Sultan Abdülmecid 150 yıldan beri Washington’u gözlüyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerimizin gittikçe bozulması, bana ilişkilerin başlangıcındaki hoş bir hadiseyi hatırlattı.
Bugün ‘‘Washington Anıtı’’ olarak bilinen dünyanın en uzun dikilitaşının üzerinde Sultan Abdülmecid'in tuğrasıyla Türk hat sanatının büyük ismi Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin nefis bir yazısının bulunduğundan acaba haberdar mısınız? İşte, Ayasofya Camii'nden Washington'a uzanan bundan tam 150 sene öncesinin zarif bir hat macerası...
ANKARA ile Washington arasındaki tatsızlık giderek artıyor. Tezkere oylamasından sonra ortaya çıkan huzursuzluğun Amerikan tarafının demeçleriyle tırmanmasından sonra, Ankara'daki Amerikan Büyükelçisi Robert Pearson, Irak'taki Amerikan kuvvetlerinin Türk askeri makamlarının tutumundan rahatsız olduğunu söyleyince soğuk rüzgárlar daha da bir sert esmeye başladı.
Türk-Amerikan ilişkilerinin böyle gittikçe rahatsız edici bir hale büründüğünü görünce, ilişkilerin başlangıç senelerindeki hoş bir hadiseyi, daha doğrusu Türkiye'nin dostluk jesti olarak gönderdiği bir hediyenin öyküsünü yazayım dedim: Ayasofya'dan Washington Anıtı'na uzanan bir hikáyeyi...
Amerika'nın başkentinde yükselen ve 'Washington Anıtı' diye bilinen 168 metrelik dikilitaşta Sultan Abdülmecid'in tuğrasıyla beraber Türk hat sanatının en büyük isimlerinden birinin, Ayasofya Camii'ndeki dünyanın en büyük hat levhalarının sahibi Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin de bir yazısının yeraldığından acaba haberdar mısınız?
İşte, Ayasofya'dan Washington'a uzanan bu hat macerasının kısa öyküsü...
İKİ PARTİDE YAPILDI
Amerikalılar, ülkelerinin kurucusu olan George Washington'ın hatırasına inşa edilecek bir anıt için proje yarışması açtılar. Yarışmaya o zamanın önde gelen mimarları katıldı, birbirinden değişik projeler geldi ve bu projeler arasından Güney Carolinalı mimar Robert Mills'in teklifi kabul gördü. Mills'in projesine göre anıt eski Mısır dikilitaşlarının bir benzeri ama çok daha yükseği olacak, bu dikilitaş geniş bir alanın ortasında yeralacak ve etrafına başkanlarla milli kahramanların heykelleri dikilecekti.
Proje daha sonra kısmen değiştirildi, etrafının boş olmasına karar verildi ve anıtın temeli 1848'in 4 Temmuz günü atıldı.
İnşaata altı sene boyunca devam edildi ama 1854'te bu işe ayrılan paranın yetmemesi ve anıtın siyasi gruplar arasında çekişme sebebi olması üzerine yapıma ara verildi. Derken Amerikan iç savaşı patlayınca verilen ara daha da uzadı ve inşaata ancak 1876'da, zamanın başkanı Grant'ın yayınladığı bir kararname sayesinde yeniden başlanabildi. Masrafları federal hükümet karşılayacak ve anıtı Savaş Bakanlığı'nın kadrosundaki mühendisler tamamlayacaklardı.
İnşaatın ikinci aşaması dokuz sene sürdü. Dikilitaş 18 metreye yükseltildi, içerisine 897 basamaklı demir bir merdiven ile bir de asansör yerleştirildi ve resmi açılış 1885'in 21 Şubat'ında yapıldı. Anıt üç sene sonra, 9 Ekim 1888'de halkın ziyaretine açıldı. Washington'un sembollerinden biri olan anıtı, o tarihten buyana hergün binlerce kişi ziyaret ediyor.
Dikilitaşın üzeri Maryland'dan getirilen mermerlerle kaplanmış ama yukarılara doğru mermerin üzerine daha başka parçalar da yerleştirilmişti. Bunlar, anıtın üzerinde isimlerinin yeralmasını isteyen bazı dost memleketlerin, dış cepheye yerleştirilmesi için gönderdikleri ve mermerden imal edilmiş olan hediyelerdi.
Dost ülkelerin anıta katkıda bulunmaları talebi, aslında Amerikan Dışışleri Bakanlığı'ndan gelmişti. Bakanlık, Washington'da bulunan yabancı ülke temsilcilerini dikilitaşın inşaatından haberdar etmiş, taşın aslında sadece Amerika'nın değil, bütün memleketlerin özgürlük sembolü olduğunu söylemiş, anıtın dış yüzünde temsil edilmek istedikleri takdirde, gönderecekleri hatıraların mermere monte edileceğini duyurmuştu.
Posta masrafı 390 kuruş
O dönemde Amerika ile iyi ilişkiler içerisinde olan birçok memleket, dünyanın bu en büyük dikilitaşında kendi ismimlerinin de yeralması için, Washington'a birbirinden kıymetli mermer plakalar yolladılar. Zamanın Çin İmparatoru, üzerinde George Washington'u öven Çince ifadelerin yeraldığı büyük bir levha, káğıt üzerinde Osmanlı Devleti'ne bağlı görünen ama aslında bağımsız bir devlet gibi hareket eden Mısır'ın Kavalalı Mehmed Ali Paşa soyundan gelen valisi de, tarihi İskenderiye Kütüphanesi'nden kalma bir geniş mermer gönderdi. Yunan Kralı eski Yunanca ile yazılmış bir kitabe, Kuzey Afrika'daki yerel beylerden biri Kartaca'dan kalan ve meyve ağacı altında bekleyen bir atlıyı resmeden son derece nadir bir kabartma, Yunan kilisesi de eski Mısır dönemine ait 3 bin senelik bir heykel yolladı ve hediyelerin hepsi, anıtın üst tarafına doğru yerleştirildi.
Bir başka hediye de İstanbul'dan, Osmanlı hükümdarı Sultan Abdülmecid'den gelmişti: Mermer üzerine işlenmiş son derece güzel bir hat, yani yazı.
Amerikalılar, dikecek oldukları büyük sütundan Osmanlı Devleti'nin Washington'daki temsilcisi Emin Bey'i de haberdar etmiş ve 'Majesteleri Sultan hazretleri taşın üzerine yerleştirilmek üzere bir hediye gönderecek olduğu takdirde, bunu zevkle kabul edeceklerini' söylemişlerdi.
Emin Bey, Amerikan Dışişleri'nin talebinden İstanbul'u haberdar etti ve zamanın hükümdarı Sultan Abdülmecid, Türkiye'nin sütunda üzerinde Amerika hakkındaki iyi temennilerin yazılı olduğu bir 'hat' ile temsil edilmesine karar verdi. Hat, o devrin büyük hattatı sayılan Kazasker Mustafa İzzet Efendi'ye yazdırıldı ve daha sonra etrafı devrin süsleriyle bezenmiş bir mermere işlendi, mermerin üzerine de Sultan Abdülmecid'in tuğrası kondu. Levhada 'Devám-ı hulleti te'yid için Abdülmecid Hán'ın / Yazıldı nám-ı páki seng-i báláya Vaşington'da' yani 'Abdülmecid Han'ın temiz adı, dostluğun devamını göstermek için, Washington'da dikilen bu yüksek taşa yazıldı' denmekteydi.
Levha 1853'te bir gemiyle Amerika'ya gönderildi, taşıma masrafı olarak o zamanın parasıyla 390 kuruş ödendi ve inşaat tamamlanınca Washington Anıtı'nın üzerine yerleştirildi. Sultan Abdülmecid'in mermere hakkedilmiş tuğrası, ismi ve Amerika hakkındaki iyi temennileri, o zamandan beri anıtın üzerinde duruyor.
Tekrar ediyorum: Bu kitaplarda yazılanlara sakın inanmayın!
BUNDAN birkaç ay önce 'Osmanlı Hanedanı Saray Notları' isimli bir kitaptan bahsetmiş, kitabı yazdığı iddia edilen 'Hanzade Sultanefendi' isminin düzmece olduğunu söylemiştim. Osmanlı Hanedanı'nın son döneminde tek bir 'Hanzade Sultanefendi' vardı, Sultan Vahideddin'le Halife Abdülmecid'in torunuydu, 1998'in 19 Mart'ında vefat etmişti ve 'Hanzade Sultanefendi' ismiyle kitap çıkartan kişinin gerçek Hanzade Sultan ile hiçbir alákası yoktu, sultanlığı sahteydi.
İşte bu sahte prenses, bundan birkaç hafta önce 'Hanzade: Sürgünde Bir Şehzadenin Günlüğü' adında yeni bir kitap çıkarttı. Kitabın arka kapağında aynen 'Hanzade: Osmanlı Hanedanı, Saray Notları dizisinin son kitabı olarak yayınlanacaktı. Fakat, Hürriyet Gazetesi'nde her hafta bir sayfa doldurduğu için, kendisini: ‘Osmanlı Tarihi’nin Zaptiyesi' sanan bir yazar; 'HANZADE SULTANEFENDİ' adında birinin olmadığını yazması üzerine, DİZİ'nin son kitabı olarak planlanan HANZADE'yi ‘ikinci kitap’ olarak yayınlıyoruz. İşte ‘yok’ denilen HANZADE SULTANEFENDİ' deniyordu.
Bu bozuk Türkçe ifadede bahsi geçen ve 'kendini Osmanlı Tarihi'nin Zaptiyesi' sandığı söylenen yazar, bendenizdim! İş bu aşamaya gelince, konuyu tam bir açıklığa kavuşturmam ve daha önce vermediğim bazı isimleri de yazmam artık farzolmuş bulunuyor!
HEPSİ HAYAL MAHSULÜ
Açıkça söylüyorum: Sultan Abdülhamid'in oğlu Şehzade Abdülkadir Efendi'nin, bu kitapta iddia edildiği şekilde 'Mehmed Ferid' adında bir çocuğu ve 'Hanzade' isminde bir torunu yoktur. Mehmed Ferid'in annesi olduğu iddia edilen Hadice Macide Hanım'ın, Abdülkadir Efendi'den Şehzade Ertuğrul ve bizzat tanıdığım Şehzade Aláeddin Efendiler'den başka bir çocuğu olmamıştır. Abdülkadir Efendi'ye iki erkek evlád veren Hadice Macide Hanım'ın, 'saraydan evlilik izni alınamadığı için doğan çocuğunu gizlediği ve Mehmet Ferid'in bu yüzden hanedan şeceresine işlenmediği' iddiası yalandır. Osmanlı Hanedanı'nda şehzadelerin gayrımeşruluğu diye birşey sözkonusu değildir, dolayısıyla 'kayıtlara geçmemek' diye bir iş olamaz, zira yolun ucunda 'taht' bulunmaktadır ve hem Mehmed Ferid, hem de Hanzade Sultanefendi isimlerinin Osmanlı ailesiyle bir ilişkisinin bulunmadığının en önemli şahidi ve delili de Abdülkadir Efendi'nin hálen hayatta olan ve İstanbul'da yaşayan kızı Neslişah Saffet Sultan'dır.
İstanbul, şu anda bol bol sahte asillerle kaynıyor. Meselá 'Neslişah Sultan' olduğunu iddia eden Nesrin adında bir kadın İstanbul Belediye Başkanı'nın önceki hafta verdiği resmi bir yemeğe katılabiliyor, 'Nadine Sultan' adını takınan bir başka sahte prenses de bir gazeteye Türkiye'nin geleceği konusunda demeçler verebiliyor!
Benim endişem böyle düzmece şehzadelerle sultanların ortalığa dökülmeleri değil, çalakalem yazılan bu gibi kitapların zamanla 'kaynak' olmaları! Dolayısıyla, tarihçilerle araştırmacılara sesleniyorum: İsmet Bozdağ tarafından yazılan 'Osmanlı Hanedanı Saray Notları' ve 'Sürgünde Bir Şehzadenin Günlüğü' isimli kitapları sakın ola kaynak niyetine kullanmayın! Bir roman niyetiyle okuyun ama kaynak olarak almayın!
İlim dünyasının başına bundan senelerce önce 'Abdülhamid'in Hatıra Defteri' adında hayali bir kitabı maalesef musallat eden İsmet Bozdağ, yayınladığı bu son iki kitapla düzmece hatırat işini çok daha ileri götürmüş ve tarihe ıstırabı çok zor dinebilecek bir darbe vurmuştur.