Paylaş
Çok tepki topladı. Sonra da yanlış anlaşıldığını söylemiş falan… Görünürde bu sebeple toplumumuzda namaza dair bir tartışma başlamış oldu. Umulur ki namaz/salat hususunun daha iyi anlaşılmasına vesile kılsın Rabbim. Halihazırda pek çok faydalı söz de dile geldi, yazıya döküldü zaten. Hepsine yetişemesem de takip etmeye çalışıyorum. Fakir namaz profesörü değilim ama, akletmeye, hissetmeye çalışan, kul olma gayretinde, tasavvuf talebesi, gazeteci/yazar bir kardeşiniz olarak konuyla ilgili paylaşmak istediğim, sanırım bazısı henüz söylenmemiş şeyler var, belki katkısı olur, yoksa da tarafım belli olsun bari. Hem de ola ki yanlışım varsa, ilim ve hal sahibi zatların yorumuyla biz de irşad oluruz belki. Destur;
* “Namaz” dilimize Kuran’daki “salat” kelimesini ikame edecek biçimde Farsça’dan geçmiş. Bu kelime halk arasında, Hz.Muhammed’in(sav) sünnetinden öğrenildiği şekliyle günlük 5 vakit ibadet ritüelini ifade etmek üzere kullanılıyor, artı özel namazlar da var; cenaze namazı, bayram namazı gibi.. Arapça diline vakıf kimi din alimlerimiz “salat” sözcüğünün etimolojisi ve Kuran’da yeri geldiğinde farklı hikmetleri işaret etmesi üzerinden bu kavramın ne kadar derin anlamlar içerebildiğine dikkat çekiyorlar. Anlaşılan “salat”, “ibadet” geniş anlamında kullanılıyor ve bu hem yukarıda bahsettiğimiz şekliyle bir ibadet ritüelini ifade edebiliyor hem de kendisi yahut türevleri yerince şu anlamları yüklenebiliyor: Dua etmek, ululamak, şirke karşı çıkmak, temcid, çok çalışmak, çok gayret etmek, destek olmak, ilgilenmek, değerli kılmak, affetmek, tebrik etmek, sosyal yardımda bulunmak, ilgisiz kalmamak, ilahi rahmet, iman, din, okumak, okutmak, öğrenmek, bağlantı kurmak, selamlamak (Mustafa Sağ/Çağrı)… O halde “salat” doğru anlaşıldığında gerçekten dinin direği ve ne mutlu salat ehline!
* Lakin Maun suresinde(4-7 ayetler) mealen “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarından gafildirler, onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mani olurlar” diye bir uyarı da var. Riya(ikiyüzlülük) içinde, gönülsüzce olan namaz/salatın hoş görülmediğini destekleyen Nisa-142 ve Tevbe-54 ayetleri ayrıca dikkat çekiyor. İnsanın dinini, namaz/salatı dahi putlaştırabilmesi maalesef mümkün. Aman! Ki bu kimselerden gelebilecek kötülük büyük olabiliyor..
* Bazılarının dinin yegane nişanesi olarak öne sürdükleri, cahilliklerini arkasına sakladıkları, gösteriş için yüze vurdukları ‘şekli namaz kılma eylemi’ insanlığın garantisi olsaydı, sözde namaz kılan onca zalimin zulümü çekilmemiş olurdu, iyi de olurdu. Mesela Peygamber evladı, dinin meşalesi Hz.Hüseyin(ra) ve beraberindekileri Kerbela’da katleden münafık yezid ordusundakilerin “bir an evvel kellesini alalım de namaz vaktini kaçırmayalım” demeleri gibi garabetler de yaşanmazdı. Demek o kadar basit değil insan olmak.
