Deprem işinde Abdülhamid'den buyana bir adım bile atmadık

Hemen her depremden sonra başlayan ama sadece birkaç ay devam edip unutulan hararetli tartışmalar, Bingöl'de yaşanan feláketten sonra yeniden gündeme geldi.

Binaların depreme dayanıklı şekilde inşa edilmeleri konusunu, yardımların feláket bölgelerine zamanında ulaştırılamamasının yolaçtığı problemleri, Marmara Denizi'nin dibindeki fayların durumunu ve sırada bundan sonra nerenin bulunduğunu şimdi tekrar tartışıyoruz. Osmanlı Arşivi'nde bulunan belgeler, aynı tartışmaları en az 100 seneden beri, yani Abdülhamid zamanından buyana sürdürdüğümüzü ama tedbir alma konusunda tek bir adım bile atmadığımızı gösteriyor.

SARSILIP harap olma sırası, bu hafta Bingöl'deydi. İsmi bir zamanlar 'Çapakçur' ve 1935'ten beri 'Bingöl' olan bölgede yaşanan deprem, bundan böyle Çeltiksuyu Yatılı İlköğretim Okulu'nun 50'den fazla genç öğrenciye mezar olmasıyla hatırlanacak.

Her deprem sonrasında olduğu gibi bu defa da müteahhidin malzemeden çalması yüzünden binaların, özellikle de devlet binalarının depreme dayanıksız olması yahut depremden rant elde edilmeye çalışılması gibi konuları tartışıyor, yardımlar zamanında yapılamadığı için feláketzedelerin sokaklara dökülmelerine şahit oluyoruz.

5 ASIRLIK AYNI TERANE

Türkiye'de depremlerden önce ve sonra yapılan tartışmalar, asırlardan buyana hiç değişmedi. Osmanlı döneminin ilk büyük yer sarsıntısı olan 1509 feláketinden itibaren, devlet, inşaat işlerini bir düzene koymaya çalıştı ama netice hep aynıydı: Devletin değil, inşaatçının istediği oldu. Hemen her depremden sonra bazı kişiler feláketi gelir sağlama vasıtası haline getirmeye çalıştılar, devlet bu işlerin de önüne geçmeye çalıştı ama mücadeleden gene devlet mağlup çıktı.

Yandaki kutularda, hakkında en fazla sayıda kayıtlı bilgiye sahip bulunduğumuz ilk depremle, yani 1894 Temmuz'unda yaşanan İstanbul depremiyle ilgili olan ve şimdi Osmanlı Arşivleri'nde saklanan değişik konulardaki bazı yazışmalar yeralıyor. Okuyun ve en ufak bir yer sarsıntısının bile bu kadar fazla miktarda can almasının sebebinin menfaat düşkünlüğümüzle umursamazlığımız olduğunu devletin resmi belgelerinden bizzat görün.

Öncelik her zaman rüşvete ait oldu


İSTANBUL'da 1894 Temmuz'unda yaşanan büyük depremin ardından, şehir hemen rüşvet, emlák fiyatlarını aşırı şekilde yükseltme ve depremden mümkün olan her şekilde rant elde etme yarışına sahne oldu. Bazı mühendisler sağlam binayı çürük, hasarlı yapıyı da sağlam gösterme tehdidiyle bina sahiplerinden rüşvet istiyorlardı. Şikáyetlerin artması üzerine, zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid duruma bizzat el koydu ve bir emir yayınlattı:

'Belediye mühendislerinin depremde hasar gören binaları kontrol ettikleri sırada bina sahiplerinden para istedikleri, para verilmediği takdirde sağlam binaları çürük, çürük binaları da sağlam göstermekte oldukları yolunda söylentiler çıkmıştır.

Bu yoldaki haberlerin işitilmesinden sonra padişahımızın emirleri gereğince durum gazetelerle ilán ettirilmiş ise de, dedikodular yine devam etmiş ve durum padişahımız efendimizin kulağına tekrar gitmiştir.

Hiçbir şekilde rıza gösterilemeyecek olan bu şekildeki hareketlere cüret ettikleri tespit edilen mühendislerle kalfalar hakkında gerekli kanuni işlemlerin yapılacağı tabiidir. Bununla beraber, sözkonusu şikáyetlerin iftira olduğu ortaya çıkarsa, bu defa devlet memurları boş yere itham edilmiş olacaklardır.

Bu sebeple, şikáyetçi olan emlák sahiplerinin kendilerine rüşvet teklifinde bulunan mühendis ve kalfaların ve bu kişilerin bağlı oldukları dairelerin isimlerini bildirerek mahkemelere müracaat etmeleri ve rüşvet talebinde bulunanları dava etmelerinin gerekli olduğu, gazetelerde uygun bir şekilde ilán edilmelidir. Padişahımız efendimiz hazretleri, ayrıca, bazı kişilerin mühendislere iftira atmaları ihtimaline karşı, bu yalanlara devam edenlerin cezalandırılmaları için polis tarafından soruşturma yapılmasını da emretmişlerdir. Yıldız Sarayı Genel Sekreteri Süreyya. 31 Temmuz 1894 (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Hususi, 200/27. Mehmet Genç ile Mehmet Mazak'ın 'İstanbul Depremleri'nden)'.


