Papa İkinci Jean Paul, geçen 27 Nisan günü, 17. asırda yaşamış olan Avianolu Marco adındaki bir papazı ‘‘aziz’’liğin alt basamağı kabul edilen ‘‘ermiş’’ mertebesine yükseltti. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın 1683'teki Viyana kuşatması Marco'nun cephelerde verdiği ve ‘‘Haçın altında toplanın! Meryem adına savaşın! Türkler'i yenin! Ey zavallı Viyana, toparlan!’’ diye biten vaazları yüzünden korkunç bir bozgun halini almış ve bu bozgun Avrupa'daki topraklarımızı kaybetmemize öncülük etmişti. ‘‘Avrupalılaşma’’ uğruna ‘‘mozaik’’ ve ‘‘dinler arası diyalog’’ teraneleriyle kendi kendimize gelin-güvey olduğumuz şu günlerde Hristiyan dünyasının ve Papa'nın geçmişimiz hakkında ne düşündüğünü Marco'nun ermişliği sayesinde bir hatırlatayım dedim.
PAPA İkinci
Jean Paul, geçen 27 Nisan günü, bundan asırlarca önce yaşamış olan altı kişiyi Hristiyan inancına göre
'aziz'liğin bir alt basamağı kabul edilen
'ermiş' mertebesine yükseltti. Bu altı kişi, çok büyük ihtimalle yakında
'aziz' olacaklar ve isimlerinin başına
'Saint' sözü getirilecek.
Vatikan'da 27 Nisan'da bu
'ermişlik ilánı' münasebetiyle düzenlenen büyük áyin sırasında, Papa'nın İsviçreli muhafızlarıyla İtalyan güvenlik kuvvetleri alarma geçirilmişlerdi. Zira,
'ermiş' yapılanlardan birinin, 17. asırda yaşamış olan
Avianolu Marco adındaki papazın bazı çevrelerin, özellikle de Müslümanlar'ın gözünde
'netameli' olduğunu düşünüyor, Müslümanlar'ın en azından bir protesto gösterisi yapabileceklerini bekliyorlardı.
Marco, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki topraklarını kaybetmesinin, o zamanki Batı'nın deyimiyle
'kovulmasının' öncüsüydü. Ama Vatikan'ın gösteri konusundaki endişesi boş çıktı.
Avianolu Papaz Marco'nun azizlikten bir önceki mertebe olan ermişliğe yükseltilmesi hem bizde, hem de İslam dünyasında birkaç satırla geçiştirildi.
Marco, Viyana'yı kuşatan
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Türk ordusunun uğradığı büyük bozgunun hazırlayıcısıydı. 1631'de, Kuzey İtalya'nın Aviano şehrinde doğdu, genç yaşında Fransisken tarikatının
'Capuchin' tarikatına girdi, bir manastırda yetişti ve
'Avianolu Marco' diye tanındı.
PAPAZ’IN DUASI KABUL OLDU
Türk Ordusu, 1683'ün 14 Temmuz'unda Viyana'yı kuşatmıştı. Zamanın papası
İnnocent, Marco'yu manevi destek vermesi için Viyana'ya, İmparator
Leopold'e gönderdi.
Marco, Viyana'daki askeri toplantılara, hatta savaş konseylerine katılıyor, strateji konularında bile fikir söylüyor ve sözlerini
'Türkler eşyalarını bile toplayamadan kaçacaklardır, buna emin olun!' diye bitiriyordu.
Kuşatma iki ay sürmüş, Türk birlikleri şehri bir türlü alamamış ve Viyana'nın imdadına Polonya Kralı
Jean Sobiesky'nin ordusu yetişmişti.
12 Eylül günü, Türkler'e karşı büyük bir saldırı yapılmasına karar verildi.
Marco, saldırı öncesinde Aziz Stephen Katedrali'ndeki ayinde kürsüye çıktı, vaazına
'Tanrı, günahlarımızın kışkırttığı musibetlerle siláhlanmıştır. Dualarımızı ancak tövbe ederek ona yeniden döndüğümüz takdirde kabul edecektir' diye başladı ve kendisini dinleyenlerin savaşma azmini güçlendirecek olan meşhur sözlerini söyledi:
'Viyana, ey Viyana! Seni sevenlerin gevşek ve kaygısız şekilde sürdükleri bu hayattan dolayı korku ve eziyet dolu bir geleceğe doğru sürüklendin. Ey zavallı Viyana! Toparlan ve ne hale geldiğini artık farket!'