* Kamil anlamda “Salatı kaim kılmak” bir yaşam biçimi, kulluğun en latif ifadesidir. Zaten ‘abd(kul)’ kökünden türeyen “ibadet” de ‘kulluk etmek’ demek. İnancıma göre insanlığın en üst derecesi. Kişi Allah rızasını gözeterek yaşıyorsa, bu istikametteki her sözü, eylemi ibadettir desek umarım yanlış olmaz. İşte din de bunun inceliklerini bize anlatır. Amaç, güzel ahlaklı bir yaşam içerisinde hakikate varmaktır, nefse kölelikten kurtulmak, Yaradan’la vuslattır, toplumsal ahengin yakalanması, tevhiddir(birlik). Yolda akıl lazımdır, yürek lazımdır. Ne yazık araçları amaçsallaştırıp, bir de onun üzerinden büyüklenmeye kalkanlara. Çünkü itikadi mevzular ve uygulamaları Allah’la kul arasındadır ve toplumsal barışı bozacak (tecavüz, hırsızlık, cinayet vs) hususlar dışında bir yargılama hakkı bize tanınmamıştır. Güzelce nasihat etmek ayrı.. “İşte Ben, Ben Allahım, yoktur benden başka ilah, kulum ol, salatı ikame et benim hatırım için” (Taha; 14)
* Doğrusu “salat”ı ikame ettirme iddiasındaki kişinin yaşam biçimi en çok da “kibir”i kaldırmaz. Özüne ters. Üzerinden kibir akan bir kişi, hele dinini, Allah kelamını buna alet edip kendi ve destekçileri dışındakileri horlayarak ötekileştiriyorsa “İslam”a örnek de olamaz. Tam tersi, istemeden de olsa insanlara “Müslüman böyle oluyorsa biz olmayalım” dedirterek Allah düşmanları, din düşmanlarıyla aynı amaca hizmet eder, çok büyük bir vebal altında kalır; insanlık haliyle kazara gaflete düşmüş ise de, hemen ayılıp affedilene kadar tevbe istiğfarla meşgul olması isabetli gelir kanımca..
Böyle kişiye temsil ehliyeti veren kurum da itibarsızlaşır. Dini bir kurumsa, dini kurumların da itibarı zedelenir, dindarlar da zan altında kalabilir. Zaten fakir ayrıca onun için de kendimi yazmak zorunda hissettim, çünkü durumu fırsat bilip söz konusu tavrı genelleştirerek bu gibi kurumlara yüklenecek fırsatçılar çıkabilmektedir. Bu gibi kimselerin amacı, haklı bir ıslahat önermesinden ziyade, dinin yaşamın dışına itilmesiyle, nefs hükümranlığının önündeki engelleri kaldırmak olabiliyor. Anlayacağınız her kesimden, ötekileri kendi yaşam biçimine indirgemeye zorlayanlar çıkabiliyor. Sapla samanı ayırabilmek lazım..
Velhasıl, “Sen bunu yapmazsan hayvansın” diyerek kimsenin irşad edildiğini görmedim, ne Peygamberlerin ne de gerçek anlamdaki izdeşlerinin böyle bir tebliğ metodu benimsediğine rastlamadım. Allahu Teala Hz.Musa(ra)’yı bile firavun’a yollarken o’nunla yumuşak konuşmasını öğütlüyor. Doğru yol böyle imiş, taklitlerinden sakınmalı, kendin de yapmamalı…
* Gelgelelim insan dediğimiz mucizeyi inceleyen tasavvuf öğretisi, insanda “nefsani” ve “ruhani” özellikleri saptayıp incelikli bir şekilde açıklamaya çalışmış. Topraktan yoğrulan mayamızda bulunan mineral, nebati ve hayvani özellikleri de yaradılışımızla beraber miras aldığımız aşikardır. Bu özellikler nefsimiz üzerinde baskı oluşturup layık olduğumuz ruhani boyutu deneyimlememize engel olabilir. Topraktan gelen bu yanlarımıza kibarca “beşer” tarafımız demek daha efdal(erdemli) görülmüş. Madem insan kainatın bir özeti nispetindedir, bunları dışlamak da mümkün değil. Ancak ruhun hakimiyeti altındayken tüm bu beşeri nitelikler yerini bulur ve doğru anlam kazanır. Olgunlaşma yolunda belli bir eşiği geçene kadar kişi ne yazık ki ‘hayvani’ nitelikleriyle özdeşleşmiş bir yaşam sürebilmektedir. Nitekim nice evliyaullah ‘fabl’ türü hikayeleri, benzerliklerimizden dolayı -anlayana diyerek- ibret maksadıyla kullanmışlardır. Kendi nefsani tarafını bir hayvan temsiliyle ifade eden de olmuştur, Sevgili Nasreddin Hoca’nın eşeği buna örnektir..
