizim okulun orada, bütünlemeler vardı, öğrenciler, halk, bizim için çalışanlar, görevlilerimiz, ben de olabilirdim, sen de… Sonra Midyat ve zaten Ortadoğu’da süregelen tüm mezalimler, ah, şehit haberleri yara gönlümde! Ramazanın neşesini nasıl yazayım? Bugün öyle hissedemiyorum. Allah’la işi olmayana, insanlıktan çıkana, hiçbir ahlaki kod tanımayan beyni yıkanmışlara, kanı donmuşlara hangi söz edilir de muhabbet umulabilir? Bulamıyorum!
Vay halime! Nereye gider bu yol, durakları umutsuzluk, tembellik, küskünlük, boşvericilik olursa? Kendine gel, aman, yılmamalı mücadeleden! Kin, nefret, kibir, yavrulamamalı gönülde. Anlaşılan nefsin bir vesvesesi, şeytanın bir tuzağı daha bu Musa, onca nimet varken şükredecek bardağın dolu tarafında, hem hatırlasana; Rabbinin lütfettiği gayreti göstermekten fazlası değil senin işin. “Hidayete eriştiren ‘Ben’im” diyor ya Hakk, takdirine karışma, etme kendini ziyan, sen elinden geldiğince akdinin gereğini yapmaya odaklan!
Öyleyse inatla çözüm odaklı olmalı. Terör meselesini her kesim yapıcı biçimde ele almalı. Bir iletişimci olarak mesela zalim, katil namzetlerine ulaşmak, uyarmak için daha da geç olmadan, en profesyonel bir “PR” şirketinin ciddiyetiyle, kainatın en önemli kampanyasına hazırlanıyormuşcasına çalışmalı, sonuçları ne olursa olsun.. Reklamcılara sormalı, psikologlar, sosyologlar, halkla ilişkiler uzmanları araştırmalı ve öyle bir slogan bulmalı ki ikna gücü olan, tüm bilbordlara asmalı, gazeteler, radyo, televizyonlar, heryerde duyurmalı.