Çarpışmalar,
Marco'nun kürsüden inmesinden hemen sonra başladı. Şehrin yardımına gelen Polonya Kralı
Jean Sobiesky'nin ordusu Viyana'nın surları dışında bulunan
Kara Mustafa Paşa'nın birliklerini geriden kuşatmış, Türk ordusu hem Viyanalılarla, hem de Polonyalılarla savaşmak zorunda kalmıştı.
Marco, eline koskoca bir haç almış en ön safta at sürüyor, Hristiyan askerlere
'Haçın altında toplanın! Meryem adına savaşın! Türkler'i yenin!' diye haykırıyordu.
Neticede,
Avianolu Marco'nun duaları kabul oldu ve Viyana önlerinde büyük bir bozguna uğradık.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa şehri zaptedeceğinden o kadar emindi ki, Viyana'nın bir ucundan başlayıp imparatorluk sarayında nihayete erecek olan zafer resmigeçidini bile düşünmüş, merasimin Osmanlı'nın şanına láyık bir şekilde yapılması için geçit resminde kullanılacak olan tören malzemelerini bile İstanbul'dan yola çıkarken yanına almıştı. Topkapı hazinelerinin en kıymetli parçaları Paşa'yla beraber Viyana önlerindeydi ama
Kara Mustafa Paşa herşeyini surlarının önünde bırakıp Belgrad'a çekilince geride bıraktığı ne varsa Viyana'yı kurtaran Polonya Kralı
Jean Sobiesky'nin oldu.
PAPA, KAHVEYİ ‘HELAL’ KILDI
Türk ordusunun ricatinden hemen sonra, Viyana surlarının önünde bir başka gariplik yaşandı: Türk hazinelerinin yanında çuvallar dolusu çekilmemiş kahve vardı. Paşa'nın ordugáhını talan eden Avusturyalılar kahve çekirdeklerini görünce
'Türkler meğerse keçi pisliği yerlermiş' dediler ve çuvalları imha etmeye kalktılar. Çuvallardakilerin kahve olduğunu daha önce Osmanlı topraklarında yaşamış bir Viyanalı farketti, Avusturyalılar'a siyah tanelerin ne işe yaradığını anlattı ve Avrupa işte bu sayede ilk defa kahveyle tanışmış oldu.
Ama kahvenin tadı oldukça sertti, yumuşatılması gerekirdi ve söylentiye göre bu işi de
Papaz Marco yaptı: Çekilip kaynatılmış kahveye süt ile bal iláve etti. Avrupa, bu şekilde hazırlanan kahveyi Viyana'nın kurtarıcısı kabul edilen
Marco'ya olan saygıdan dolayı
Marko'nun bağlı bulunduğu
'Capuchin' mezhebinin ismiyle anmaya başladı ve
'cappucino' demeye başladı.
Kahve o zamana kadar sadece Türkler'e, dolayısıyla Avrupa'nın gözünde
'şeytan' kabul edilen bir millete mahsustu,
'şeytan içkisi' idi ve dindar Hristiyanlar kahveden uzak duruyorlardı. Kahve, papalar sayesinde rağbet gördü. Papa
Sekizinci Clement, bir iddiaya göre de
Üçüncü Vincent kahveyi tattı, hoşuna gidince de
'Böylesine lezzetli bir içeceğin sadece káfirlere -yani Müslümanlar'a- ait sayılması utanç verici bir iştir' dedi ve kahve böylece
'helál' oluverdi.
Avianolu papaz
Marco, misyonuna Türk ordusunun Viyana önlerinde bozguna uğramasından sonra da devam etti, Osmanlılar'a karşı yeni bir Haçlı Seferi örgütlemeye çalıştı ve bir yerde de başarılı oldu.