Fakat genelde eleştirdiklerimizle aynı evsafı barındıran bizler tarafından, her an uyanabilme potansiyeli taşıyan insan suretindeki varlık, suretine hürmeten ve taşıdığı ruh itibariyle yine de indirgemeci bir tavırla “hayvan” diye hakarete maruz bırakılmamalıdır. Buna halk arasında küfür deniyor ya. Küfür hakikati örtmektir aslında ve tamamen hayvani bir yaşayışta da olsa, o kişinin taşıdığı ruhun varlığını örtücü, yaratılış hikmetini küçültücü söz söylememek, hitabı kişinin ruhuna yöneltmek -kabul ediyorum bazen zor olsa da- en insanca olandır. Madem kusur görülüyor ve illa olacaksa örtme, Rabbin “Settar” esmasını tecelli ettirici şekilde kusurları örtme yönünde olmalıdır ki bizim de onca kusurumuzun üzerinin bu esmanın yüzü suyu hürmetine örtülmesi umulabilsin.
* Çok dikkatli olmak gerek. İblis de ibadet edermiş, lakin kibri ona galebe çaldı, insanı, Rabbinin halifesini horladı, ibadetince yaşamayı başaramadı. Bu, ibadetin en aşağı boyutu; ikiyüzlücesi.. Sonra fakire sorarsanız her canlı varlık da kendi dilince, fıtratınca Rabbini zikretmede ve hayvan dahi kendince namaz kılmada! Elbet insanın namaz ritüelinin farzı olan mesela ’alın yere değecek şekilde secde’ hayvanda görülmez. Allah ismini en yüceltici olabilmek bize nasip kılınmıştır. Biz insanların salatı da, ritüeli de yaradılış maksadımızın yüceliğine yaraşır özelliktedir, bize hastır, özgür irade ile, bilinçle, anlayarak, severek tercih edilmiş olması salatımızı eşsiz ve özel kılar. Salat/Namaz büyük lezzettir gerçekte. Hz.Adem’den beri vardır, her kültürde -manası unutulmamışsa- kastı aynı ve fakat farklı şekilde.. Șeklen ve manen son Peygamber(sav) ile tekamülünün zirvesini bulduğuna inanırız. Aşk olsun öylesini kılabilene! Bu aynı zamanda hakikatimizi nefsimiz üzerine yüceltmemiz ve dolayısıyla ölümsüzlüğümüze varan yolumuzdur; asıl faydası kendimizedir.
* İnsan “eşref-i mahlukat”(yaratılmışların en şereflisi) madem, bunun ispatını bütün varlık alemine hizmet ile ortaya koymalıdır. Çünkü hizmetin en yücesini yapan Allah’tır ve rahmani sıfatların tecelligahı(meydana çıktığı yer) olan insana bu yakışır. Bu gibi insana tasavvuf dilinde “insan-ı kamil”(aydın, olgun insan) deniliyor. Huzurda, huzurludur o. Tekbir alıp iki elini kaldırışıyla teslimiyetini ifade ediyor, rükuda azameti karşısında eğiliyor, alçakgönüllülükle gönlünü secdeye vardırması ile miraca yükseliyor. Miracı gerçekleşene kadar namazın taklidinde insan. Hz.Peygamber’in gözünün nuru olması namazın; gözünde “O Görülen”in yansıması. Kavuşmanın nişanı. Daha oraya gelene kadar “namaz kıldım” iddiasından bile haya eder fakir. “Eda etmeye çalıştım” de, Rabbimin davetiyle, lütfuyla..
Bu arada yanlış anlaşılmasın, şekli, ritüeli de küçümsememek gerek, o da manaya vasıta, belli vakitlere uyarak nefsi disipline etmek ayrı hikmet. Demek istediğim övünme, cenneti cepte bilme, üzerinden başkalarına büyüklenme, yargılama hakkı vermez namaz kimseye. Kabul edileceğinin garantisi mi var hem? Biraz had bilmek gerek. Ne mübarek insanlar geldi geçti, ömür boyunca deneyerek ve son nefesinde “ah iki rekat namazı hakkıyla eda edebilseydim gam yemezdim” diyerek. Rabbim samimi gayretlerini takdir eder, noksanlarını giderir, maksatlarını tamama erdirir dilerim. Denemek farzdır, salat hayat! Daimi kıl Ya Rabb!