İstanbul’un kárgiri çöktü, ahşapı tutuştu


TÜRKİYE, bugün inşaatların deprem yönetmeliğine uygun şekilde yapılıp yapılmadığı tartışmasını asırlar boyunca 'evler ahşap mı, yoksa kárgir mi olsun?' şeklinde yaşadı.

İstanbul'da 1509'da yaşanan büyük depremin çok miktarda can kaybına sebep olması üzerine, devlet yeni yapılacak binaların ahşaptan inşa edilmelerini emretti, ancak ahşap yapılaşma, deprem kadar önemli bir feláketi de beraberinde getirdi: Yangınları... İstanbul'un birçok mahallesi, asırlar boyunca çıra gibi yandı. Devlet ve saray daha sonraki devirlerde ahşaptan vazgeçip kárgir inşaatları teşvik etmeye başladı ama halk ucuz, yapımı daha kolay ve depreme de dayanıklı olduğu için ahşaptan vazgeçemedi.

Şehirdeki bu kararsızlık, depremin verdiği zararları daha da arttırdı: Kárgir binalar sağlam inşa edilmedikleri için daha ilk sarsıntıda içinde yaşayanların üzerine yıkıldı, ahşap yapılar ise deprem sonrasındaki kargaşada ateş alıp küle döndü.

İşte, İstanbul'da evlerin kárgir olarak yapılmasını emreden en eski belgelerden biri, İkinci Mustafa'nın 1695 tarihli fermanı:

'İstanbul Kaymakamı Osman Paşa'ya emirdir: İstanbul'daki evlerle dükkánlar ahşap ve pedavradan inşa edildikleri için yanıp gitmektedirler. Şehirde bundan böyle ahşap inşaat yapılmasına rıza göstermeyeceğim. Binalar, Halep'te, Şam'da ve Anadolu'da olduğu gibi taş, kireç ve çamurdan yapulacaklardır.

Sen ki benim vezirimsin, artık İstanbul'da ahşap bina yapılmasına izin vermeyeceksin. İnşaat yapmak isteyenler, mali güçlerine göre Halep'te, Şam'da ve Anadolu'da varolan binalardaki gibi taş, kireç ve çamur kullanacaklardır. Bu işi bilenlerle oturup konuşacak, binaların saçaklarını da kirpi saçak şeklinde yaptıracak ve bu emrimin dışına çıkılmamasına özen göstereceksin (Ahmed Refik'in 'Hicri Onikinci Asırda İstanbul Hayatı'ndan).''


Marmara’daki araştırmaları 100 küsur senedir bitiremedik


MARMARA Denizi'nin dibindeki fayların özelliği ve taşıdıkları deprem riski konusundaki çalışmalar senelerden beri devam ediyor. Fransız ve Türk bilim adamlarının yaptıkları son çalışma sayesinde denizin yüzeyi ile ilgili artık hemen her şeyin öğrenildiği açıklandı ve İstanbul'u vuracak olan depremin şiddeti hakkında da kimsenin şüphesi kalmadı.

Osmanlı Arşivleri'nde bulunan bir belge, Marmara Denizi'ndeki çalışmaların bundan 108 sene önce, Sultan Abdülhamid zamanında başladığını gösteriyor ve tedbir alma konusunda ne derece áheste şekilde hareket etmiş olduğumuzu da gözler önüne seriyor:

'Rusya Coğrafya Kurumu tarafından gönderilecek olan bilim heyeti, Marmara Denizi'nde incelemeler yapacaktır. Rusya Elçisi, Marmara'nın genel durumu ve derin kısımlarının özellikleri hakkında Ağustos'tan Eylül ortalarına kadar keşif ve inceleme yapacak olan bu heyete gerekli iznin verilip bazı Osmanlı bilim adamlarının da heyete katılmaları ve bu iş için bir gemi tahsis edilmesi konularında talepte bulunmuştur.

Padişahımız efendimiz hazretleri Başbakanlık'tan 30 Temmuz 1894 tarihinde bu konuda gelen yazıyı incelemiş, Deniz Kuvvetleri subaylarından Yüzbaşı
İhsan Efendi'nin bu işle görevlendirilmesini ve Denizyolları vapurlarından birinin de keşif için tahsis edilmesini emir buyurmuşlardır. Yıldız Sarayı Genel Sekreteri Süreyya. 3 Ağustos 1894 (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrade Hususi, 147. Vahdettin Engin'in '1894 İstanbul Depremi ve Gündelik Hayata Etkisi' başlıklı makalesinden)'.
Yazarın Tüm Yazıları