Viyana bozgununun ardından peşpeşe yenildik, Macaristan'daki birçok kale elimizden çıktı.
Avianolu Marco bu sırada
'Türkler'i Hristiyan orduları değil, Tanrı'nın görünmez yardımı yenecektir. Fetihler siláhla değil, bu imanla yapılacaktır' diye vaazlar veriyor,
'Hristiyanlık adına büyük düşmana, yani Türkler'e karşı savaşı kazanmak için Allah'a olan imanımızı güçlendirmemiz lázımdır. Bunu yapmadan önce neye kalkışırsak kalkışalım, netice alamayız' diyor,
'Tanrı barış değil, savaş istiyor. Topraklarımızı geri alalım, ondan sonra konuşalım' sözleriyle prensleri savaşa teşvik ediyordu.
Derken 1699'a gelindi ve ilk çöküş belgemiz olan Karlofça Anlaşması'nı imzaladık. Papaz
Marco vazifesini tamamlamış, yani Türkler'i Avrupa'dan çıkartmanın ilk adımını atmıştı ve Karlofça'yı imzaladığımız sene öldü, gitti.
Papa Jean Paul'ün önceki hafta
'ermiş' ilán ettiği ve çok yakında
'aziz' yapılacak olan
Avianolu Papaz Marco'nun öyküsü, işte böyle...
'Mozaik' ve
'dinler arası diyalog' teraneleriyle
'Avrupalılaşma' uğruna kendi kendimize gelin-güvey olduğumuz şu günlerde Hristiyan dünyasının ve Papa'nın geçmişimiz hakkında ne düşündüğünü şöyle bir hatırlatayım dedim.
Çiniler ha çalınmış, ha çakılmış, aynı şey!
BUNDAN birkaç hafta önce, kendi kendini
'hattat' ilán eden ve senelerdir planlı bir ucuz reklam faaliyeti içerisinde bulunan bir adamın rezaletlerini yazmıştım.
Bu zat İstanbul'un büyük camilerini ve türbelerini dolaşıyor, mekánın en göze çarpan yerinde asılı duran ve Türk hattının eski üstadlarının eseri olan levhaları bir yolunu bularak kaldırtıyor, onların yerine kendi karalamalarını koyduruyordu. Böylelikle atelyesine gelip yazı sipariş edenlere
'Büyük camilerin hepsinde benim levhalarım asılı, dolayısıyla eserlerim pahalıdır' diyor ve fiyatını yükseltiyordu.
Vakıflar Genel Müdürlüğü yazımın yayınlanmasından sonra nihayet harekete geçti, işbu zatın Vakıflar'a ait mekánlardaki karalamalarını kaldırıp láyık olduğu yere, yani depolara koydurdu. Vakıflar'a ilgisinden dolayı teşekkür ediyorum.
Ama kendisini hattat zanneden bu adam, asıl kültür cinayetini Kültür Bakanlığı'na bağlı olan türbelerde, meselá Eyüpsultan'da işlemişti: Türbenin iç duvarlarına yine hat zannettiği karalamalarını yahut zevksizlik şaheseri olan kendi imálátı olan objeleri yerleştirtmiş ve bu iş yandaki fotoğrafta da gördüğünüz gibi, çoğu 16. asırdan kalma İznik çinilerinin üzerine çiviler çakılarak yapılmıştı.
Camilerdeki çinilerin talan edilmesiyle böyle çivilenmesi arasında hiç fark yoktur! İstanbul Türbeler Müdürü'nün, bu rezaletin duyulması üzerine
'Herşeyi kültür bakanlarının bilgisi doğrultusunda yaptık' dediğini işittim ve şimdi soruyorum: Bu 16. asır yadigárlarını çivileme işi hakikaten bakan onayıyla mı yapıldı, yoksa bu cinayetin arkasında ucuz ticari menfaatler mi var? Kültür Bakanlığı, Vakıflar kadar olamayacak ve bu garabetleri türbelerde asılı tutmaya devam edecek mi? Ve, en önemlisi: Bu çivilemenin hesabı sorulmayacak mı?