* Șunu da anlatmadan geçemeyeceğim; Sadi-i Șirazi Hazretleri henüz daha ufak yaştayken zühde(şeri hükümlere uymada çok disiplinli olmak) eğilimli imiş. Gece ibadet için kalkar, Kuran okur, sabah namazına kadar öyle vakit geçirirmiş. Bir gece; tüm ev ahalisi uykuda, derviş babası hariç, çocuk Sadi kıraatını tamamlamış ve elindeki Kuran-ı Kerimi gayri ihtiyari göğsüne bastırarak şöyle niyazda bulunmuş; “Ey Allahım, ne olurdu sanki böyle uyuyacaklarına ev ahalisi de kalkıp Kuran okusa, namaz kılsa idi!” Bunu işiten babası hemen yanına gelmiş ve; “Ah evladım, ev halkının gıybetini(dedikodusunu) yapacağına keşke sen de uyuyaydın!”… Hazret orada manevi bir eşik atladığını ifade eder anılarında. Demek kaş yapayım derken göz çıkarmamalı. Hele gönül kırmamalı ki Bektaşi Baba Erenler diyor ya hani; “Allah’ın eşref saatine gelir de affediverir kendisi için olan günahları, ya kullar öyle mi?”
* Son olarak bir de şunu merak ediyorum; bir ilahiyatçı profesörün maksadı aşan “namaz kılmayan hayvandır” sözlerine bu kadar tepki duyanlar, nice meşhur sosyal bilimler profesörünün, düşünürün “insan düşünen hayvandır, sosyal hayvandır, atamız da hayvandı zaten(maymun)” yollu kanıksanmış beyanlarına tepki duyup mesele çıkarıyorlar mı hiç? Yoksa bu tür garip antropolojik saptamaları hayvanlıklarımızı meşrulaştırmak için kullanmak işimize mi geliyor! O zaman buraya da uyarlayalım; namaz kılmayan hayvansa, eh hayvanın dini yükümlülüğü yok zaten, böylece günahsızız! Eyvah… “Bundan sonra onların arkasından gelen nesil, salatı zayi ettiler. Ve şehvetlere (nefsin arzularına) tâbi oldular. Artık yakında cehennemde en alt bölüm (yolun doğrusunu kaybetmek) ile karşılaşacaklar” (Meryem; 59 meali)
Salat’ın hakiki manasına ermek, insanın sırrına ermek demek, iyi bir insan olarak yaşam sürmek demek. Cömertlik, çalışkanlık, akıl, güzellik, sabır, kanaatkarlık, dürüstlük, takva, yardımseverlik, yiğitlik, doğruluk, mertlik, iffet, hoşgörü, affedicilik, sevecenlik, iyilik, tevazu… Buna gayret edeceğine, şeklen yapacağın bazı ritüellerin kurtuluşuna kafi geleceğini düşünmek en hafifinden kolaycılık gibi geliyor bana, hele bir de bunun üzerinden kibirlenme, tahakküm varsa en kötüsü.. Böyle bakınca niye geri kalıyor bazı coğrafyalar daha iyi anlaşılıyor, ilerleyenler salatın manasını yaşıyor, bunu tüm yaşam alanlarına aktarıyor, geri kalanlar ise şekilde takılıyor. Bizde incelikler tabulardan ötürü neredeyse artık anlatılamıyor. Profesörü böyle olursa halk ne yapsın! Șimdi nasıl “iyi olmuş” diyelim tasavvuf kurumlarının ıslah edilecek yerde yasaklanması, korkarım ortalık bu zihniyete kaldı. Suretten sirete geçemeden, bu kafayla devirmedik çam bırakmayıp, tevbe istiğfar bilmeden, sonra da hakim karşısına iğreti bir takım ceketle çıkıp, kıravatımızın hatırına iyi halden af mı bekleyeceğiz yani. O meclis bu meclislere benzer mi, O Hakim bizim hakimlere benzer mi; Allahu Alem…
Șimdi fakir de gıybetçinin gıybetini yapmış oldum inceden ama konu topluma malolduğu ve meselenin yanlış anlaşılmasının verebileceği zararı önemsediğimden. Maksadı aşmışsam özür dilerim şimdiden! Sonuçta enseyi karartmayalım, belki de tahayyülümüzden çok daha merhametli Rahman, yeter ki samimi olalım, insanca yaşamaya çalışalım, ha gayret, Ramazan biraz da nefs terbiyesi demek, sabır demek! Yanlışından dönene hala yiğit derler bu coğrafyada…
İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır
Okumaktan mani ne / Kişi Hakk’ı bilmektir / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru emektir
Okudum bildim deme / Çok taat kıldım deme / Eri Hak bilmez isen / Abes yere gelmektir
Dört kitabın manisi / Bellidir bir elifte / Sen elif dersin hoca / Manisi ne demektir
Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir
Özetle anlayabildiğim kadarı bu.. Estağfirullah el Azim! Hu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş