Tasarı, birçok bakanlıkla beraber Kültür Bakanlığı'nın da taşra teşkilátını kaldırıyor, müzelerle kütüphaneler belediyelere ve il yönetimlerine devrediliyor. Bu tasarı kanunlaştığı takdirde önemli kültür mekánlarında, meselá Topkapı Sarayı'nda neler yapılması gerektiğine bundan böyle müzeciler, uzmanlar ve sanat tarihçileri değil, Belediye Meclisi'ndeki müteahhitler yahut İl Genel Meclisi'ndeki market sahipleriyle emlákçiler karar verecekler.
TV ekranlarından, günlerden beri, Bağdat'taki müzelerle kütüphanelerin nasıl yağmalandığını seyrediyoruz. Paramparça edilip yerlere saçılmış binlerce eserin arasında iki elini birden kafasına vura vura ağlayarak dolaşan Iraklı hanım müzecinin görüntüsü, medeniyet tarihinin unutulmaz ibret belgelerinden biri olarak kalacak.
Ama Türkiye'de de ne kadar müze, kütüphane, arkeolojik alan ve benzeri kültürel mekán varsa, gözümüzü açmadığımız takdirde çok yakın bir gelecekte Bağdat'takilerin akıbetini yaşayacak, üstelik beteri olacak.
Sebep, şu anda hazırlanan ve önümüzdeki günlerde TBMM'ye sunulacak olan bir kanun tasarısı.
‘‘Kamu Yönetimi Reformu’’ isimli bu tasarı İçişleri, Adalet ve Maliye gibi birkaç bakanlık dışında kalan bakanlıklara bağlı taşra teşkilátlarının ayırım yapılmadan dağıtılmasını ve bu teşkilátların görevlerini belediyelerle il yönetimlerinin üstlenmesini öngörüyor.
Taşra teşkilátı dağıtılacak olan bakanlıklar arasında bu hafta Turizm ile birleştirilen Kültür Bakanlığı da var. Kamu Yönetimi Reformu tasarısının kanunlaşması halinde bakanlığın müsteşar yardımcısından başlayarak birçok genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanı, il kültür müdürü kadroları iptal edilecek, çeşitli illerde bulunan müze ve kütüphane benzeri kuruluşlar da yerel yönetimlere devredilecekler.
Kültür Bakanlığı'nın üst düzey bürokratları, geçtiğimiz günlerde bazı önemli müzelerin bu tasarının dışında bırakılması için bir girişim yaptılar. Bürokratlar siyasi otoriteden tasarının özellikle Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji, Ayasofya, İslam Eserleri, Efes, Bodrum, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Çanakkale ve İzmir Müzeleri'ni merkeze bağlı bırakacak şekilde hazırlamalarını istediler ama çabaları sonuçsuz kaldı ve tasarıda bu yerler için bir ayrıcalığa gidilmedi. Kamu Yönetimi Reformu Tasarısı'nın bu şekilde yasalaşması halinde şimdi Kültür Bakanlığı'na bağlı olan bütün müze ve kütüphaneler belediyelere ve il idarelerine devredilecek.
Bütün bunlar olup biterken, bu hafta kültür alanında çok önemli bir başka gelişme daha yaşadık: Emeklilik yaşını 61'e indiren kanunun Resmi Gazete'de yayınlanmasından hemen sonra, Türkiye'nin önde gelen tecrübeli müzecileri otomatikman emekli oldular.
BAŞIMIZA BUNLAR GELECEK
Makamlar orada oturanlarla kaim değildir, bir bürokrat gittiği zaman yerine bir başkasının gelmesi son derece normaldir ama bu kural müzelerde artık işlemiyor. Zira halen yürürlükte olan
‘‘Atama ve Görevde Yükselme Yönetmeliği’’, müzelere yeni yöneticilerin tayin edilmesine engel. Müdürlüğe yükseltilecek yöneticinin bu yönetmelik uyarınca mutlaka bir sınavdan geçirilmesi gerekiyor ama Kültür Bakanlığı bu sınavı üç seneden beri yapmadığı için boşalan yere bir başka müzenin müdürünün kaydırılmasından başka bir çare bulunmuyor. Ancak hem yeterli sayıda müze müdürünün olmaması, hem de Topkapı Sarayı, İslam Eserleri ve Arkeoloji Müzeleri gibi son derece önemli yerlerin uzmanlık gerektirmesi sebebiyle bu yola da gidilemiyor.
Genel bütçedeki payı binde 2'ye düşürülen Kültür Bakanlığı'na 15 seneden buyana arkeolog, sanat tarihçisi, Sümerolog ve Hititolog alınmadı. Kadrolar şimdi boş bulunuyor ve sadece bu kadrolara değil, önceden boşalmış olan diğer birçok müze müdürlüğüne de tayin yapılamıyor, dolayısıyla birçok müze kapalı tutuluyor. Türkiye'de şu anda 25 müze müdürlüğü, 25 müdür yardımcılığı kadrosu boş, tam 52 adet müze kapalı, en önemli ve en zengin müzelerimizden birçoğunun bazı bölümleri, meselá İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin dörtte üçü kilit altında.
Tasarı kanunlaştığı ve Turizm ile birleştirilen Kültür Bakanlığı'nın taşra teşkilátı dağıtıldığı takdirde ilk aşamada bakın neler olacak:
Müzeler önümüzdeki birkaç ay içerisinde belediyelere veya özel idarelere devredilecek. Bürokratların teklif ettiği ayırım yapılmazsa, yani önemli müzelerle kütüphaneler bakanlığın merkez teşkilátına bağlı tutulmazsa yerel yönetimler bütün kültür ve tarih merkezleri üzerinde tek söz sahibi olacaklar. Küçük bir örnek: Topkapı Sarayı'nda Hazine Dairesi'nin ne şekilde teşhire açılacağını yahut Harem'de nelerin yapılması gerektiğini senelerini bu işe vermiş müzeciler, uzmanlar ve sanat tarihçileri değil, bundan böyle Belediye Meclisi'ndeki müteahhitler yahut İl Genel Meclisi'ndeki market sahipleriyle emlákçiler belirleyecek.
Türkiye'de halen devam etmekte olan ve bir kısmı yabancı arkeologlar tarafından yapılan 300'den fazla kazı ile ileride başlayacak olan kazılarda bir kaos yaşanacak. Kültür Bakanlığı'nın taşra teşkilátı ortadan kalkacağı için kazılara göz-kulak olan
‘‘kazı komiserleri’’ tayin edilemeyecek, kazı izinlerini aslen arkeolog olan uzman bürokratlar değil, belediyeciler verecek.
Koruma kurulları bakanlığın elinden çıkacak ve belediyelere yahut il özel idarelerine devredilecek. Dolayısıyla, Sultanahmet Meydanı'nda günün birinde 60 katlı bir gökdelen yükseldiğinde hiş şaşmamamız gerekecek.
Topkapı'nın, Arkeoloji'nin yahut İslam Eserleri Müzesi'nin, bir zamanlar İstanbul'un en renkli müzelerinden olan ve bünyesinde son derece önemli parçaları barındıran koskoca Şehir Müzesi'ni Yıldız'da birkaç odadan ibaret sığıntı bir mekána çevirmiş olan Büyükşehir Belediyesi'ne teslim edilmesi halinde neler yaşayacağımızı düşünmek beni ürpertiyor. Hemen her gün talan edilen elyazması kitaplıklarının ilçe belediyelerinin eline geçmesi halinde olacakları söylemeye ise dilim varmıyor.
Taliban, tarihin ve kültürün üzerine dinamitle gitti, Iraklılar yağmaladı, biz ise yasa tasarılarıyla yürüyoruz. Bu yazıyı yazdığım sırada, masamın üzerinde şimdi Kültür Bakanlığı Müsteşarı olan
Prof. Dr. Mustafa İsen'in Türk Edebiyatı'ndaki mersiyeleri anlattığı
'Acıyı Bal Eylemek' isimli eseri duruyordu ve kitabın 96. sayfasında asırlar önce yazılmış olan ama sanki bugünü anlatan çok güzel bir beyte rastladım:
‘‘Çıksın bu derd göklere áh u figan gibi / Kutsiler acısın bize halk-ı cihán gibi’’.
Ben, Bağdat'taki müze yağmasından beter olacağı kesin gibi görünen yakın gelecekteki bu kültür talanının yaşanmaması için siyasilerden artık pek birşey beklemiyorum. Bu
'yasal yağma'yı önleme görevi, öncelikle yukarıdaki beyti yayınlayan Kültür Bakanlığı Müsteşarı'na düşüyor.
Hat eserlerini bilin bakalım kim değiştirdi
GEÇEN hafta, birbirinden garip üç mektup aldım: Üçü de sahte isimle gönderilmişti. Türk hat sanatının bugün hayatta bulunan, hem kendisine, hem de sanatına büyük hürmet gösterdiğim üstadı
Prof. Dr. Ali Alparslan'a olmadık iftira ve hakaretle doluydular.
Bu garip mektupları kimin yazmış olabileceğimi uzun uzun düşündüm ve buldum: Kendi kendini
'hattat' ilán eden ve senelerdir planlı bir faaliyet içerisinde bulunan bir adamın elinden çıkmışlardı. Bu zat İstanbul'un büyük camilerini ve türbelerini dolaşıyor, mekánın en göze çarpan yerinde asılı duran ve Türk hattının geçmişte yaşamış önemli isimlerinin eseri olan levhaları bir yolunu bularak kaldırtıyor, onların yerine
'hat' zannettiği kendi karalamalarını koyduruyordu. Böylelikle atelyesine gelip yazı sipariş edenlere
'Ben önemli bir sanatkárım, filanca yerde benim levhalarım asılı, dolayısıyla eserlerim pahalıdır' deyip fiyatını yükseltiyor ama ilgililer ve yetkililer bu olup bitenlere seyirci kalıyor, hattá álet oluyorlardı.
Şimdi kısa bir müddet bekleyeceğim: Kendisini temize çıkartma çabasıyla üstadlara dil uzatmaya yeltenen işbu zátın bazı camilere, padişah türbelerine ve müzelere koydurttuğu karalamalar ile
'ibrikler' kaldırılıp vakti zamanında oralarda bulunan eserler eski yerlerine asılmadığı takdirde Vakıflar ve Türbeler Müdürlüğü yetkililerinin álet oldukları bu utanmazca fiyat arttırma oyununu belgeleriyle ve fotoğraflarıyla yayınlayacağım. İftiracı muhbirime ve ona álet olanlara duyurulur!